Babam bir sabah nihayet altımı açmaya niyetlendi.

Aslında ona haksızlık yapmayayım. Yaklaşık 40 günlük uzun tarihimde babamı birkaç defa daha başımda beni soyarken hatırlıyorum. Ama her seferinde altımdaki bezi çıkardıktan sonra, haydi aval aval demeyim de şaşkın şaşkın bakarken, annemin ikimizi de kurtardığı bir vakıâ!

Neyse biz dönelim, babamın en yeni bezle imtihanına.

Gece gazım vardı. Annem dört sularında emzirdikten sonra beni yatağıma koydu. Emzirme süresince kâh anneme şirinlik yapan kâh yatağa dönen, ama sonra içine sinmeyip geri dönerek annemin karşısında ayakta uyuyan (!) babam, benim sancımtrak inlememsilerimi duydu. Geldi. Önce beni yatakta pışpışladı. Tabii uyumak ne kabil! Arada gözüm kapansa da bir büyük sıkışma ile uyanıp ‘veriyorum çığlığı veriyorum çığlığı’. Baktı olmayacak, aldı kucağına. Ben bir ara dalar gibi olunca yeniden yatağa koydu.
Babam yarım saat içinde iki tur daha aynı operasyonu tekrarladı. Sonra önce kendimi annemin kucağında, sonra benim beyaz yastık üzerinde annemlerin yatağında hatırlıyorum. Benim fukara odamın yanında onlarınki ferahfeza peşrevi. Beni ortalarına koyuyorlar. Tabii yastığın üstünde ve yüzükoyun olarak. Annem genelde yorgun olduğundan kafamı babama doğru çeviriyorum. Benim her mırıldanmamda (galiba daha doğrusu mızıldanma olacak)  bekçi köpeği gibi dikilmesi çok komik, ama hâlâ gülmeyi öğrenemediğimden kahkaha atamıyorum!

Ezcümle, orada olmak, onların sıcaklıklarını hissetmek, kokularını ve nefes alış verişlerini duymak çok güzel! Güzel de bugünün meselesi o değil. Biliyorum uzattım, ama kaçmayın yahu mevzuya geliyorum.

Babam sağ olsun, beş dakikada bir benim sesime uyanıp sabahı etti. Sonra usulca beni yataktan alıp odama götürdü, alt değiştirme ünitesinin (ünite mi basbayağı tezgâh be orası!) üstüne bıraktı. Gayet cesur kendine güvenli hareketlerle önce benim “pembo” tulumu çıkardı.

Şimdi yine aç parantez ama bu tulum mevzu önemli. Zira, (‘Zira mı? Zira nedir’ dediğinizi duyar gibi oluyorum, zira çünkü gibi bir şey… Geçenlerde Yılmaz Erdoğan’ın filminde duydum ve çok tuttum.)  babam bu tulumu severek İtalya’dan almış. Ama aynısı burada var ve yarı fiyatına. Şimdi küçüldüğü halde hep onu giydirmek istiyor. Parmaklarım neredeyse çıkacak ama ne gam! Kapa parantez.

Tulumu çıkardı, sonra badinin çıtçıtlarını yavaşça açtı. Bezi görünce şöyle bir dudaklarını ıslattı, sol gözünü kısıp eğildi. Elini beze attı, ardından vazgeçti, duvarda asılı heybeden yeni bezi aldı, yanına koydu. Sonra pişik kreminin kapağını açtı. Ardından ıslak mendil paketine yöneldi. Bir iki tanesini çıkartıp şöyle yamacına koydu. Ellerini ovuşturdu, yüzünde muzaffer bir komutan edası. Gören de Trabzon deplasmanından zaferle dönen Aykut Kocaman zanneder!

Hayır, işi halisane bir şekilde tamamlasa bu mağrur hali anlayacağım da, ohoo dur baba ya, bir bitir işini hele…

İki cırt cırt, bezi açtı. Bez pek kirli değil. Değil çünkü benim zaten kıvranmalarımın nedeni o. Çıkartacağım çıkartamıyorum, ama eli kulağında!

Babam, bezi maharetmiş gibi dertop edip kutuya attı. Sonra ıslak mendille üstünkörü bir iki sildi popumu filan. Üstünkörü diyorum, çünkü o kendinden emin adam gitmiş yerine acemi baba gelmiş halde. Önce beni kaldırdı, bezi altıma serdi. Fakat kısa kaldı, bir iki ittirmeye çalıştı baktı olmuyor. Beni yeniden kucağına aldı, bezi ileri itti. Fakat bezi ters koyduğunu anlayınca içten bir of çekti. “Ulan Hilmi ne kazma adamsın!” dediğini duydum. İşte o an içimde bir yanardağ patladı ve koyverdim. Değiştirme ünitesi, perde, pişik kreminin içi, duvar, babamın eli… Her taraf battı. Benim yüzümde bir kocaman gülümseme, babam ise çaresizlik içinde adeta Madame Tussaut Müzesi’ndeki bir heykel. Kardan adam gibi karşımda, bir burnunda havucu eksik!

Neyse son bir gayret ıslak beze hamle attı. Bir tomar bezi paketten çıkardı, ki ikinci sorti, bu kez bütün bezleri 12’den vurdum. Bizim peder tam looser’a bağlamışken önce çıplak ayak sesini duydum sonra şen bir kahkaha! “Hilmi, banyodaki dolaptan mavi bezi çıkar, haydi bebeğim sakin, bir şey yok!”

Annemin koca bebeği panik adımlarla banyonun yolunu tutarken annem kocaman kahkahasıyla karnımı seviyordu, “affferin kızım, aferin benim kızıma!”

Mira Hacaloğlu