Behzat Ç. başlayacak ya, bir haftadır hazırlıklar sürüyor evde. Cuma akşam boşaltılıyor. Kimseye söz verilmiyor dışarda. Ailemizin yeni bireyi Ömür’e üstü örtülü mesajlar iletiyoruz: Behzat Ç. başlayınca biz konuşmuyoruz, Behzat konuşuyor, biz dinliyoruz… Telefonları kapatıp sessizce kıvrılacağız Behzat Ç.’nin karşısına. Dizimizi kıracağız bedeniminizin altında. Bir babayı dinlerken sergilenecek türden bir teslimiyetle izleyeceğiz her hareketini…
İyi de bu adamı, bizim için bu kadar özel yapan ne? Yalnızca Behzat’ın kendisini değil, yanındakileri de…
Mesela “Ben cinayet oldum” diyen Akbaba, mahallede göz koyduğumuz, belki elini de tuttuğumuz ilk aşkımız olmasın… Kendi güçsüzlüğüne o ilk aşk tomurcuklanmasını kurban eden, sonra da bunu ömür boyu taşıyacağı bir yük gibi sırtlanan delikanlı… Bizi her gördüğünde mahvettiği bir şeyleri hatırlayacak, biliyoruz… O yüzden kendisine uzaktan görünmekten büyük bir keyif alıyoruz…
Harun, evin ağabeyidir muhtemelen. Kaba saba hali ve totaliter koruyuculuğuna eşlik eden kendi ergenliğinden korkusuyla…
Hayalet, en küçük amca ya da dayı olabilir. Halden anlar ama onun da kendince bir hali vardır.
Ama Behzat Ç. babasıdır evin. Yalnızca bir babanın sahip olabileceği tek yetkiye sahiptir… Gerektiğinde kendi evladını kurban etmek…
Üzer bizi babalarımız, çünkü onları da üzmüştür babaları… Dünyanın ne kadar kötü bir yer olduğunu babalarından öğrendikleri gibi öğretirler bize de… Babaları haksızlık etmiştir, adaletsiz davranmıştır ve biz de onlara yapılan haksızlıklar arasında yerimizi almışızdır, yok yalnızca kızları olarak değil, evlatları olarak… Çalışır, didinirler bizim için, yüzleri asıktır hep, sevgileri yorgunluklarının gölgesinde kalır. Şımartmak istemezler hiç çocuklarını, çünkü şımarık çocukların başına kötü şeyler gelir.
Bir baba evin amiridir aynı zamanda. Dirlik, düzen ondan sorulur. Başedemeyeceği sorunları heybetli hiddetiyle bertaraf eder. Önemli olan dirliğin ve düzenin devamıdır. Babalarla “başka dünyalar” arasında korkular vardır…
İlk sezon Behzat Ç.’nin kızına ne olduğunu hatırlıyor musunuz? Öldü. Behzat’ın kızıyla arasındaki ilişki bu vakadan sonra tamamıyla değişti. Behzat kızını dinlemeye, onu görmeye, ona bir şeyler söylemeye, halini, ahvalini anlatmaya başladı. Ona şarkılar çaldı, nihayet sevgisi dile geldi. Bütün bunların olması için kızın ölmesi gerekti.
Sonra neyi öğrendik? Behzat’ın varlığından haberdar olmadığı bir kızı daha varmış. Kız Behzat’ın düşmanlarına alet olmuş babasına ulaşmak için. Bacısını öldüren oymuş meğerse. Babasının yanındaki o yere sahip olabilmek için atıvermiş onu bir damdan, intiharla süslemiş bu trajediyi. Meğer Behzat’ın yanında yalnızca bir evlatlık yer varmış…
Şule’nin varlığının farkına da ancak bacısını öldürdükten sonra varabildi Behzat. Kızını öldürenin o olduğunu anlayana kadar Şule’yi onun yerine koymaya çalışır gibiydi. Ama sonra başa döndü: Şule’yi görmezlikten gelmeyi seçti. Çünkü görse Şule’yi öldürmesi gerekecekti… Öldürmedi, Şule’yi Behzat. Ama Şule, Behzat’ın sevdiceği Savcı’nın kardeşiyle eve çıkmak istediğinde cinleri tepesine çıktı. Görmeye tahammülü olmasa da kendi kızının, bir erkekle aynı evde yaşamasına gönlü razı olmadı. Ne yaptı etti geri aldı kızını, o tek kişilik yere sığıştırdı. Aynı anda Şule iki kişi olmaya karar vermişti oysa. Hem öldürdüğü bacısı, hem kendisi olmaya uğraşıyordu. Bir çocuk aynı anda o kadar çok şey olabilir ki…
Behzat da biliyor: Ailen mi var derdin var… Bununla kalsaydı iyiydi.
Yeni bir hayat kurmaya karar verdi kızı ve Savcı’sıyla… Aşağı yukarı aynı zamanda bir annenin varlığından haberdar olduk. Terkedip gitmiş bir anne. Behzat’ın çevresindeki kadınların başına neden bunca kötü şey geldiğini anlamaya başladık. Ne kadar da güçlü ve karanlıktı anne değil mi? Aman Allah, düşman başına. Zaten Behzat’ın başına düşmanları saran da oydu. Görecek gözü yoktu Behzat’ın babasını terkedip güç tutkusuyla yatağa giren bir anneyi. Ama gördü sonunda, onu da gördü… Ve anneyi görmek, Savcı’ya mal oldu. İkinci sezonun sonunda Behzat’ın kurduğu yeni hayat da mahvoldu…
İçimde bir his Behzat bundan sonra adaleti kendi elleriyle tecelli ettirecek diyor. Bu yüzden şiddeti ve hiddeti artacak. Dıştan pek de onaylamayacağımız, içten içe “ama adamcağız ne yapsın, dünya çürük” deyip kabulleneceğimiz yollara sapacak. Haksız mı Behzat? Haklı mıyız yoksa biz? Behzat başka türlü bir Baba olacak belki de şimdi. Bütün babaların içinde yatan bir BABA.
Yıllar önce etrafındaki herkes tarafından “baba” diye hitap edilen bir adama sormuştum, aptal sarışın acemi gazeteci rolüne bürünerek: “Size niye baba diyorlar?” Demişti ki, “Çekinirler benden biraz, o yüzden baba derler.” Adam çalıştığım gazetede bu cevabı ciddi bir haberin başlığı olarak gördüğünde çok kızmıştı: “Ünlü olmak istiyorsun sen biliyorum, seni ünlü yapmasını da biliyorum” diye bas bas bağırmıştı herkesin içinde.
Behzat işte böyle bir baba. Elinde kanunun silahı varken kanunun verdiği yetkiyle, yoksa zorun gücüyle dünyayı karşısında ya hayranlıkla izlemek ya da korkudan titremek suretiyle dizini kırıp oturan kızların ülkesi zanneden bir baba.
He ya, gene de seviyoruz Behzat’ı. Üzerindeki şeffaf babalık urbasının altında, üstesinden gelemediği hayatın yara izleri açık ve seçik görülen bu babayı nasıl sevmeyelim? Behzat “çıplak kral” gibi hayasız değil, örtünmeye çalıştıkça kendi derisini soyan bir baba. Bize bir şey öğretsin diye değil, ağzımıza mıçsın, ağzına mıçılmışlıkta yalnız olmadığımızı görelim diye seyrediyoruz. Çünkü Behzat yalnızca bir sebep değil, ayın zamanda sonuç. Bunca yara, bunca şiddeti kabullenmeye yeter mi? Yoooook, elbette yetmez. Bu yüzden Behzat’ı seyretmek, Behzat’ı sevmek alınmakta olan bir intikam gibi… Gözyaşları içinde tekrarlıyoruz: “Babacığım seni anlıyorum. Bu yüzden, senin gibi biri olmamak için çabalıyorum.”