Hindistan cevizi ağaçlarının altında kocaman bir kumsal ve turkuaz denizde insan ister istemez bir hindistan cevizi satın alıyor. Yaklaşık bir liraya gelen hindistan cevizinin pipetle suyunu içiyorsunuz uzun uzun. Sonra da ikiye yarıp elinize tutuşturuyorlar. İçindeki henüz katılaşmamış hindistan cevizini yerken sıkıysa kötü hissedin kendinizi.
Çocuğunuzu o neredeyse insansız kumsalda, Goyambokka’da aslında ne kadar fazla insanın kolladığını çocuk atipik bir hareket yapınca anlıyorsunuz. Dört bir yandan davrananlar oluyor. Burada insanın kendini iyi hissetmesi için çok fazla sebep var.
Önceki yazıda söylediğimiz gibi Tangalla’dan ayrılması zor olmuştu. Şimdi aynısı Unawatuna için geçerli.
Tangalla’dan kahvaltı sonrası çıktık yola. İlk durağımız Wewurukannala Vihara Budist Tapınağı’ydı. Burada, tam 50 metre boyunda bir Buda heykeli (Sri Lanka’nın en büyüğüymüş), yığınla illüstrasyon, heykel, rölyef, filler, ne ararsanız vardı. Rahipler de her zamanki gibi güleryüzlü ve yardımsever insanlardı. İlyas bu tapınağa bayıldı. Hem koşacak yer çok, hem heykel ve illüstrasyon dolu ortalık. Fil bile var. Daha ne olsun? Tapınaktaki diğer detayları fotoğraflardan takip edebilirsiniz.
200’er rupi bağışımızı helalı hoş olsun diyerek yaptıktan sonra tekrar çıktık yola. Matara’yı gezesimiz vardı yolda. Ama İlyas Bey uyuduğu için pas geçtik. Mirissa’da da aynı sebepten durmadık. Bir ara kalmaya niyetlendiğimiz Mirissa, balina turlarıyla meşhur sakin bir kumsal kasabası. Balina seyretmekle zaten işimiz olmaz iken Tangalla’da yeterince sakin vakit geçirdiğimizi düşünerek Galla’ya doğru yollandık. Galla, nispeten büyük şehir. 6 km ötedeki sahil kasabası Unawatuna’da kalıp Galla’ya da gider geliriz diye düşündük. Yolu da gezerek tükettik.
Balıkçı kasabası Weligama’yı çok sevdik. Balıkçılarla bir miktar yarenlik edip uzunca bir mola verdik burada. Fotoğraflardan takip edebilirsiniz.
Unawatuna’ya geldiğimizde yerleştiğimiz Sea View Guest House’ta yaklaşık 50 m2 bir odamız, güzel bir balkonumuz, çocuklu komşularımız ve kibar çalışanlarımız var.
Unawatuna, bir miktar Goa kumsal kasabalarına benziyor. Arambol Beach’e benzettim ben en çok. Tek fark burada parti yok. Yahut biz görmedik. Ama orası gibi burası da Rus dolu ve her şey turizm üzerine kurulu.
Sloven komşularımızın biri 3 yaşında, biri 4 aylık iki kızları var ve Zizek aşkına çok iyi anlaştık. İlyas’ın sürekli Lana’ya yani bebek olana bakmak istemesi dışında sorunsuz bir ilişkimiz var. 3 haftadır burada kalıyorlarmış ve 3 yaşındaki Zoya muhabbet edecek yaşıt bulamamaktan muzdarip olduğu için İlyas’ın üzerine atladı. İlyas’ın da en sevdiği şeylerden birisi üzerine atlanması olduğu için süper muhabbet kurdular.
Bizimkine macera diyenlere duyurulur. Adamlar 4 aylık ve 3 yaşında iki bebeyle bir aydır buradalar. Gerçi, “Ne kadar zamandır yoldasınız?” soruma, “pek yolda sayılmayız, buradayız :)” diye cevap verdiler. Olsun. Akıllıca. 4 aylık bebeyle bizim gibi oradan oraya sürtmek pek konforlu olmazdı bence de. Biz de İlyas o kadarken bir gittiğimiz yerde en az üç hafta kalırdık.
Unawatuna ve Galla’ya devam ederiz. Yaydığımız ve çok fena yaydığımız için fotoğraf makinasını pek ellemez olduk, onun için fotoğraf sayısı azalmaktadır muhtemelen, kusura bakmayın. Bir miktar da video var. Onları da yükleyeceğiz bir ara.
Ali İlyas notları:
- Fotoğraf mevzuu İlyas’ı da çok baydı. Artık makinaya davrandığımızda doğrudan kafasını çeviriyor. Açıktan gıcık kapıyor. Eşşek kafalı gıcık herif. Halbuki çok eğlenecek büyüyünce bunlara bakıp.
- Bir batıl itikata kapıldı ki sormayın. Kendisini yüzebiliyor sanıyor. Denizde göğsüne kadar suya girip yüzünü kıyıya dönüp sürünerek kıyıya çıkıyor. Sonra “yüdüm yüdüm (yüzdüm)” diye sevinç çığlıkları atarak yanımıza geliyor. Çok zeki sayılmaz sanırım.
- Biz, baştan beri İlyas’a kolluk, simit filan almadık. Suyla ilişkide bunları almamak iyi olur diye düşündük. Hem yüzmesini de geciktirirmiş bunlar. Lakin burada sürününce yüzdüğünü düşünen bebe kimbilir simitle neler hisseder diye düşünerek 200 rupilik bir yatırım yaptık. Ve bir adet simit aldık. Bingo. İlyas çıldırdı. İnanamadı babası yahut annesi tutmadan suyun üzerinde kalabildiğine. İlk deneyde çıkardığı sevinç çığlıkları sahilde epey bir seyirci birikmesine yol açtı.
- Çişini kakasını artık mükemmelen söylüyor. Yaptıktan sonra ama 🙂 Birkaç dakika önceye çekebilirsek bu iş tamamdır.
- Tangalla’da sürekli at besleyip tuktuk’ların şoför mahallinde vakit geçirdiği için çok alıştı. Burada da aynısını arıyor, ama yok tabii. Neyse ki Galla’da takıldığımız parkta iki genç at var. Onları yaprakla besleyerek idare ediyor. “Yetil yapak ebet, salı yapak ı-ıh” yani “yeşil yaprak yiyorlar, sarı olanları yemiyorlar” diyerek de at diyeti konusundaki akademik bilgisini konuşturuyor.