New York Times’ın blogger babalarından Ken Gordon, çalışan baba tabirinin neden yaygınlaşmadığını sorguluyor. Alıntılıyoruz…

Ben bir babayım, büyüğü 9, küçüğü 7 yaşında iki çocuğum var ve çalışıyorum. Çok zor. Yataktan sabah 5.00’te çıkıyorum ve tekrar yatağa girmem saat 10.00’u buluyor. Ve ilk çocuğum 22 Temmuz 2002 günü doğduğu andan itibaren de yapılması gerekenler listesini tamamlayıp iç huzuruyla uyuduğumu hatırlamıyorum.

Bütün bunlara, çocuğumu büyütmek için sarfettiğim onca çabaya karşın bugüne kadar tek bir kişi bile beni “çalışan baba” olarak nitelendirmedi. Ayrıca ben de kendimi hiç böyle adlandırmadım.

Haliyle akla bu soru takılıyor: Neden?

“Çalışan baba” tamlaması hemen herkesin kulağında tuhaf bir tını bırakıyor. Uygunsuz bir düşünce gibi. Çalışan babalar hiçbir toplumda demografik istatistikler içinde yer almıyorlar. Baba, babadır ve elbette çalışır, asıl tuhaf olan bunun aksi, yani babanın çalışmamasıdır.

Fakat tuhaflık her durumda iyidir denilemez. Bir sürü yeni kelimeye çabucak alışıyoruz. Mesela web üzerinden verilen seminerlere webinar diyoruz. Kavuna cantaloupe demeye başladık. Aslında, bana ve eminim milyonlarca babaya, hatta tütün çiğneyen büyükbabalarımıza bile “çalışan baba” tabirinin neden yerleşmediği sorusu en az bir kez yöneltilmeli. Madem her konuda eşitiz ve çalışan anne diye bir şey var, neden çalışan baba diye bir şey olmasın.

Çalışan anne tabiri yaygın bir kabul görmüş turumda. Böyle bir anne aynı anda pek çok işi yapabilen kişidir. Birçok cephede eşzamanlı çarpışır, bir yandan iş toplantıları yaparken, bir yandan akşama ne pişireceğini, çocuğuna uyumadan önce hangi kitabı okuyacağını düşünür. Ne yazık ki bütün bu işleri arasında dişçisine uğramayı unutur, kendini bir yana bırakır, gerçek hayatta her gün karşılaşabileceğiniz bir süper kahramandır. Onun evle, çocuklarıyla ve işle ilgili yaptığı her şey hayranlık uyandırır insanlarda. Bu koşullar altında “çalışmak” tabiri onun yaptığı her türlü işi tarif etmek için kullanılır, çünkü anne çalışmaktadır.

Ama öyle babalar tanıyorum ki, pekala çalışan baba olarak adlandırılabilirler. Çünkü çalışan annelerden kalır yanları yok.

Kendimi örnek veriyorum: Her sabah kalkıp kahvaltıyı hazırlıyorum. Kediyi besliyorum, çöpü çıkartıyorum, bulaşıkları yıkıyorum, geceden kalan dağınıklığı topluyorum. Acil durumlarda çamaşırları yıkıyorum -tamam arada renklilerle beyazları karıştırdığım oluyor-, çocukları okula bırakıyorum, sonra da işime gidiyorum. Bütün gün çalışıyorum, sonra hızla eve dönüyorum, akşam yemeğini ısıtıyorum (tabii ki eşim pişirmiş ve düzene koymuş oluyor), çocuklar geliyor, onları yediriyorum, varsa ödevlerine yardım ediyorum, gerekiyorsa onlarla oynuyorum, sorunlarını dinliyorum ve nihayet üzerlerini değiştirip yatırıyorum. Bütün bunlardan sonra bir iki saat daha kendi işlerime çalışıyorum ve nihayet karımın yanına kıvrılıp uyuyorum.

Ertesi gün gene aynı şeyler oluyor.

Bence bütün bunlar “çalışan baba” sıfatını çoktan hakettiğimi gösteriyor. Hayır mı?

Eğer bütün bu anlattıklarımdan sonra “çalışan baba” tabiri kulağınıza hala kötü geliyorsa, gene kadınlara özel bir toprağa girmişiz demektir. O zaman tuhaflıkta öncekinden kalır yanı olmayan başka bir önerim var: Diyorum ki “çalışan” yerine “boşta” tabirini kullanalım. Çalışmayanlar için “boşta” tabirini kullanalım, eminim bir çok baba ve anne için kullanılabilir bu sıfat. Ya “gereğinden fazla çalışanlar”? Bugünün istihdam koşullarında çalışan her anne ya da baba aslında “gereğinden fazla çalışan” insanlardır… Bunu da mı kullanmayalım. Neden? Evde ya da işte, bitmek bilmeyen meşguliyetlerimiz, karşılamak zorunda kaldığımız onca talep, enerjimizi, zamanımızı ve sabrımızı tüketen işler, işler ve işler… Bütün bunları neden bu kadar olağan karşılayalım?

Bu kadar çok çalışmak sahiden gerekli mi?