Advertisement

Yazar: Funda Demir

Ağaçlara tutunmak…

Ağaçlar konuşuyor derdi dedem yaşasaydı eğer. Ben dedemi hiç tanımadım, ama onunla ilgili o kadar çok hikâye dinledim ki; gömleğini, cebindeki saatini, yürüyüşünü, öfkesini ve sevgisini hayâl edebiliyorum kimi zaman. Ağaç dallarından yaptığı oyuncak düdüklere yetişemedim, doğru. Ama ölümünden yıllar sonra bile anlatılan; bıkıp usanmadan iyileştirdiği hayvanların, evine aldığı eski zamanın vakitsiz misafirlerin hikâyelerini dinledim bütün tanıyanlardan. Bahçemize ektiği ağaçların altında büyüdüm. O kavak ağaçlarının altına salıncak kurdum, uzanıp kitabımı okudum, âşık olup müzik dinledim aynı ağacın altında aynı göğe bakarken… Ve daha önce işitmediğim dedemin sesini orada duydum defalarca. Rüzgâr eserken yaprakları konuşturur. O ağacın sesi, ona emek...

Devamı…

Bir gece sevgi duvarını aştı bir balık…

Üzerine yazmanın bu kadar zor olduğunu bilsem bu yazıya kesinlikle başlamazdım. Ama oldu bir kere. O çok sevdiğim, üzerine çok yazılar yazılan Küçük Kara Balık‘ı ben neden sevmiştim onu hatırlamaya çalıştım sadece. Kendisi 28 yaşındayken Aras nehrinde (şüpheli bir biçimde) boğulmuş olarak bulunan İranlı yazar Samed Behrengi’nin 12 Eylül’de ülkemizde de yasaklanan kitabı Küçük Kara Balık, yaşadığı ırmağın sonunda ne olduğunu merak eden ve çevresindeki bütün baskılara rağmen denize ulaşma çabası gösteren küçücük bir balığın öyküsü. Yaşlı ve bilge bir balığın, binlerce torununa anlattığı masalla başlıyor hikâyemiz… Karşılaştığı tüm zorluklara canı pahasına göğüs geren ve ona kulak vermeyen diğer...

Devamı…

#vanüşümesin de varsın küçülsün "Masal Battaniyesi"

Paylaşmak nedir? Çocuklara yapmak zorunda olduklarını anlattığımız bir davranış mıdır sadece? Bir oyuncağı, kocaman bir çikolatayı paylaşmak oldukça kolay ve zorunludur yetişkinlerin gözünde, değil mi? Oysa o çikolataya sahip olan ya da oyuncakla oynamayı hevesle bekleyen taraf biz değilizdir çoğunlukla ve söylemek, karşındaki kişiden beklemek hep kolay olandır ve biz kolay olanı severiz. Hayatımız yeterince zor zaten, değil mi? Bitmeyen işler, yetmeyen para, sonu gelmeyen ihtiyaçlar. Eve gidince ayaklarımızı uzatıp çayımızı yudumlamak değil mi gün içerisinde sıklıkla aklımıza gelen? Bakmayın sitemkâr halime, paylaşmayı değil, bu çeşit bir paylaşmayı zorunluluk olarak tanımlayan zihniyeti sevmiyorum. Hayatın doğallığında olması gereken bir sosyal...

Devamı…

Bir masal vardı bu şehre dair…

İçinden kargalar, cüceler ve uğurböceği geçen bir darlanma yazısı… Bu şehre dair bir masal olsa anlatacaklarım… O zaman bir kadın sade kahvesini içerken gazetesini okuyabilir miydi? Koşabilir miydi bir çocuk uçurtmasının ardından? Yavrusuna sarılabilir miydi bir baba? Okulu bitirip öğretmen olur muydu bir genç? Cigarasını yakıp uzun bir yolu yürür müydü diğeri? Oğlunun sevdiği yemeği yapıp nerede kaldın diye arar mıydı bir anne? Bir masal olsa… Sadece okuduklarımız mı ağlatırdı bizi? Canavar şehrimize geldiğinden beri değişti her şey. Bulutların karası, limonların ekşisi, çiçeklerin kokusu… Yaşadığımız yer, onun çizdiği korkunç bir resim sanki. Etraf beton duvarlarla kaplı. Sıkışıp kaldık o...

Devamı…

Kitap okutanınız çok olsun!

Dünya Çocuk Kitapları Haftası kutlu olsun! Unutamayacağımız nice Pippi Uzunçorap’lar, Aslanyürekli Kardeşler, Sevdalı Bulut’lar, Bacaksız Bahri’ler olsun yeni dünyamızda. Kumkurdu evinizden eksik olmasın, Değnek Adam’a rastlarsanız sıkıca sarılın ve Kırmızı Kanatlı Baykuş’u unutturmayın hiç. Kitap okutanınız çok olsun. Bu hafta benim kitaplığımdan en sevdiklerime bir göz gezdirelim: Kumkurdu – Üçü Bir Yerde -Åsa Lind Kanat Çocuk Zackarina anne- babasıyla birlikte deniz kıyısında bir evde yaşıyordu. Bir gün yalnız başına sahile indi ve orada eşi benzeri olmayan biriyle karşılaştı: Kürkü altın gibi parıldayan, vahşi ve güzel Kumkurdu’yla… Åsa Lind’in, Zackarina ile Kumkurdu’nun müthiş dostluğunu anlattığı hikâyecikleri büyüleyici, eğlenceli, meraklı ve...

Devamı…

Bakın "Bulutların Arasında" dolaşıyor çocuklar…

Gencecik bir adam, çocuğunun yanağına öpücük kondurup çıktı evinden, “akşam” dedi. “Geleceğim!” Aynı saatlerde başka bir genç adamın kalbi -ki varsa eğer- saatli bomba gibi atıyor olmalıydı. “Öldür” demişlerdi. “Sigarayı söndür” der gibi sakindi ses tonları. Saat hayatı son geçtiğinde bir kez bile düşünmedi iki adam. Birinci adam oradaydı; çünkü çocuğuna sunacağı bundan daha güzel, daha onurlu, insana yakışan bir hayat vardı. Biliyordu. İkinci adam, o da oradaydı. “Öldür” demişlerdi. Öldürecekti… Şimdi birinci adam toprak oldu. Yağmur olup yağmak için bulutlara çıktı. Rengarenk çiçekler açıyor bulutlarla bezenmiş göğsünde… Koparamıyor kimse. İkinci adam vahşi bir hayvan kadar olamayıp avını sokak ortasında bırakıp kaçtı. Korku içinde saklanıyor. Kim ne derse desin, aldığı terfiler, sırtını sıvazlayanlar, adaletin öldüğü mahkeme kararları ve boş laflar susturamayacak içinden gelen sesleri. Onun da bir annesi var. Elini öptüğünde birinci adamın annesi gibi kokacak o eller. Çocuğuna sarıldığında iki adamın çocuk sevgisini taşıyacak içinde. Uykular iki adam için. Korkular da! İki adamlık yaşayacak ne varsa! Her şeyin bir anda değişebildiği bir ülkenin insanı o. Bunu biliyor. Bir gün yeniden dirilecek adalet. Ethem’in ve onlarcasının omuzlarında ayağa kalkacak. O zamana kadar korkarak bekle ikinci adam. Korkmak için çok sebebin var nasılsa… Bugün kimse bana adalet, demokrasi falan demesin lütfen. Al kırmızı beyaz bayrağımızı belirli gün ve haftalarda pencerelere camlara asınca, komşunun bayrağı bizimkinden büyük ah ne güzelmiş deyince, sosyal medyada profillerimizi kaplayınca hayat bayram filan olmuyor. Cumhuriyet uğruna...

Devamı…

Seksek yıldızlar vardır!

Seksek yıldızlar vardır! …ve ışığını çok uzun zaman önce kaybetmiş bir gezegene iyi gelirler Bir zamanlar sokakta köşedeki kaldırıma oturmuş ekmek arası peynir domatesimi yerken, şimdinin aksine çırpı bacaklarıma konan kara sinekleri düşünürdüm. Bir sinek olsam üzerine konacağım kişiyi seçebilirdim, ama bir çocuğun nerede, nasıl ve ne şekilde bulunacağına karar veren büyükler vardı. Sinekler insanlardan özgürdü. Bir balık ne hayal ederdi? Deniz kızları gerçek miydi? Kuşlar -ki en çok serçeler- sadece yağmur yağarken mi yıkanırlardı? Karıncaların koşturarak gittiği yuvalarında kaç kişi yaşıyordu? Sokaktaki çöpleri toplayıp, hortumla her yerleri sularken, bir de kapının önünü yarım yamalak süpürmenin tüm dünyayı temizlemeye yettiğini sandığım günlerdi. Ne okul vardı hayatımda o zamanlar ne de hayat bilgisi… Yine öyle bir gün. Annem elimden tutmuş, çekiştire çekiştire yürüyoruz. Aynı semtteki dayımlara yolculuk. Ay yeni çıkmış, bembeyaz. Yolda fırına uğrayıp ekmek alıyoruz. Ay yine orada. Büyümüş mü ne? Kafam hep yanda. Binaların arasında gözükmüyor bazen, kayboldu işte diyorum, yeniden karşıma çıkıyor. “Anne ay bizi takip ediyor, gerçekten!” “Hadi yürü yavrum, herkes bizi bekliyor, geç kaldık. Ay hep aynı yerinde.” “Ama anne, evimizin önündeydi,şimdi burada.” “Hadi, yürü dedim sana.” Tüm geceyi somurtarak geçirdikten sonra eve dönüş için yola çıktığımızda artık iyice tepeye çıkmış, geceyi aydınlatan kocaman ay selamlıyor beni. Demek kapının önündeydin diyorum. Eve dönene kadar ara sıra görünmez olma oyunu oynasa da, yine bizimle. Kapının önünde vedalaşıyorum onunla. Beni takip etmesi, sevmesi, koruması, yolumu aydınlatması demek...

Devamı…

Orada öylece kal "Kayıp Şey"

İtiraf etmeliyim ki adı dalgınlık mı, safsaklık mı bilmiyorum. Bugüne kadar onlarca şeyimi kaybettim. Kimisinin arkasından günlerce öfledim pöfledim, kimisini neyse ki n’apalım diye geçiştirdim. Ne kimlikler, akbiller, kitaplar geldi geçti de hiçbiri mor hırkam kadar üzmedi beni. Hem çok severdim, hani üzerinizden çıkarmadığınız şeyler vardır ya, öyleydi… Hem de iki dakika öncesine kadar çantama asılı olduğuna emindim, düşürsem bile arkamda olmalıydı. Ama yoktu. Yıllardır her İtü Şenliği çağrısı duyduğumda hala aklıma ilk önce hırkam gelir. Yıllar sonra bir köşeden çıkıp bulunacakmış gibi hissederim. Kayıp Şey ile tanıştığımdan beri biraz daha umutluyum. Shaun Tan imzalı bu kitap, bu çizgi...

Devamı…

Başka bir orman bu, tenekeden

Bir ormanı var eden nedir? Ucu bucağı görünmeyen, gündüzleri bulutlara geceleri yıldızlara değen ağaçlar, kuşlar, sincaplar, tavşanlar, domuzlar, kaplumbağalar, rengarenk çiçekler, şifalı bitkiler, nefis meyveler… Her mevsimi ayrı güzellikte yansıtan renkler, içimize çekmeye doyamadığımız çam kokusu. Dokundukça iyileştiren toprak. Rüzgârın dinginleştiren uğultusu… Bir ormanı var eden nedir, derseniz bana: şimdi, şu anda bunların hepsi bir yana hayal gücü derim sanırım. Çünkü yakın zamanda yolum Teneke Orman’dan geçti. Oranın havasını soludum, suyunu içtim ve kendimi çok iyi hissettim. Şimdi sıra sizde, hazır mısınız? Teneke Orman, dünyanın öbür ucunda, unutulmaya yüz tutmuş ve kimsenin istemeyeceği şeylerle dolu olan bir yerdi. Bu...

Devamı…

Broca Sokağı'nda inecek var!

Her sokak bir hikâyeyle yaşar. Kimi gün uykusuz gözlerimizle gireriz o hikâyenin içine kimi gün hiçliğimizle. Bazı sokaklar sönmüş yıldızlar gibi kaybolurlar, kimileri ise içindeki onlarca iyilik ve kötülükten aldığı güçle ışıldarlar. Sokaklar ışıldar mı demeyin. En yakın akrabalarınızdan öte komşularınızın olduğu, farklı dinlerden farklı kültürlerden olup aynı havayı soluyan sevmeyi ve sevilmeyi bilen insanların yaşadığı bir sokakta doğdum. Henüz hikâyesini tamamlamayan sokağımın ışığı azalsa da hala parlıyor. Ben gördüm. Gözleriyle görmek isteyenleri de Samatya’nın Yedikule’yle birleştiği noktaya bekleriz. Uğramışken bakkal İbrahim Abi’de gazoz içmeyi ve bizim oralarda el arabasıyla satılan meşhur Bir tat lahmacunlarından yemeyi unutmayın… Hikâyesi çok...

Devamı…