Üç gündür ağlıyor. “Anneciğim kulaklarım çok acıyor” diyor. “Canım çok yanıyor” diyor. “Ne zaman geçecek anneciğim?” diye soruyor. “Ya hiç geçmezse ne olacak?” diye düşünüp hüzünleniyor. Oynamıyor, gülmüyor, yemiyor, içmiyor. Gözleri kıpkırmızı.

Bir sonraki şurup saatinin gelmesini bekliyor durmadan. Çok canı yanıyor, gerçekten çok canı yanıyor. O nefret ettiğim antibiyotiklerden medet umuyorum. O nefret ettiğim parasetamollü, ibuprofenli şuruplardan.

İki kulağı birden iltihaplandı yine. Orta kulak. Bir ay içinde ikinci kez.

“Neyi yanlış yaptım, bu nasıl oldu, acaba böyle olmasına engel olabilir miydim?” diye düşünüyorum. Kendimi suçluyorum, mevsimi suçluyorum, şehir yaşamını suçluyorum, elimden bir şey gelmedikçe her şeyi suçluyorum.

Antibiyotiğin ilk kaşığının üzerinden 72 saate yakın zaman geçti, hâlâ ilk günkü gibi ağrıyor. Hâlâ ilk günkü gibi ağlıyor. Hiç kesilmiyor. Mümkün olsa kendi kulaklarımı ona vereceğim, olmuyor.

Elini tutuyorum. “Ağlamasın benim birtanem!” diyorum. “Mutlaka geçecek!” diyorum. “Ben de çocukken” diye başlayıp “bak şimdi hiç ağrımıyor”la biten hikâyeler anlatıyorum. Sadece bu hikâyeleri dinlerken, bir de çizgi film izlerken biraz sakinleşiyor. Sürekli çizgi film açıyorum.

Yaptığım her şeyden suçluluk ve pişmanlık duyuyorum. Verdiğim ağrı kesici şuruplardan, antibiyotiklerden, izlettiğim çizgi filmlerden. Kızımın elini tutarken oğlumla ilgilenemiyor olmaktan. Kızım izlesin diye açtığım çizgi filmleri oğlumun da durmadan izliyor olmasından…

Ben kafamdan bunları geçirirken yine soruyor, “Ya hiç geçmezse anneciğim?”. “Kesinlikle geçecek” diyorum. “Gerçekten mi?” diyor. “Gerçekten” diyorum, “mutlaka” diyorum, “kesinlikle” diyorum. Geçmiyor.

Saat iki oldu. Dörtte mutlaka Galata’da bir panelde olmalıyım. Yapmam gereken bir sunum var, söz verdim, iptal edemem. Binmem gereken vapur bir saat sonra. Yetişebilecek miyim? Daha giyinmedim. Bu küçük elleri bırakabilecek miyim? Bırakmak zorundayım.

O benim salondan mutfağa bile gitmemi istemiyorken. “Yanımda otur anneciğim, sakın elimi bırakma, sen elimi bırakınca daha çok ağrıyor” diyorken. Ona şimdi evden çıkmak zorunda olduğumu, gitmek zorunda olduğumu nasıl söyleyeceğim? Kapı çalıyor. Annem geldi. Oh, neyse ki annem geldi!

Evden çıkmadan önce ona, gelirken ne getirmemi istediğini soruyorum. “Parlak taş” diyor. “Tamam” diyorum. “Getireceğim” diyorum. Nereden bulacağım? Bilmiyorum. İstediği parlak taş kim bilir nasıl bir şey? Bunu niye istiyor? Bilmiyorum. Sormaya vaktim yok. Bir an önce çıkmalıyım.

Oğlum benimle gelmek istiyor. Onu da götürmem için gözlerimin içine bakıp “attaaa” diyor. Gözlerinin içine bakmamaya çalışarak kapıyı kapatıyorum. Arkamdan ağladığını duyuyorum.

Sunumum bitti. Biraz erken ayrıldım. Vapurdayım. Babaları eve gelmiştir. Anneanneleri yemeklerini yedirmiş midir? Parlak taşı nereden bulacağım? Kadıköy çarşısında geziniyorum. Uygun bir şey bulamıyorum. Kitaplar alıyorum. Oğluma, kızıma rengârenk, resimli kitaplar. “Parlak taş yerine bunları aldım” diyeceğim. Sevinir mi? Mutlu olur mu? Parlak taş istediğini unutmuştur belki tümden.

Eve girer girmez, beni görür görmez soruyor. “Anne parlak taşımı aldın mı?”. “Aldım” diyorum, sesimde tereddüt yok. Düşünmek için zaman kazanmalıyım. “Bak, önce kitaplarınızı göstereyim” diyorum. “Parlak taşım” diyor. Hızlı düşünmeliyim. Bir şeyler düşünmeliyim. Bir kolye ucu belki, çekmeceleri karıştırsam bulabilir miyim?

Birden yemyeşil bir doğal taş ilişiyor gözüme. Çekmecenin derinliklerinde duran, yirmi beş yıl önce arkadaşım Aslıhan’ın hediye ettiği, yemyeşil bir doğal taş. Yeterince parlak mı? Norveç’ten mi getirmişti? Bu taş burada mıymış? Şaşırıyorum. Çeyrek asırlık hediyemi alıp salona gidiyorum.

Yatıyor, ağrısı çok. Babası yarım saat önce şurubunu içirmiş, şurup birazdan etkisini gösterecek.

Avucumu açıyorum. “İşte!” diyorum, “parlak taşın burada”. Gözleri parlıyor. Çok beğeniyor, nasıl mutlu oluyor! Gülümsüyor. Gülümsüyorum. “Elimi tut anne, bu taşı birlikte sıkalım” diyor. Bunun anlamı ne? Bunu nerede gördü? Bilmiyorum. Elini elimin içiyle kavrıyorum, taşı birlikte sıkıca tutuyoruz. “Ey güzel, sihirli, yeşil, parlak taş!” diyoruz. “Sihrinle Ekin’in ağrısını dindir!”. Bir süre bekliyoruz. Parasetamol etkisini gösteriyor. Ağrısı hafifliyor.

Küçük, sihirli, yeşil, parlak taşı elinden hiç bırakmıyor.