Çocuklarınız yaz tatilini nasıl geçirecek?
Eminim ki, çocuklarınızın yaz programını çoktan hazırladınız: kamplar, yüzme kursları ve dahası. Bunları unutalım. Peki, çocuğunuz bu yaz tatilini sadece oyun oynayarak geçirse, buna bir itirazınız olur mu? Hiçbir program ve faaliyetin olmadığı özgürce geçirilebilen bir yaz.
Biraz kendi hayatımdan bahsedeyim: Birkaç yıl önce oğullarım sekiz ve 10 yaşlarındayken, yaptıkları yüzlerce faaliyetten epey bunalmışlardı ve gitgide huysuzlaşıyorlardı. Bu yüzden biz de yazın oyun dışında hiçbir şey yapmamaya karar verdik.
Geçtiğimiz baharda diğer ebeveynler gibi bir aktiviteden diğerine koşturuyorduk. Günümüz, okul öncesinde koro etkinliğine katılarak başlıyordu ve okul sonrasında ise futbol, karate ve piyano dersleri ile sona eriyordu. Hafta sonları da doğum günü partileri veya özel geziler gibi aktiviteler ile doluydu ve diğer günlerden farksızdı.
Yaz tatilinde yapılacakları düşünmeye kalktığımızda, önümüzde yüzlerce seçenek beliriyordu. Gece kampı, çoklu spor kampı, yüzme kursları. Bu seçeneklerden çocuklarıma bahsettiğimde sadece omuz silktiler. İlgilenmediler. Bütün bu aktivitelerden nefret ediyorlardı.
Açıkçası, ben de bu aktivitelerden pek hoşlanmıyordum. Sanki bir ebeveynlik yarışına katılmışız hissini duyuyordum ve sürekli çok meşgul olduğumuzun farkındaydım. Aile hayatımızı etkileyen, bir dakika durup nefes aldığımızda sanki çocuğumuz geride kalacakmış hissini bize yaşatan bu hızdan ve baskıdan yorulmuştum artık. İşte bu, günümüzde orta sınıf ailelerde en çok rastlanan ebeveynlik günahıdır.
Program yapmayı sevmiyordum. Fakat program dışında da bir şey yapmıyordum. Oyun gününü planlamak, öğleden sonra yapılacakları planlamak, akşam yemeğini planlamak… plan, plan, plan… Bir gün çok hazırlıksızken bir arkadaşım bana bitmeyen bu yarıştan çekileceğini ve ailesiyle birlikte 1950’li yılların yaz tatiline benzer bir tatil geçirmeyi düşündüğünü söyledi.
Neden 1950’ler?
1950’ler, aile hayatının altın çağı olarak göze çarpıyor. Tabii ki, 1950’lerde çocuk felci de vardı. Elbette birçok hastalığın hüküm sürdüğü bu yılların kötü dönemlerinde yaşamak istemiyordum. Çocukların bütün gün dışarıda oynadığı, annelerimizin muhteşem yemekler yaptığı o döneme geri dönmek istiyordum. Annem yemek yapmak dışında kitap okumaya, arkadaşlarıyla buluşup kahve içmeye ve babamla birlikte kokteyllere gitmeye bile zaman bulurdu ve hiçbir zaman bir yarışın içerisindeymiş gibi koşturmadı ya da arabanın içindeyken bizlere “kahvaltını et ve hemen üstünü değiştir. Geç kaldık.” diye bağırmadı.
1950’lerdeymiş gibi yaşamanın mümkün olmadığının farkındayım. Sosyal yapı epey değişti. Çocukların mahallede güvenle oynayabileceği bir ortam artık yok.
Peki, biz önceden planladığımız bu aktiviteleri bıraksaydık, bütün gün ne yapardık?
Her şey şöyle başladı: Çocuklar uyudu, çizgi film izledi ve pijamalarını çıkarmadan her gün saat 23.00’a kadar legolarla oynadılar. Ben de evde işlerimi yaptım. Öğleden sonraları çoğunlukla havuza gittik. Çocuklar yüzdüler ve diğer çocuklarla oynayıp eğlenceli vakit geçirdiler. Yağmur yağdığı zaman evde arkadaşlarıyla oynadılar. Çoğu zaman evde oturup hiçbir şey yapmadık. Bazen sıkılıyorlardı. Bazen de aklımı kaçırıncaya kadar kavga ediyorlardı.
Harika olan şey neydi biliyor musunuz? Onlara söylenmiyordum, onları acele etmeleri için zorlamıyordum. Zamanlarını nasıl harcamak istiyorlarsa öyle harcıyorlardı. Bazen onlarla oyunlar oynuyordum. Ama çoğunlukla kendi başlarına gün boyunca rahatça takılıyorlardı ve bu, onları mutlu ediyordu. Bazen New York’a sinemaya gitmeyi teklif ettiğimde cevapları aynen şöyle oluyordu: “Gitmek zorunda mıyız? Sadece oyun oynasak olmaz mı?”
İki şey öğrendim. Birincisi, çocuğunuz dahi olsa birlikte yaşadığınız insanları gerçekten tam anlamıyla tanıyarak yaşamıyoruz. Yavaşlayarak ve müdahale etmeyerek çocuklarımı tanıdığımı söyleyebilirim. Her çocuk benimkiler gibi bir yazı sadece oyunla geçirmekten mutlu olmayabilir. Onlara kendi başlarına geçirebilecekleri bir dakika bile bahşetmeyen yoğun bir dünyada boş zamana şimdiden ihtiyaçları vardı. Kendi bireysel tuhaflıklarının ve ihtiyaçlarının farkında olmayı öğrenmelerinin de hayatı onlar için kolaylaştırdığını söyleyebilirim.
İkincisi: çok yavaş bir yaz tatili bile çok hızlı geçiyor. 1950’lerde her şey gerçekten basitti; insanların hayattan daha makul beklentileri vardı. Günde 12 saat çalışmazlardı ve gece yarısı e-postalarını kontrol etmezlerdi; yunuslarla yüzmezlerdi. Sahip oldukları onlara yeterdi.
Çocuklar yeterince hızlı büyüyorlarken onları bir yarışa sokmak istemek niye?
Yaz, yıl boyunca yaptığınız tüm saçma taahhütleri yeniden düşünmek için mükemmel bir zaman. Lütfen, sadece çocuklarınızın yanında olun ve zamanın geçişine onlarla birlikte tanık olun. Daha harika bir yere ulaşmak için acele etmek zorunda değilsiniz. Şunu bilin: Çcuğunuz yanınızda olduğu sürece siz zaten oradasınız.