Sana nasıl hitap etsem bilemedim…

“AKP’li kardeşim” desem, günlük siyasete gönderme gibi algılanacak; daha kötüsü beni CHP’li sanacaksın ki ilkinden büyük risk. “Muhafazakar kardeşim” desem, büyük haksızlık. Ağacından kuşuna, yaylasından denizine ortak değerlerimize sevdalı nice muhafazakar tanıdığım var… Nasıl hitap etsem sana? “Kardeşim” diyeyim izninle… Çok sevişmesek de kardeşiz sonuçta. Meyvemiz farklı ama aynı topraklarda büyüdük.

Kardeşim…

Karadeniz’in yaylasında, senin abilerinin açmayı istediği, benim abilerimin ablalarımın açılmasın diye kendilerini iş makinelerinin önüne attığı o yola niçin karşı çıktığımızı anlamıyorsun değil mi? Hiç gitmediğim ve belki gitmeyeceğim o yaylalar için canımın yanmasına, buralardan oralara “yeşil yolu” dert edinmeme anlam veremiyorsun… Nasıl anlatsam bilemiyorum ki?

“Allah yarattı, size ne oluyor” düsturuyla burun estetiğine canhıraş karşı çıkıyorsun ya birader, aslında mevzuu öyle bir şey… Boğaz’a üçüncü köprü yapılması ve çevre yolları açmak için harap edilen ormanlar, üçüncü hava limanı yapacağız derken İstanbul’un akciğerlerinin tıraşlanması, İstanbul-İzmir arasını üç buçuk saate indirmek adına köylerimizin arasından-ormanlardan-dağlarımızın içinden geçen iş makineleri, Bebek’te üç beş tekne yanaşacak diye yapılan Tekne Park, Yenikapı’ya yapılan dolgu alan, Karadeniz’e yapılan dolgu havalimanı… Bunlar var ya “burun farkıyla” burun estetiği yaptırmaktan daha önemli.

Bu arada kardeşim, yukarıda saydığım (ve sayamadığım) tüm bu projeleri desteklemen, onlara karşı sessiz kalman ya da bizimle birlikte karşılarına dikilmemen en masum tabiriyle kendinle çelişmek. Zira estetik yapılmasına karşı çıktığın “burun” Allah tarafından yaratıldı da Karadeniz’deki yaylalar, Boğaz, ormanlarımız, zeytinliklerimiz, denizlerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz Amazon.com’dan kredi kartıyla mı alındı? (Benim onları korumak, onlara değer vermek için dini bir referansa ihtiyacım yok. İnsan olmam hasebiyle bu emanetleri korumak ve bu bilinci çocuklarıma aktarmak zaten temel derdim; sorum sana: Benim kendinden menkul burnuma verdiğin değeri niçin yaylalara, ormanlara, denizlere, nehirlere vermiyorsun? Sorum ve anlam veremediğim bu.)

Türlü faydalarını sıralayabilirsin bir nefeste… Hepsi, adı üzerinde “fayda” onların. Kime fayda? Sana, bana, bizim oğlana. Yani insana. Oysa kardeşim, bu doğa dediğin senin benim emrimde değil. Faydasını yiyeyim, verdiğin zarara bak!

Her birine yanıtın var elbet; ama ne acayiptir ki her yanıtının ardından tek taraflı bir faydacılık var. Yaylalar arasında yol açmanın “rahat ulaşım” sağlayacağını söylüyorsun. Ya da birileri söylüyor, sen onaylıyorsun. Üçüncü köprü iki köprünün yetersizliği sonucu yapılıyor ve iddia o ki İstanbul trafiği rahatlayacak. İstanbul-İzmir arası üç buçuk saate inecek (ki yalan bu) ve A noktasından B noktasına daha çabuk ulaşacak otomobiller. Üçüncü havalimanı yapılacak ve Avrupa’nın bilmem kaçıncı büyüklükte havalimanı olarak bilmem ne kadar dolar getirecek yılda…. Farkında mısın hep bir insana fayda var sonuçlarında.. Daha kolay ulaşım, daha çok para… Yaylalar arasına yolu, oteller takip edecek 30 yıl sonra ortada yayla kalmayacak ne gam? Otellerin sifonlarını her çektiğimizde -hem gerçek hem sembolik olarak- yaylaların içine sıçacağız, kime ne? 15-20 yıl içinde yetersiz kalacağı belli üçüncü köprü ve çevre yolları yapımında tecavüz edilen ormanların lafı mı olur? İmara açılan alanlarda bilmem ne kadar rant dönüyor, yetmez mi? Üç yetmezse dördüncü köprüyü yaparsınız, dört yetmezse beşinci köprüyü… Ama sakın ha kimse burnuna estetik yaptırmasın. Allah’ın yarattığı burna dokunmak kimin haddine?

Ben bugün İstanbul’dan çıkınca Orhangazi’deki köyüme 2-2.5 saate gidiyorum kardeşim. O müthiş İstanbul-İzmir oto yolu bittiğinde iddia o ki yarım saat, 45 dakikaya köyde olacağım. “Daha ne istiyorsun” mu dedin? Söyleyeyim birader… Bizim zeytinlikler el değiştirmeye başladı.. İmara açıldı açılacaklar… Balkondan baktığımda karşımda falçata atılmış gibi duran oto yol izinin estetik zararı bir yana bundan 10-15 yıl sonra gideceğim köyüm, köy dışında her şeye benzeyecek. Zeytinlikler ev dolacak. Evler, doymak bilmez insan. Değil 45 dakikada gitmek, beni köyüme ışınlasan ne olacak birader? Ama anlamıyorsun değil mi? O gün evimi satsam iyi de para kazanırım ve hala söyleniyorum; kadir kıymet bilmemek benimki değil mi? Karadeniz’deki yaylalar için canımın yanmasına da anlam verememiştin zaten.

Faydacılık.

Her sorunun yanıtı bu değil mi kardeşim? Olmamalı.

Yol yapıyorsak rahat ulaşacağız, oteller yapılacak, turizm olacak, para kazanacağız… Köprü yapılıyorsa rahat geçeceğiz, devlet para kazanacak, yol boyunca yeni yaşam alanları açılacak… Kanal projesi yapacağız arkadaş! Düşünsene! O kadar yani! Yeni kentler oluşacak lan! Buna da mı karşısınız? Tamam, balıkların-kuşların göç yolu değişecek, Karadeniz Ege arasındaki akıntı ve bin yıllık habitat alt üst olacak ama faydamıza olacak di mi kardeşim? Bir insan burnuna estetik yaptırıp günaha girmedikçe gerisi sıkıntı değil. İtiraz eden çapulcu, Gezici, solcu, kitapsız.

Son söz, 25 yıldır yaşadığım, çocuklarımı büyüttüğüm Beşiktaş’tan bahsedeyim. Aklı evvel bir belediye başkanı var kardeşim bizim burada. Başkasının utana sıkıla kuracağı, ola ki duyulsa inkar edeceği bir projeyi gururla çıkıp söylüyor. Gazetelere demeç verip “Ihlamurdere Caddesi’ni İstiklal Caddesi yapacağım” diyor… Sonra evlerin dükkanların artacak rantlarından bahsediyor. Mahallemizi, Köyiçi’ni, güzelim Beşiktaş’ı dönüştürüyor olmaktan zerre rahatsız değil. Bu büyük ayıbın, günahın zerre ağırlığını duymuyor. Zira günah olarak görmüyor bunu. Biliyor musun yayla meselesinden farkı yok bunun. Kafa aynı kafa.

Sana mektubumun başında ne dediğimi hatırlıyor musun? Şöyle sormuştum:

“Karadeniz’in yaylasında, senin abilerinin açmayı istediği, benim abilerimin ablalarımın açılmasın diye kendilerini iş makinelerinin önüne attığı o yola niçin karşı çıktığımızı anlamıyorsun değil mi? Hiç gitmediğim ve belki gitmeyeceğim o yaylalar için canımın yanmasına, buralardan oralara ‘yeşil yolu’ dert edinmeme anlam veremiyorsun, değil mi?

İşte kardeşim, benim için Karadeniz’deki yayla ile çocuklarımı büyüttüğüm Beşiktaş arasında fark yok. Ben o yaylaya gitmeyecek olsam da Havva Teyze’nin çığlığı benim çığlığımdır. Havva Teyze Beşiktaş’a hiç gelmeyecek olsa da buranın bir mahalle olarak kalması adına aynı çığlığı, kuşkum yok ki, atardı. Rant ikimizin de umurunda değil kardeşim. Havva Teyze’nin çaylığı milyon dolarlık otel olmaya aday olsa da benim cadde üzerindeki evim pahalı bir plaza adayı olsa da umurumuzda değil! Biz burnuna estetik yapanlara karışmıyoruz ama hayatımıza burnunu sokanları sevmiyoruz!

Evimizden, deremizden, yaylamızdan, ormanımızdan, Boğaz’ımızdan, Bebek’ten, Beşiktaş’tan ellerini çeksinler. Söyleyin abilerinize kardeşim.. “Hasta mıyız biz, niçin yapıyoruz bunları” diye sorun. “Bir yerden bir yere 45 dakikada değil de iki saatte gitsek ama otobandan gitmek yerine otoban için kestiğimiz ağaçların arasından gitsek ne olur” diye sorun. “Burun estetiği günahsa, bu yaptığımız ne?” diye sorgulayın.

O zaman anlayacaksın ben buradan oraya niye dert ediyorum yaylayı. Yayladaki niçin Taksim’deki ağacın derdinde?

Bak “kardeşim” diyorum tüm samimiyetimle…

Aynı sokakta büyüdük…. Hatırlamıyor musun sokakta misket oynarken karınca yuvalarının yanından geçerdik be çocuk… Yuvalara zarar gelmesin diye oyun bozardık…

Cidden unuttun mu?

Unutanın burnu düşsün be birader!