Mahmut M. Özdil, 36 yaşında, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduğundan beri Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde çalışıyor, alanı İdare Hukuku. 10 yıldır, çocuk kitapları editörü Tuba Öztürk ile evli. Ali, Babası ve Kırk Haramiler isimli bir blogu var.

Kaç yaşında baba oldunuz? Planlı mıydı?
Evlendiğimizde Tuba daha üniversitedeydi. Çocuk sahibi olmakla alakalı ne olumlu ne olumsuz, hiç keskin fikirlerimiz, arzularımız yoktu.

“Ne zaman çocuk yapacaksınız?”, “Daha siz kendiniz çocuksunuz, sakın ha!”, “Aaaa çocuksuz olmaz!”, “Yoksa olmuyor mu?” salvolarını dört sene boyunca hasarsız atlattık, sonra bir anda neden olmasın dedik ve birkaç ay sonra ilk kalp atışlarını dinliyorduk. Ben otuzumu bitirmek üzereydim, Tuba yirmi dördünü.

Eşinizin hamilelik süreci sizin açınızdan nasıl geçti?
Hamileliğin dördüncü ayında tezim için iki aylığına Paris’e gittim. O iki ay benim için epey zorlu geçti, sürekli deli miyim neyim, ne işim var burada diye düşünüyordum, Paris postaneleri ve Fransa’da komünikasyon sisteminin işleyişi ile ilgili de hatırı sayılır bir uzmanlık kazandım.

Giderken Tuba’da gözle görülür hiçbir fiziksel değişiklik yoktu. İki ay sonra döndüğümde havaalanında beni bayağı bayağı hamile bir kadın karşılıyordu. Gerçi ben oradayken de her gün görüşüyorduk ama işin fiziksel kısmını ancak havaalanında idrak edebildim. Kalp atışlarını dinledikten sonraki ilk büyük sevinç, orada oldu. Hamilelik Tuba’da sürekli bir neşe ve enerji patlaması şeklinde tezahür ettiğinden, benim açımdan da her şey çok eğlenceli ve rahattı. Sürekli “hamilelik süpermiş, filler çok şanslı” deyip duruyordu. Doğumdan bir hafta öncesine kadar çalışmaya, bir gün öncesine kadar da araba kullanmaya devam etti. Bir tek araba kullanma kısmı, acaba bugün hangi minibüs şoförüyle ralli yaptılar şeklinde bir endişe kaynağıydı ama o kadar…

Bir de ne kadar uğraşırsanız uğraşın, aslında baba olarak bütün o sürecin dışındasınız. Anneyle ilk andan kurulan fiziksel bağdan yoksunsunuz. Ben de belki bu dışarda kalma endişesiyle, kendimi o sürece dahil edebilmek için, ilk başlarda çok mu kendimi ortalara sermek olur diye çekinsem de hamileliğin son haftasında blog yazmaya başladım. Hâlâ da devam ediyor…

Bebeğinizi ilk gördüğünüzde ne hissettiniz?
Olumsuz bir sonuç çıkarsa ne yapacağını bilemediğinden Tuba ikili, üçlü… testleri yaptırmayı reddetmişti. Doktorumuz da “eğer hekim değilseniz, doğumhaneye girmemenizi tercih ediyorum” deyince doğuma da giremedim. Herhalde bunların verdiği stresle doğumhaneden çıkarıp kucağıma verdiklerinde, ilk bütün parmaklarını saydım. Ne yaptığımın farkında değildim.

Doğumhanenin önünde benimle birlikte bekleyen arkadaşlarımın tezahüratlarıyla kendisini süper yakışıklı bulduğumu da hatırlıyorum. Şimdi dönüp ilk gün fotoğraflarına baktığımda, kargaya yavrusu kuzgun görünür ne demekmiş anlıyorum.

Evde altları kim değiştiriyor?
Artık beş yaşına geliyor, kendi işini halletmeyi öğrendi. Bebekken, eğer evdeysem altını da ben değiştiriyordum, mamasını da ben hazırlıyordum, banyosunu da ben yaptırıyordum ama bunun anneye “yardımcı” olmakla filan ilgisi yok. Hep demin bahsettiğim o sürecin dışında kalmaktan rahatsız olma durumuyla ilgili, bütün bunları yapmazsam bir şeyler eksik kalacak gibi geliyordu, huzursuz oluyordum. Gerçi Tuba doğumdan sonra dört yıl kadar çalışmadığı için evde olan ve altını değiştiren, mamasını hazırlayan, giysilerini ütüleyen, banyosunu yaptıran… Genellikle o oluyordu.

İsme nasıl karar verdiniz? Ne oldu?
İsmi Ali. Cinsiyeti belli olduğunda ben burada değildim, Tuba’nın “pipi göründü!” mesajı üzerine hemen bilgisayar başına geçtim, konuşurken iki dakikada “Ali olsun” kararını verdik, sıfır tereddüt.

Bazen etraftaki süper fantastik isimleri duydukça, Ali büyüyünce “Bizimkiler bana hiç özenmemiş, ilk akıllarına gelen ismi koymuşlar” diye hüzünlenecek diye dalga geçiyoruz.

İş ve sosyal hayatınız nasıl etkilendi?
Bana kalırsa hiçbir şey değişmedi, en azından benim fark edip üzüldüğüm değişiklikler olmadı, ne bileyim “Aman Allah’ım hayatım artık eskisi gibi değil” depresyonu yaşamadım. Gerçi bu Tuba için de böyle midir emin değilim, çalışmaya dört yıl ara verdi sonuçta… Yine de büyük ölçüde Ali’den önce yaptıklarımızı yapmaya devam ettik gibime geliyor, bir arkadaşımızın deyimiyle, “yazık, bu çocuk da kafe köşelerinde büyüdü.” Ama hayattaki en yakın arkadaşlarımdan biri, ben “bir şey değişmedi ki, ne var yani…” dedikçe çok eğleniyor, itiraf etmeliyim.

Nasıl bir baba olacağınızı düşünüyordunuz? Düşündüğünüz gibi oldu mu?
Çocuğunun başka bir birey olduğunu anlayıp kabullenebilmiş bir baba olabilmeyi umuyordum, umarım olabilirim.

Eş-dosttan giysi/oyuncak aldınız mı?
Koli koli…

Bebeğinizin bakımına kimler yardım etti?
Sürekli bir yardım almadık ama Tuba’nın annesi ve ablaları çok destek oldular.

Kendinizi babanızla kıyaslasanız…
Çocukken annemle babamın bende uyandırdığı özgürlük içinde güvende olma hissini Ali’ye yaşatabilmeyi umarım. Ötesi için Ali en azından on beş yaşına gelinceye kadar bir şey söylemek istemem.

Kendi tarifiniz bebek/çocuk yemekleri varsa anlatsanıza…
Aslında şanslıydık, karnını doyurabilmek için taklalar atmamız gerekmedi. Küçücüktü, daha dişleri yoktu, neden pizzanın domatesli kısmı kendisine verilmiyor diye olay çıkardığını hatırlıyorum mesela. Ya da brokolinin tadını değilse de “modelini” hep beğendi, üstelik artık tadını da seviyor.

Okula başladıktan sonra ise evdeki yemeklerin pabucu dama atıldı, diyor ki biz iğrenç yapıyormuşuz, Kadriye Teyze herşeyi çok lezzetli yapıyormuş. Tarif için doğru adres biz değiliz yani…

Çocuğunuzla beraber hayatınızda ve sizde neler değişti?
Söylediğim gibi hayatım değiştiyse de çok farkında değilim. Zaten sanki hiç Ali’siz bir hayatım yokmuş gibi geliyor. Ama bir şeyler değişti tabii, bence en dramatik olanı, artık kendimi oğullarla değil, babalarla özdeşleştiriyorum. Bir filmde, bir romanda, yolda, vapurda, nerede bir baba oğul görsem, kendimi oğulun değil, babanın yerine koyuyorum. Bu his ilk geldiğinde Ali daha doğmamıştı, beş yıl oldu hâlâ ilginç geliyor…

Bir de artık Ali’ye mahcup olmamak için, en azından Galatasaray’ın o hafta kimle maçı vardı ve sonuç ne oldu öğrenmeye gayret ediyorum.

Çocuğunuzla beraber neleri yapmaktan zevk alıyorsunuz?
Bu sene okulu benimkinin karşısındaydı. Tuba’nın bizi bırakmadığı sabahlar elele tutuşup birlikte yola koyulmaktan, yol boyu kitap okuyup muhabbet etmekten, sıkılınca “baba telefonunla oynayabilir miyim” demesinden, yorulunca omzuma çıkmak istemesinden, hep aynı yerlerde aynı numaraları çekmeye çalışmasından çok zevk aldım.

Bir de bence bir çocukla vakit geçirmenin en güzel tarafı, muhatabınız durağan değil, sürekli bir oluş halinde ve bugün çok zevk aldığı bir şeyi yarın çok çocuk işi bulabiliyor. Bu sayede ilelebet sürüp insanı boğacak rutinler mümkün değil.

Sonuçta kendisiyle sadece milimetrik planlanmış “çok özel” anları paylaşıyor değiliz ama genel olarak ben Ali’yle vakit geçirirken çok eğleniyorum, umarım o da kibarlığından sıkılmıyormuş gibi yapmıyordur.

Çocuğunuzun sevmediğiniz huyu?
Fazla tertipli olmasından bazen ürküyorum. Bir ara en korkulu rüyası kötü adamların gece gelip yatağını bozmasıydı diyeyim siz anlayın…

Deneyimlerinize dayanarak babalara ve baba adaylarına önerileriniz var mı?
Valla kendimi kimselere tavsiye verecek konumda görmüyorum ama laf dinletemediklerinde, mucizevi “sayma metodunu” bir denesinler derim. “Ona kadar sayıyorum , o ayakkabılar giyilmiş olacak”, “Beşe kadar sayıyorum, dooğru banyoya” gibi… Saymayı bitirdiğimde dediğimi yapmamış olursa ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok ama bizde bu yöntem hâlâ işe yarıyor, belki onlarda da yarar. 🙂

Babalık neymiş?
Herkes için her zaman işleyecek mutlak bir reçete, tek bir formül yok sanki burada da. Aynı insan için bile üç gün pösteki saymaksa, dört gün Hogwarts’ta Quidditch kaptanlığı yapmak…