Karım bir konferans için yarın şehir dışına çıkacak. Önümüzdeki beş gün ikizlerimizle tek başıma geçirdiğim en uzun zaman olacak. Dört yaşına geldiler bile kızlarım ama ilk kez onlarla kimsenin desteğini almadan başbaşa kalacağım.

Şu anda karımın ne yapmam gerektiğiyle ilgili notlarla evin bütün duvarlarını doldurduğunu, bir yandan dört gün boyunca yiyeceğimiz yemekleri hazırlayıp buzdolabına yerleştirirken, diğer yandan sürekli bir şeyler anlatarak ortalığı telaşa verdiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Evde çocuk bakımının büyük bir kısmını zaten üstlenmiş durumdayım ve bunu yaparken herşeyi olabilecek en basit şekliyle düşünmekten yana oldum hep. Dolayısıyla kendi ebeveynlik tarzımı “aşırı-sadeleştirilmiş ebeveynlik” şeklinde adlandırabilirim. Fakat okuduğum yeni bir kitaptan sonra, bu tarzın kendi icadım olmadığını da öğrenmiş durumdayım.

Vaktinin büyük bir çoğunluğunu evde geçiren bir babayım. Eşim kızlarımız doğduktan dört ay sonra çalışmaya başladı. İlk yıl çocuk gelişimiyle ilgili birkaç kitap okudum. Özellikle de uyku eğitimi ve ebeveynlik tarzları konusuna eğildim. Fakat kızlar büyüdükçe ve onların mutlu ve sağlıklı olduğunu gördükçe içim rahatladı ve o kitapları okumayı bıraktım. Bugünlerde sürekli ebeveyn bloglarını ve çocukların hayal güçlerini nasıl zenginleştirebileceğimizi söyleyen karmakarışık makaleleri okuyorum. Bütün o fotoğraflar ve anlatılar arasında gözlerim sürekli sahici bir şeyler arıyor ve genellikle bulamıyorum.

Ebeveynlik el kitaplarına ilgimi kaybetmeme rağmen, son zamanlarda yayınlanmış bir kitap adıyla dikkatimi çekti. Birçok insan gibi, kendi fikirlerimi destekleyen kitapları okumaktan hoşlanırım, zaten kitabın başlığı da bu yüzden gözüme çarptı: “Minimalist Parenting” (Minimalist Ebeveynlik). Christine Koh ve Asha Dornfest tarafından kaleme alınmış. Hiçbir şey insanın içini “doğru yoldasın” diyen bir kitap kadar rahatlatmıyor.

Minimalist Ebeveynlik kitabının teorik temeli “işte benim yolum” diyebileceğim bir noktaya dayanıyor:

“(Üretilmiş “başarılı” modern ebeveynlik anlayışlarını bir yana bırakıp) kendi değerlerinizle uyumlu ve eğlenceli bir hayat yaşamak çocuklarınızı güçlü ve özgün bireyler olarak yetiştirmenize yeter. Daha da önemlisi, bu şekilde siz de çocuklarınız için anlamlı bir model oluşturabilirsiniz ve yine ancak bu şekilde çocuklarınız kendi sezgilerine güvenen bağımsız bir yetişkin olabilirler.”

Bu cümle çocukları “en iyi” şekilde yetiştirmek için çıkan en son trendleri yakalamayı sürekli reddettiği için kendini suçlu ve baskı altında hisseden benim gibi insanları kurtaran cinsten. Ebeveynlik trendlerini takip etmekten daha önemli bir şey olduğunu söylüyorlar bu kitabın yazarları. Onlara göre yapmamız gereken şey, zamanımızı doğru planlamak, beklentilerimizi fazla yüksek tutmamak ve aileyle geçirdiğimiz zamanda eğlenmeyi ihmal etmemekten ibaret.

Bu kitabın benim için ebeveynliğe ilişkin sezgilerimi doğruluyor olmasından başka bir anlamı daha var. Kitap felsefi arka planının ötesinde bir takım pratik, uygulanabilir önerilerde de bulunuyor. Dolayısıyla minimalist ebeveynlik hiçbir şey yapmadan bir kenardan çocuklarınızın büyümesini izlemek anlamına da gelmiyor elbette.

Elbette evdeki bu halim uzun sürmeyecek ve bir müddet sonra üniversitedeki işim yoğunlaşacak. Gene de ailemle eğlenmek için vakit ayırabileceğim. Kitapta kısıtlı zamanın nasıl kullanılabileceği konusunda bazı öneriler var, işte bu öneriler o aşamada işe yarayacak gibi görünüyor. Ayrıca finansal durumların nasıl düzene sokulabileceği, doğum günü partilerine ilişkin pratik öneriler, çocukların ev ödevleri ve beslenme çantaları konusunda birkaç eğlenceli ayrıntı, oyunlar, oyuncaklar vs.

Kitabın bir başka güzelliği ise dışlayıcı ve suçlayıcı bir dili olmaması. Yani kimsenin kendisini kötü ebeveyn olarak görüp suçluluk duygusuna gark olmasını amaçlamıyor kitap. Ayrıca o çok trendy ebeveyn kitaplarının aksine anneci bir kitap olduğu da söylenemez. “Anne” sözcüğü yerine “ebeveyn”i, “eş”i, “partner”i ve hatta “koca” ve “baba”yı kullanıyor genellikle. Bu da aile denilen olguya daha geniş bir çerçeveden bakmanızı sağlıyor. Öte yandan sizi mükemmel olma arzunuzdan mükemmelen uzaklaştırıyor ki bu arzunun hem çocuk hem ebeveyn için ne kadar yıkıcı olabileceğini tahmin etmek istemiyorum.

Son bölümde yazarlar nedense birdenbire “anne”ye odaklanıyorlar. Hayır bir tutarsızlıktan kaynaklanmıyor, aksine bu bölümde babaların pek de işine yaramayacak kimi makyaj, özbakım ve yoga önerileri bulunuyor. Bu bilgileri ayrı bir bölümde paylaşmalarından ayrıca memnunum. Tahmin edebileceğiniz gibi okumak zorunda kalmadım.

Minimalist ebeveynliğin zaten pek çok baba tarafından halihazırda kabul edilmiş bir ebeveynlik tarzı olduğunu tahmin edebiliyorum. Anneler ise bu tarzı benimsemeleri halinde ciddi bir kültürel baskıya maruz kalacaklardır. Oysa bu tarz, aşırı yüklenmiş ebeveynlik beklentilerini daha geniş ve uygulanabilir standartlara döndürme önerisinden başka bir şey değil. Şu halde asıl mesele, ebeveynliğe ilişkin cinsiyet rollerini ciddi ciddi yeniden düşünmekten geçiyor.

Andy Hinds, BetaDad