Bu yazı güzel kardeşim Fikret Bekler’e ithaf edilmiştir.

Dinler, analitik olarak ele alınamazlar. Güneşin bile başka doğduğu zamanlarda ortaya çıkmış ve her şeyi maneviyat üzerine kurulu bir dev kurumu matematikle açıklamaya çalışmak, açıklayanı da dinleyeni de yorar.

Keza her dinin ortodoks, mistik ve liberal kanatları/tarafları vardır. Her dine inanan iyi insanlar, kötü insanlar vardır. Bu oranların dinsizler arasında daha farklı olduğunu da zannetmiyorum. Yani dinsizlerin de mistik (astroloji iching vb. takımı ve teist, agnostik takımı), ortodoks (Dawkins/Nişanyan takımı) ve liberal (ortalama dinsiz) kanatları/tarafları var tabii.

Yeni bir dirli dırlı cümle olarak: Herkes istediği şeye inanmakta serbesttir. Kimse kimseye neye inanması gerektiğini söyleyemez. Kimse kimseye neye inanmaması gerektiğini de söyleyemez.

Sevan Nişanyan ve Richard Dawkins, insanlara inandıkları şeyin saçma olduğunu anlatmak gibi üzerlerine vazife olmayan bir misyon yüklenmiş durumdalar. İnsanlara uzun uzun neye inanmamaları gerektiğini anlatıyorlar. Hem de risk alıyorlar. Dawkins üşenmeyip Adnan Hoca’nın irrasyonel bıdı bıdılarına bile cevap verdi.

Ama bunun dışında kullanışlı insanlar. Dawkins’in yazdığı Gen Bencildir ve Kör Saatçi ne kadar güzel kitaplardı. Keza Nişanyan’ın Türkçe’nin en iyi etimoloji sözlüğünü yazmış olmasının “sevabı” ona yeter ömür boyu. Cumhuriyet üzerine cesur yazıları, kitapları ve acayip hayatı da kreması.

Bunlar hardcore ateistler. Lakin ateizmde de bir maraz var. İnsanın inandığı şeyi söylemesi, “ben Müslümanım, Hıristiyanım, Hinduyum”, demesi çok normal. Ama ne olmadığımı, neye inanmadığımı neden söyleyeyim? Başkaları inandığı için mi? Bana ne başkalarının inandığından? Başkaları İngiliz diye durup dururken “ben İngiliz değilim” diyor muyum? Dinin icat olunmadığı bir ortamda ateizm var mıydı?

Komik tabii, ama Adnan Hoca da bu yüzden iri memeli sarı kadınları serpiştirip şu kelamı ediyor: “E ateistler neyi reddediyorlar?”.

Bir materyalistin Tanrı tartışmasına girmemesi gerektiğini, ille girecekse bunu ikinci planda, felsefi ve sosyolojik bir durum olarak inceleyebileceğini düşünüyorum.

Şuurlu bir materyalistin inanmak/inanmamak üzerine bir tercih yapmasına gerek yoktur. Böyle bir değerlendirme dahi suyun üzerinde yürüyen birilerine inanma olasılığını gündeme almak değil midir?

Keza teizm, agnostisizm filan gibi dinsizlik çeşitleri de bir çeşit kıvırmak kanaatime göre. Hani “Ya varsa? N’olur n’olmaz.” Ne bu?

İnsanın inançsız doğduğu, inanmayı sonradan öğrendiği kesin. Hal böyleyken inanmak her durumda sonradan yapılan, karar verilen yahut öğrenilen bir şey. Buna da kimse karışamaz. Birilerinin yalancı çıkarmaya çalışması da saçma.

Ha, inananlar aynı hataya düşmüyorlar mı? Eh. Onların da pek çoğu “bir benim inandığım doğru” diye düşündüklerinden öyle yapıyorlar.

Birileri -ki çok az birileri- Maya takvimine göre kıyamet kopacağına inanıyor diye nasıl mavra yaptılar. Onlar o mavrayı yapınca tabii insanın aklına bilumum inanca dair binbir türlü mavra geliyor. Dileyen Allah’a, Maya takvimine, Frank Zappa’ya, güneşe, yahut yeşil eriğe inanabilir, tapabilir, minnettar olabilir. “Ama” diye başlayan ikinci cümle politik olacak ve haddini aşacaktır.

…..

Hindistan’a gidip gelmeye ve konuyla ilgilenmeye başladığımda nasılsa askerden kaçıyorum bari eğlenceli bir şeyler okuyayım diye Hindoloji bölümüne girmiştim. Hindistan genel olarak acayip bir yerdir zaten. Malumunuz 17’inci yüzyılda alçak İngilizler burayı sömürge yapıp abuk subuk alışkanlıklarını bu hoşgörü ve güzellik dolu topraklara yapıştırana kadar Hindistan dünyanın en zengin ülkesiydi. Şimdi oradaki sefaletin de Britanya’daki zenginliğin de sebebi aynı işgaldir zaten.

Hint bilim ve din tarihi özel olarak çok ilginçtir. Misal Çarvaka Sistemi bir nevi pre-Marksizmdir. Hem de milattan epey önce çıkmıştır. Yahut Cainistler canlı sevgisinin suyunu çıkarmış ve bu sayede zengin olmuşlardır. Çünkü tarımla uğraşırsak sürerken biçerken hayvan öldürürüz diye ticarete takılmışlardır. Geceleri bir ellerinde süpürge bir ellerinde fenerle gezerler. Bir taşa oturmaları gerekirse taşa fenerle bakıp süpürgeyle börtü böceği temizlerler. Ağızlarına bir bez parçası maskelediklerinden tanımak da kolaydır. Bu bez parçası nefes alıp verirken istemeden mahlukat yutmamak içindir.

Sikh’ler (muhtemelen erkek cinsellik organını çağrıştırdığı için Türkiye’de hatalı olarak Sihler diye okunur ve yazılır) vücutlarının hiç bir kılına tüyüne ömür boyu dokunmazlarken Budist rahipler hepsini keserek gezinirler. Sikh’ler o kadar naiflerdir ki, bir peygamberleri değil “founder”ları vardır. Ve hedefi yahut hedeflerinden birisi Müslümanlıkla Hinduizm’i kendi içinde karıştırıp barıştırmaktır. Sonuç -hele Pencap’ta filan- tabii pek öyle olmamıştır ayrı 🙁

Hıristiyanlık, Avrupa’dan önce Hindistan’a, Kerala eyaletine gelmiştir.

Velhasıl bakmayın Pencap, Kaşmir gibi vukuatlara, genel olarak bütün bu “mozaik” hakikaten barış içinde yaşar. Kerala’da aynı meydana bakan 4 köşede bir cami, bir sinegog, bir Hindu tapınağı bir de kilise görmüştüm. Özellikle yapılmamıştı, öyleydi.

Ayrıca bütün dinler birbirine girmiştir. İneği epey seven Hindular inek kesen Müslümanlarla birlikte Kurban Bayramı kutlar misal. Gerçi birisi deve kesmeye yeltendiğinde bütün gazetelere manşet olmuştu, ayrı 🙂

Budizm bunların içerisinde en devrimcisidir. Her şeyden önce bir din değildir. Hinduizm’in dogmalarına karşı çıkmış bir çeşit felsefedir. Birden fazla varsayılan Buda hayatı vardır. Ama bunların hiçbirisinde öyle suyun üstünde yürümeler, merhem olmalar filan bulunmaz. Buda kendisinin herhangi bir tanrısal özelliği olmadığını, sayılabilecek tek marifetinin bütün bu bulduklarını bulduğundan dolayı bir önderlik vasfı olabileceğini söyler.

Söyler de kim dinler?

Dünyanın dört bir yanında binbir çeşit Budizm var. Richard Gere bile budist.

Bu budistler ne iş yapıyorlar? Bu soruyu 1992’den beri ahbaplık ettiğim Budistlere sorarım. Henüz bir cevap bulabilmiş değilim.

Dünyanın en büyük ikinci Budist tapınağı Nepal’de. Tapınağın karşısında meyveli lassi’mi yudumlarken bir adam gördüm. Adam ellerini havaya kaldırıyor, sonra yere indiriyor, ileri doğru sürünüyor, boylu boyunca geriniyor, kendini ileri çekerek tekrar ayağa kalkıyor ve yine sürünüyor; tekrar, tekrar, tekrar… Zaten doğu dinlerinin çoğu tekrar üzerine kuruludur. Bu abinin adağı varmış. Bilmem kaç haftadır da gece gündüz bu hareketi yaparak tapınağın çevresini turlarmış. Arada küçük küçük uyur, yemeğini de oracıkta atıştırırmış. Bunları da bana hareketlerine ara vermeden tarzanca anlatmıştı.

Şimdi Buda’nın verdiği mücadele, babasının sarayından kaçıp acayip yollara girişi, kurumlaşmış dinlere savaş açışı vb. tam olarak bunların olmaması içindi aslında.

Sonra tapınaktaki rahibe “Siz burada tam olarak neye tapıyorsunuz?” diye sormuştum. Öyle ya Buda’nın kendisinin bile insanüstü iddiaları yokken rahiplere ne oluyordu?

Wewurukannala Vihara tapınağı, Sri Lanka Foto: Metin Solmaz

“Hiç bir şeye” demişti. “E o zaman neden buranın adı tapınak, senin adın monk?” “Yahu insanların belirli ritüellere ve yerlere ihtiyaçları var bir şeylerin yürümesi için” demişti.

“Buddha nasıl Lord Buddha oldu?”, diye sormuştum. “O Lord başka Lord” cinsinden muğlak ve geçiştiren cevaplar vermişti.

En son Sri Lanka’da budist rahiplerle muhabbet ettim. Orada da benzer şeyleri söylediler. “Peki bu yasaklar niye?” dedim. “Yani neden sevişemiyorsun, evlenemiyorsun kardeşim madem?”

Daha da acayibi bir takım Hindu tapınaklarına Buda heykeli de koymuşlar. Ya da Budist tapınaklara Hindu tanrılarının heykellerini. Yani Gana Pati’ye, Vişnu’ya tapınmadan önce Buddha’dan izin istiyorlarmış. Buddha’nın izniyle Buddha’nın savaştığı dogmalara dua okuyup hindistan cevizi filan parçalıyorlardı.

Velhasıl Siddhārtha Gautama Buddha (Sanskrit: सिद्धार्थ गौतम बुद्ध) için de bir nevi milattan öncenin Nişanyan’ı yahut Dawkins’i denebilir.

Çünkü Buddha, bütünüyle Hinduizm’in totaliterliğine, dogmalarına, bağnazlığına karşı çıkmış devrimci bir adam. Hayatını bunun saçmalığını anlatmaya adamış. Yani o da Dawkins yahut Nişanyan gibi insanların neye inanmaması gerektiğine takmış kafayı. Bu arada da bir felsefe ekolü buluvermiş.

O kadar başarılı olmuş ki, Hinduizm başa çıkabilmek için içselleştirmek zorunda kalmış. Vishnu’nun avatarlarından birisi olarak deklare etmiş Buddha’yı. Yani demiş ki “Buddha aslında bizim Vishnu’nun bu dünyadaki görüntülerinden birisidir. Bizdendir. Buddhist olarak Hinduizm’den çıkmazsınız”.

Tehlikenin farkında mısınız?

Yarın birgün ortalıkta Sevancı rahipler filan dolanırsa, Dawkins tapınakları filan olursa ya?