1967 yılındayız…
İstanbul’un Şişli ilçesine bağlı (İsviçreli Bomonti kardeşlerin kurduğu bira fabrikasından adını alan) Bomonti semtinde, İsviçre Pedagoji Okulu’nu araştırmış ve bu yöntemi Türkiye’de ilk kez kendi kurduğu, Ermenice Yeni Okul anlamında Nor Tıbrost ilkokulunda uygulamaya koymuş, Hovhannes Hintliyan’ın soyadından ötürü kısaca Hintliyan dendiği ilkokulun 4’ncü sınıfındaydım…
Hafızamızı, bilen-bilmeyenlerimizi de düşünerek tazelemeye çalışalım; zira anlatacaklarımın hangi yerel ve evrensel konjonktürde yaşandığını daha iyi idrak edebileceğimize inanıyorum.
Beyoğlu’nda Amerika askerlerinin başlarından keplerini kapmak, üstlerine kırmızı boya atmak, üniformalarını jiletlemek ya da kıstırıp hırpalamak gibi, bugüne kadar, tam bir muziplik olarak telakki edilebilen çocukluklarla başlayan antiemperyalist eylemlerin ABD askerlerin denize atılmasına kadar varan bir ortamdayız anlayacağınız, 1967-69 yılları arası.
Ta o zamandan beri var olan Kıbrıs Sorunu’nda ABD’nin Türkiye’nin hoşuna gitmeyen tavrı; sonraları, ABD askerlerinin içine düşmüş oldukları tuzağın tam da Azerice çok iyi ifade edildiği gibi ‘başa düşerek’ yani anlayarak Amerikan (yani kendi) bayraklarını yakarak bir çığır açtıkları Vietnam Savaşı’nın vuku bulduğu yıllardayız. Diğer yandan, bugünkü sevgili Hükümetimizin (hâşâ hepsi değil) bazı üyelerinin belki bilfiil katıldığı, belki ağabeylerinin iştirak ettiği Kanlı Pazar (1969)’ın tohumlarının atıldığı yıllardayız yani…
17 Eylül’de, ticaret erbabının ezici çoğunlukla Sivaslı tüccarların elinde bulunmasından dolayı, bugünlerin deyişiyle ‘sıkıntı’ yaşandığı Kayseri’de, Kayserispor-Sivasspor maçında çıkan kavgada 43 kişinin resmen öldüğü bir yıldayız…
1 altın ve bir bronz madalya kazandığımız, Hindistan’ın Yeni Delhi kentinde düzenlenen 9. Dünya Güreş Şampiyonası’nın yapıldığı bu yılda; içinde Ağa Düşen Kadın, Ah bu kadınlar, Ajan 14 Yosmalar, Malkoçoğlu ve Karaoğlan’a karşı, Ayrılsak da beraberiz ve daha nice hafızalarımızda yer etmiş nice fimin bulunduğu, toplam 209 Türkiye filminin çekildiği yıllar.
Gayrimüslim azınlık cemaatlerin yüz binlerle sayıldığı, Ermeni, Yahudi, Rum, Süryani, Latin cemaatler bu sayının hakkını verecek durumda değiller ama… Hâlâ 6-7 Eylül 1955 yılları arasında İstanbul’da yaşamış oldukları o korkunç pogrom-talan-vahşetin etkisi altında kalmış, en az zararla yurt dışına nasıl kapak atılır hesapları içerisindeler…
Buna karşın, özellikle Ermeni Cemaati içerisinde, ebeveynlerinin çekinceli-ihtiyatlı duruşlarına itiraz eden ve ülke gençliğini sarmakta olan ilerici-devrimci siyasi heyecana kapılmış gençler, yavaş-yavaş değişik siyasi gruplarda yerlerini alıyorlar…
Şimdi 90 yaşında, hekim babam o zamanlar 43 yaşının verdiği, henüz sönmemiş gençliğini ama diğer taraftan temkinli olmaya çalıştığı yaşının gereği, bir taraftan kapalı devre heyecanlı tartışmalara katılıyor, diğer taraftan da ilkokul dördüncü sınıfa giden bendenize Aziz Nesin’in Böyle gelmiş, böyle gitmez kitabının yeni çıkmış birinci cildini okuyordu…
İşte Darüşşafaka adıyla ilk o zaman tanışmıştım ve ne denli, özellikle babası olmayanlar için, başarılı öğrenciler için ücretsiz bir irfan yuvası olduğunu öğrenmiştim…
‘Türk Müdür Baş Yardımcısı’ veya ‘Kültür dersleri öğretmeni’ olan öğretmenlere Siz bu okullarda, bizlerin kulağı ve gözüsünüz (hani tüm azınlık okullar, emperyalistlerin beşinci kol görevini yapan potansiyel hainlerdi – hala da öyle ya – işte bu zihniyetin açıkça dışa vurumu) diyebilme cüretini göstermiş, İstanbul Milli Eğitim Müdürlerinin sözünü ettiği, bahsettiğim okuldayım…
Okulumuzun Kültür dersi (Tarih-Coğrafya-Yurttaşlık) öğretmeni Aliye Kubilay, bir gün derste Darüşşafaka’nın adı geçince, her zaman yaptığı gibi Darüşşafaka’nın ne olduğunu kim söyleyecek? diye sordu. Kimsenin ama kimsenin bunu bilemeyeceğini, zira 11 yaşındaki oğluna, hele o yıllarda, Aziz Nesin kitabı okutan çok ender (hele azınlığa mensup) babalardan birine sahip olmuş olduğum kıvancıyla ‘Ben biliyorum’ deyip Ülkemizin haksızlıklara karşı çıkan, insan sevgisi dolu, yazar Aziz Nesin’in okumuş olduğu okuldur öğretmenim deyip, bir güzel zılgıt yemiştim…
Yaşından başından büyük, vatan haini insanların zehirli kitaplarını okuyacağına önce derslerini çalış, okul kitaplarını oku, otur yerine, daha sonra seninle görüşeceğiz!
***
Aile içinde, babamı suçlamalarla bir furya başlamıştı…
Bu yaştaki çocuğa böyle kitaplar okutmanın sonucu işte bu olduğu, Durup dururken başımıza bela aldığımız, Şimdi ne olacağı, Bu şartlarda bu okulda devam edemeyeceğim, Öğretmenden özür mü dilenmeli, Yahu ne münasebet asıl bu öğretmene bir güzel haddini bildirmeli ve nice tartışmalardan sonra, Hintliyan Okulu’ndan Taksim’deki Esayan Okulu’na nakledildim…
Böylece yıllar sonra, adeta bir yaşam tarzına dönüşen, defateyn yaşayacağım gönüllü sürgün tecrübemin ilk kilometre taşı olmuş oldu…
İki yıl önce de, bu güzel irfan ocağına Gayrimüslim asıllı öğrencilerin eğitim almasına izin verildi resmen, yasak kaldırıldı…
Bendenizin de, bugün nasıl bir halet-i ruhiye içinde olduğumu anlamanız lazım…
150 yıllık, müstesna bir eğitim ocağının adı, daha on bir yaşındayken bana sürgünü tattırmış; ama bu olaydan haliyle haberi bile olmayan bu okul, yıllar sonra kültürünü paylaştığım çocuklara kapılarını açmış işte…
Sana uzun yıllar diliyorum Darüşşafaka…