Çocukluğumu düşündüğümde en çok aklımda kalan, hayallerin ve gerçeklerin birleştiği oyunlarımdı. Bazen oyuncaklarla bazen taşla, çer çöple bazen de hiçbir şeye ihtiyaç duyulmayan hayallerle… Şimdi bile o oyunların bana verdiği mutluluğu yeniden yaşayabiliyorum. Belki herkes şimdiki zamanına taşımıyordur oyunlarını, ama yine de, sadece fotoğraf kareleri şeklinde de olsa zihninde bir yansıması vardır oyunlarımızın.
Artık bir oğlum var. Onunla oyun oynamak farklı fotoğraf kareleri oluşturuyor bende. Her yaşın farklı dinamikleri vardı oyunlarda. Şimdi tüm bu süreçlere, hem oyunları hayatında yaşatan biri hem anne hem de bir psikolog olarak daha farklı bakabiliyorum.
Biz büyüyebilenlerin kelimelerle, küçüklerin de oyunlarıyla ifade buluyormuş dünya. Oğlumun tüm gelişim aşamalarını gelişim envanterleriyle adım adım izledim. İzlerken şaşırdım, korktum, endişelendim, durdum, bekledim, heyecanlandım ve mutlu oldum. Duygular ardı arkasına adım adım yaşanırken, her dönemin, her yaşın oyun işleyiş ve gelişimine şahit oldum. Oğlum şimdi 7,5 yaşında ve “oyunlarla yaşamaya” * devam ediyoruz.
“Kuşlar uçar, balık yüzer ve çocuk oynar.” *
Çocukların oyun oynama hakkı vardır. Oyun, iletişim becerilerini ve akran ilişkilerini geliştirir, gerilimi azaltır. Çocuklar ne isterler, algıları nasıldır oyunda gösterirler. Oyunlarla gelecekte alacakları rolü ifade ederler. Henüz bilişsel ve sözel yetileri gelişmediği için duygularını sözel olarak iyi ifade edemezler. Neler hissettiklerine odaklanamazlar. Oyunlarla bunu daha rahat yaparlar. Duygularının farkına varır ve bu bilgiyi hissederler. Çocukların dünyası soyuttur. Görebildiği dokunabildiği bir şeyse, anlar. O yüzden oyun çocuğun dışa çıkma yoludur. Dünyada deneyimlediği şeyleri oyuna yansıtır.
İletişimin, karşılıklı güven duygusunun, sevginin doyumla yaşanmasının, onun yaşına inebilmenin ve onun penceresinden bakabilmenin güvenli suları, hep o özel yaşanan oyun saatlerinin mucizesidir. Çocuk oyunlarla anlaşıldığını hisseder. Aksayan her oyun saati ise, ertesi gün gergin iletişimlere, birbirine karşı tahammülsüz mücadelelere dönüşür. Davranışlarımızla verdiğimiz mesajlar, “Annem/babam benimle oynuyor demek beni seviyor” , “Annem/babam benimle oynamıyor demek ki beni sevmiyor” gibi yargılarla çocuğun algılayışında direkt anlamlanır. “Seni seviyorum” demek yetmez. İnsanın yaşı ne olursa olsun ancak yaşayarak sevgiyi ve sevilmeyi anlayabilir. Oyun oynarken gerçekten orada olmanız, “burnunuz ve ayak uçlarınız ona dönük ”* bir şekilde oynamanız çok önemli. Çünkü anlamaz dediğiniz çocuklar iletişimin temel unsurlarını (ses tonu ve vücut dilini) hemen anlar ve yorumlayabilirler. Kaçamazsınız. Ya varsınız ya yoksunuz. Eğer oyunlar bize sıkıcı geliyorsa çocuk bunu mutlaka hisseder ve gerçekten orada olmadığımız için oyun iki taraf içinde çekilmez olur. (Herkese göre bir oyun mutlaka vardır.)
Ne zaman oğlumla iletişimimde sıkıntılar yaşamaya başlasam; aksi davranışlar, inatlaşmalar, ani öfkelenmeler yaşansa, sürecin ardına baktığımda sorunun hep o oyun saatlerimizdeki aksamalar olduğunu görebiliyorum.
Şehrin karmaşası, yoğun iş hayatı, yorucu uyaranlar, sorumluluklar ve düzenler kimi zaman oyun saatlerini aksatabilir. Oyun saatinin o gün aksayacağı dürüst bir şekilde ifade edilirse, çocuk bu durumu, her zaman anlayışla ve huzurla karşılayacaktır. “Bugün kendimi yorgun hissediyorum”, “Bugün işlerimi bitiremedim” gibi geçerli mazaretlerle ertesi güne söz verildiğinde ne karşılıklı güven sarsılacaktır, ne sevgi ne de iletişim zedelenecektir.
Mutluyum çünkü oğlumla oyun oynayabiliyoruz. Mutluyum çünkü oğlumla daha kuvvetli bir şekilde birbirimize ulaşabiliyoruz. “Oyunlarla yaşıyoruz.”*
*Sevgili Oğuz Atay, “Oyunlarla Yaşayanlar”
*Sevgili Reyhana Seedat, “Burnumuz ve ayak uçlarımız ona dönük”
*Sevgili G. Landreth, “Birds fly, fish swim and children play.”