Türkiye’de yaşayan tüm çocuklar ilkokul yılları boyunca and içtiler yurtlarını, milletlerini, özlerinden çok sevmeye, varlıklarını Türk varlığına armağan etmeye.
1981’de ilkokula başladım. Çocukken bu sözler öyle doğal, öyle normal gelirdi ki kulağıma.
Ulus devlet ikliminin ve darbe sonrasının çocuklarıydık. İzmir’in en güzel semtlerinden birindeki Necatibey İlkokulu’nun bahçesinde, tertemiz bembeyaz kolalı yakalarıyla and içen, hep birbirine benzeyen Türk çocukları.
‘Yurdumuzun her yerinde bizim koşullarımızda yaşayan, bize benzeyen, and içerken bizim gibi göğsü kabaran çocuklar olduğunu sanacak kadar saftık.
Çok bilinmez, andı kaleme alan Reşit Galip’tir. Afet İnan bunu anılarında şöyle anlatır:
“1933 yılının 23 Nisan Çocuk Bayramı idi. Reşit Galip, heyecanla Çankaya köşküne geldiği vakit Atatürk’ün yanında bana bir kâğıt uzattı ve şunları anlatmaya başladı. ‘Sabahleyin ilk bayramlaşmayı kızlarımla yaptım. Onlara bir şeyler söylemek istediğim vakit, bir and meydana çıktı. İşte Cumhuriyetimizin 23 Nisan çocuklarına armağanı’ dedi. Bu sözler, Türk çocukları tarafından o yıldan beri tekrarlanmaktadır. Vatanperver Dr. Reşit Galip evvelâ bir baba olarak bu hisleri duymuş; sonra da Millî Eğitim Bakanı olarak okul çocuklarına bu andı içirmişti.”
Sonra biraz büyüdük. Bir de baktık ki dünya bizim semtten, bizim şehirden ibaret değil. Bir de baktık ki ‘yurdumuz’da yaşayan ama bizim koşullarımızda yaşamayan, bize benzemeyen, hatta Türk olmayan çocuklar da var. Öğrendik ki andımızı içerken göğüsleri kabarmıyor onların. Bazılarımız “neden acaba?” diye sormaya başladık. Bazılarımızsa çok kızgındı. “Bak sen” dediler, “bak şu hain çocuklara!”.
Sonra daha çok büyüdük. Okudukça öğrendik. Anladık ki evvel zaman içinde bir ulus devlet kurulmuş. O ulus devlete, bir ulus kimliği inşa etmek gerekmiş. O ulus devletin çocukları büyüyünce farklılıkları törpülenmiş, te tip, “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle” olsun istenmiş. Bunu gerçekleştirebilmek için tarih tezleri yazılmış, dil değişmiş. Standart, modern ve seküler bir eğitime ihtiyaç hasıl olmuş. İşte bütün bunlar özellikle 1930’larda, tek parti döneminde düşünülmüş, taşınılmış, uygulamaya konmuş. Gelenekler icat edilmiş, bayramlar kutlanmaya başlanmış. Andlar yazılmış, çocuklara içirilmiş. Marşlar yazılmış, avaz avaz söylenmiş. O yıllarda dünya da böyleymiş.
Gelgelelim dünya değişmiş. Bir zamanlar törpülenmek istenen farklılıkların pek de öyle kolayca törpülenemeyeceği ortaya çıkmış. Fakat darbeler, değişen iktidarlar boyunca törpüde ısrar edilmiş. Reşit Galip’in andı da o törpünün bir parçasıymış. Gün gelmiş, and içmek zorunlu olmaktan çıkmış. Geç bile kalınmış. Heyhat, gel gör ki andı zorunlu olmaktan çıkaranlar,törpüden vazgeç-MİŞ gibi yapmak, farklılıklara saygı duyuyor-MUŞ gibi görünmek isterlermiş. Zira yeri geldiğinde milliyetçiliği yüceltmeyi de, tek tip çocuklar yaratmayı da en iyi onlar bilirlermiş. Belli ki niyetleri eski törpüleri rafa kaldırıp yeni törpülerle yollarına devam etmekmiş.
İzmir’in en güzel semtlerinden birindeki Necatibey İlkokulu’nun bahçesinde, tertemiz bembeyaz kolalı yakalarıyla and içen, hep birbirine benzeyen Türk çocuklarından bazı çok kızgın olanları, andın kaldırılmasına çok kızmışlar. O kadar çok kızmışlar, o kadar çok kızmışlar ki facebook’taki profillerine andlarını yapıştırıp kızgınlıklarının boyutunu cümle aleme ilan etmişler.
Bazıları ise sormaya devam etmiş: “sizin pakette sosyal adalete, örgütlenme hakkına, diğer dinlere inananların ve hiçbir dine inanmayanların özgürlüklerine, kürtlerin, etnik, dini ve kültürel azınlıkların haklarına dair bir şey yok mu amca? Hiç mi yok?”