Devlet korumasında kalan çocuklar müthiş bir alt kültür oluşturur. Dayanışır, birbirinin en iyi dostudur. Abisi, ablası, kardeşi, annesi, babası. Bu alt kültür oluşturmanın elbette birçok nedeni vardır.
Bugün ben yalnızca bir tanesini ele alacağım. Devlet korumasında iken saçları kısacık kesilen ve gittiği okullarda bütün hocaların şipşak yuvalı olarak bu çocukları ayırt etmesine olanak veren bir faaliyet: Saçları kısacık kesme. Hem de kız- erkek ayırmadan. “Ne olacak ki bir çocuğun saçını kesmek” demeyin. Herhalde yuvada kalan çocukların üzerinde en olumsuz etki yaratan faaliyetlerin başında gelir kısacık kesilmiş saçlar.
Evet, kısacık kesilmiş saçlar. Nasıl mı oluyor? Aynen şöyle; Türkiye’nin ücra bir köyünden “Resmi Hizmete Mahsustur” yazan bir arabayla devlet korumasına alınıyorsunuz. Tabii size bu statü mahkeme tarafından veriliyor. Muhtar da durumdan haberdar. Sonra köyde bir dedikodu: “Şatırların çocukları devlet alacemiş. Böğün yarın gelirler deyola.” Sen küçücük çocuk olarak dünyanda bu kocaman değişikliğe önce kızıyorsun. Kaçmak istiyorsun. Bilmiyorsun nerelere gideceğini. Hayatında köyden çıkmamışsın. Bir camii vardır. Onun sağında solunda bir yerlere falan devekuşu misali saklanıyorsun. Gelen sosyal hizmet uzmanı sanki seni bulamayacak. Köylün nereden bilsin ki o kişi sosyal hizmet uzmanı. O, devlet demek oralarda. Kadri mutlak devlet. Ahanda buradaymış deyip seni tutup veriyorlar. Ağlayanın bile olmuyor köyünden giderken.
Sonrası ne mi? O arabanın içinde ömrünün en uzun yolculuğu. Nereye mi gidiyorsun? Sen hariç herkes biliyor. Hayatında belki ilk defa göl, nehir falan görüyorsun. Belki de deniz. Vardın galiba. Senin gibi onlarca çocuk. Ama temas yok ilkin. Toplama kampından halllice bir yerdesin. Önce saçları üçe vur. Gırrrr, gırrrr, gırr. Sonra eşyalarını çıkar anadan üryan kalıncaya kadar. Eşyalar tabii senin tarafından kaloriferhaneye. Ardından da bir komut: “Gir len banyoya.” Haşlana taşlana sıcak, çok sıcak bir banyo. Kim bilir hangi çocukların eskitemediği bir iç çamaşır seti, şort, tişört. Aha şurası dolabın dedikleri boyun kadar demirden bir dolap. Şunlar da terlikler ve ayakkabılar. Hadi bakalım askerlik başladı. Yemek sıraları, yemek duaları. Nasıl mı dua: “Allah’ımıza hamdolsun. Milletimiz varolsun. Yarabbim bana verdiğin nimetler için sana sonsuz şükürler olsun. Amin.” Ardından nöbetçi öğretmenin komutu: Afiyet olsun. Bir hemşire çıkıp da bizleri düşünüp hadi çocuklar iyi beslensin derse, sevimlice “Önce çorba, ekmek doğra.” İnsanlığa sık sık selam veren bir temizlikçi ise hocalardan da çekinerek “Oğlum sol elle yeme. Günah.” Sonrası mı? “Sadece kaşık sesi duyulsun. Aranızda konuşmayın. O yemekler bitecek. Bitecek.”
Çocuklar arasında ise bir fobidir her gün kıllı et yemek. Aman n’olur yemeyelim de n’olur, n’olur da n’olur. Hiç unutmam bir gün Tekmile diye bir kız çöpe yemek dökmüştü de, hoca çöpü tekrar tabağına döküp yedirmişti zorla kıza. Yenir aslında sıkıntı da olmaz tek başına olsan n’olacak ki. Ama onlarca çocuk var. Hep dalga geçecekler. Sonrasını düşün TEKMİLE. Ağlamalar sızlamalar boşuna. Sonuç negatif. Şanslıysan ve de portakal çıkmışsa çaktırmadan kabukların arasına sevmediğin yemekleri sıkıştır. Yanında da güvendiğin arkadaşların varsa seni hocaya ispiyonlamayacak. Derin bir nefes al. 1, 2, 3 dediğinde koş ve dök. Arkana da bakma. Sonrası derin bir ohhhhhhh. Bugün de yırttık.
Saçlara gelirsek: Evet, onlar düzenli aralıklarla nizami şekilde kesilir. Kesenin emin olun hiç bir tecrübesi de yoktur. Bizimki terzi kadrosundaydı mesela. Ama Allah’tan kumaş kestiği makasla kesmiyordu. Kızlı erkekli üç numara. Sonra sen okula gitmek isteme. Ağla sızla. 20 tane yuvalı aynı okuldasın. Kabak gibi ortadasın. Hoca senin yuvalı olduğunu biliyor. Zaten okula bile uygun adım marş 20 kişi aynı anda gidiyorsun. Kelek kafandan yuvalı olduğunu anlayıp çocuğunun seninle oturduğunu gören veli soluğu okulda öğretmeninin yanında alır ve “Hocam benim oğlanı o yuvalı İsmail ile oturtmayın da ne dilerseniz dileyin.” Sen saçlarına üzül, üzül, üzül. Boşuna. Hele bir de hadi yuvayı geçtim bir de dershaneye gidiyorsan oradaki hoca da: “Kusura bakma yavrum sen kız mısın erkek misin? Vallahi anlayamadım kusura bakma” dediğinde gözlerinde biriken yaşları nereye koyacağını bileme.
Ama çaresi de var çocuk aklınla bulduğun saçsızlığa. Bol bol saçını ıslat mesela. Hani çim adamlar vardır ya, suladıkça uzar. Belki Allah saçlarını da öyle uzatır. Bol bol da dua et Allah’ım n’olur saçım uzasın, diye. Yaz sıcağında şapkalı pardesünle kafana sıkı sıkıya bağlı şekilde koş bahçede. Ya terlemiyor musun diyenlere “yooooo” de. Bu da ilkel bir çözüm ama işe yarıyor. Peruk postiş henüz zor işler. Tahayyül dahi edemezsin. Eee, işte kendince.
“Saçsız” sonuç ne mi? Yüzlerce yaralı bilinç, rehabilitesi çok zor olan.
Mustafa Sarıoğlu