Şimdiki çocukların en büyük sıkıntısı belki de budur. Bilemem ve ukalalık etmek de istemem. Geçtiğimiz günlerden birinde “Silikon Vadisi Yöneticilerinin Çocukları Neden Teknoloji Girmeyen Bir Okula Gidiyor?” başlıklı bir yazı okudum.

Aslında bir süredir bütün Walt Disney karakterlerinin ve içerdiği alt metinlerin izini sürerken nasıl yapsam da çocuğu televizyon ve bilgisayar ortamından uzaklaştırsam diye düşünmeden edemiyordum. Bu konuda özellikle de anneme minnettarım. Çınar onda her kalışının ertesinde, annem: “bugün hiç çizgi film izlemedik” başlıklı haklı bir gururu göğsünde taşıyıp diline doluyordu.

Malum her yan teknoloji, herkes pek teknolojik. Sen vermesen çocuğuna başkası gösteriyor bir ekran. Cam gibi mübarek… Ben işin o kısmına hiç takılmamaya karar verdim, başkalarının elinde görünce baksın. Varsın hiç sevmediğim ve izlemesini istemediğim çizgi film karakterlerinin nesne haline dönüşmüş halleriyle oynasın. Bunu engelleyemem. Lakin, biz baş başa kaldığımızda ya da ailenin çok içinden birileriyle birlikte olduğunda güzeller güzeli bilincine ve onun altına koymasın abidik gubidik meseleleri.

Eşimle “ama bak, yarın öbür gün okula başladığında arkadaşlarının hepsi tabletle oynuyor olacak ve onlar televizyon ya da bilgisayardan izledikleri çizgi filmler üzerinden konuşacaklar. Bizimki asosyal mi olsun?” diye sorguladığım zamanları biliyorum. Üzerinden de çok uzun bir süre geçmedi üstelik.

İlk iki yıl, evde oğlumuz uyuyana kadar televizyon açmadık ve açtırmadık. Daha önce evinde televizyon olmayan eşim de elbette bunun yoksunluğunu çekmedi (Şanslı mıyım, neyim?).

Ancak bu yıl ne olduysa 6 ay kadar Çınar’la oturup çizgi film izlemeye başladık. Tesadüfen Scooby Doo izleyen evlatçık, hayaletler ve canavarlardan bahsetmeye, “sen maskesin beni kovala” diye oyun yaratmaya başladı. Onun etkilerinin yavaş yavaş azalmaya başladığını görüyorum. Bu sefer daha masum çizgi filmler izlemeye başladı. En keyifle izlediğimiz çizgi film kuşkusuz geçenlerde Esra’nın (Ercan Bilgiç) da kaleme aldığı ‘Masha i Medvedev’ oldu.

Ezbere Walt Disney şarkılarını söyleme noktasına geldik. Doğa savunucusu ebeveynler olmanın yanı sıra tam akşam yemeği sonrasına denk gelen Tarzan, Çınar’ın favori çizgi filmi olmuştu bile. Yalnız onun iki bölümünde feci midem bulandı. Her iki bölümde de kadınları aşağılayan haller vardı sanki. Birinde Tarzan soruyordu “neden elmasa ihtiyacım olsun ki?”, elmas aramaya gelen adam cevap veriyordu: “çünkü kadınlar bunu ister”. Bir başka bölümde Afrika’nın olmayacak bölgesine adamın biri dükkân açıyor ve türlü şeyler satacağını anlatıyor, Tarzan da Jane de karşı çıkıyordu. Ta ki adam “İngiltere’nin son modasını da taşıyoruz” diyene kadar. Bu kilit cümle Jane’nin aklını çeliyor, arkadaşları olarak görünen filin üzerine yüzlerce elbise yükleniyor, Jane de elbette cazibesi ve tüm şımarıklığıyla Tarzan’ı dükkânın orada kalması konusunda ikna ediyordu.

Diğer kanallardaki çizgi filmleri hiç saymıyorum. Hele ki Türkiye menşeîli olanları. Neredeyse hepsinde kimlikler belirgin. Anne ev işi yapar baba gazete okur. Tüm aile yemek yerken TV izler. Üstelik bütün dedeler de takkelidir. Daha neler neler…

“İsterse asosyal olsun. Olacaksa da bundan olsun” diyerek çizgi film izlemeyi şimdilik askıya aldık.  Üstelik görüyorum ki son derece de sosyal bir çocuk. Peki bunu nasıl yaptık? Annemden aldığım enerjiyle yürüdüm diyebilirim. Evdekilerle ya da yakın çevreyle ağız birliği yapmak bence önemli. Her çocukta aynı olacak diye bir şey yok elbette ama bana her “çizgi fiiilllm” dediğinde “ne gereği var bak biii sürüüü oyuncağın var, kitabın var” cevabını verdim. Ailedeki herkes de öyle yaptı.

Çizgi filmlerin yerini yeniden kitaplar aldı. Parmak boyaları, şarkılar, oyuncaklar, baloncuklar, koltuk topları, “kaç kaçlar”, piyano başı zamanları, yeni şarkılar, hatta türküler, yapıştırmalar (sticker), hamurlar ve daha neler neler… Artık zaten yaz da geldi. Evde durana aşk olsun. Havalar bozunca, Çınar zaten biraz daha büyümüş olacak, gelsin ufaktan Miyazakiler… Birkaç yıl sonra da “Havabükücüler”.

Oyunlar hep var!

Ben sadece bir anneyim. İçgüdüleriyle yürüyen bir anne. Yaptığım şeyler doğru olmayabilir. Bu sadece benim deneyimim. Belki birilerine de dokunur.

Bu bağlamda olmasa da (belki de alt metni biraz da budur) ne demiş müzisyen: “kapat televizyonu anneeeee!”