Eskiden (ki çok eski değil) fotoğraf çekmek bir meraktı. Profesyonel olmayan bir sürü insanın gönül verdiği, bütçesi elverdiğince makina alıp, gezilere çıktığı hayatlarının parçası olan bir unsurdu.
Artık telefonlarımızda bir sürü kompakt makinadan daha iyi bir kamera var ve sosyal medya ögeleri sayesinde o fotoğrafları çekmekle kalmayıp umumla paylaşabiliyor ve beğeniler, yorumlar alabiliyoruz. Bence buraya kadar durum şahane, çünkü bir şey tekele alınmayınca gelişme ve öğrenmenin parçası oluyor. Niyeti olana tabii.
Lakin, çok mühim bazı unsurlar atlanıyor. Madem niyetlendik konuyu kurcalamak, eğitime açık olmak gerek. Fotoğraf nedir, kompozisyon nedir, ışık nedir vb. basit konuları öğrenmek gerekiyor ki her sanal deklanşöre basınca çıkan sonucu fotoğraf sanmayalım.
Diğer mühim ve benim bahsetmek istediğim konu ise etik. Fotoğraf çekmenin adabı diye bir şey var. Önemli kurallarından bir tanesi insan (portre) fotoğrafı çekmekle ilgili. Eğer bir kişinin izinsiz fotoğrafını çekecekseniz çok uzaktan, flu vs. olmalı, kim olduğu belli olmamalı özetle. Belli oluyor ise müsaade istemelisiniz. Zira kendisi bir kedi, bir martı, bir eski kapı filan değil.
Şu linkte kabaca belirtiliyor.
“Portre Fotoğrafçılığının Etik Boyutu; gazetecinin, okuyucuları ve haber kaynakları yanında haber yaptığı kişilere karşı da sorumluluğu vardır. Basın konseyinin meslek ilkeleri; hiç kimsenin, ırkı, cinsiyeti, yaşı, sağlığı, bedensel özrü, sosyal düzeyi ve dini inançları nedeniyle aşağılanamayacağını, kişilerin özel yaşamının, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın konusu olamayacağını belirtmektedir. Portre fotoğrafçısı, modellerin kişisel haklarına saygı duymalıdır.”
Yani, “izin al birader.”
Çoğunluk böyle bir gerekliliğin farkında değil. Hele ki konu çocuksa. Zira o kamu malı, ay ama çok tatlı filan. O kadar çok başıma geliyor ve beni o kadar çok delirtiyor ki bu saçmalık.
Biz bir de turistik bir yerde yaşıyoruz ve tatile gelen insanlar fotoğraf çekme çılgınlığına öyle kaptırıyor ki kendini, ben sürekli çevreyi kontrol etmek ve makinayla çocuklarımın arasına girmek ya da gecikmişsem “siler misiniz lütfen?” demek zorunda kalıyorum. Karşı taraf ya mahcup olup, fotoğraf çekmişse özür dileyip siliyor ya da (ne yazık ki çoğunlukla) bana manyak kadın, buldumcuk muamelesi çekip sırtını dönüp yanındakine sessizce “gel gel deyip” gidiyor. Sırf bu yüzden bu sene 2.2 yaşında olan Samed’i mayo ile dolaştırıyorum. Çünkü çıplak olunca daha bir “ay ama çok tatlı!”
Ki bir de çıplak bebek poposunu ellemek manyaklığı var ki, bu sene karar verdim her kıçını elleyenin kıçını elleyeceğim. Valla. Ulan Tayland’ı gezmeden önceki notlarda bile çocuk kafası ellemeyin hoş karşılanmaz diye not vardır. El insaf.
Neyse konumuza dönelim. “Sosyal medyada kendi çocuklarımızın fotoğrafını neden paylaşmamalıyız?” başlıklı zilyon tane uluslararası yazı varken, çocuk istismarı ülkemizde tavan yapmışken, bırak çektiğimiz fotoğrafı sosyal medyada paylaşmayı sadece kendimiz görecek olsak bile bir insanın hele de bir çocuğun fotoğrafını çekerken izin almalıyız. Nokta. Hakikaten nokta yahu. Ben bu konu üzerine yazı yazdığıma bile inanamıyorum.
Az empati yapın anlarsınız. Misal denize girerken bikininiz açıldı memeniz gözüküyor, çotank diye düz yolda düştünüz, eğildiniz kıçınızın çatalı gözüküyor… İster misiniz ki birisi o an fotoğrafınızı çeksin ve bir de bir yerde paylaşsın? Ki bunlar ekstrem örnekler. Yani böyle bir şey olması da gerekmiyor. Birisi siz dondurma yerken çat çekti fotoğrafınızı, ne hissedersiniz?
Hoş değil elbet. Hatta çok ayıp. Yapmayın. Gene nokta. The nokta.
Bir de anı yaşamak diye bir şey var arkadaş, her şeyin fotoğrafını çekmeyin. Görün, vakıf olun, hemhal olun. Hatırlamaya çalışın. Mutluluk denen şey “an”dır, sabit bir şey değil. Sabitlemeye çalışmayın. Hatıra ile yeniden şekillendirip yeni hisler yaratın. Aha da feylosofik final.