Ayrıcalıklı bir çocuk olarak büyümedim, çok şey de istemiyordum zaten. Orta sınıf bir ailenin çocuğuydum ve durumumuzun dünyanın kalabalık bir kesiminden iyi olduğunun farkındaydım. Ebeveyn olarak en çok kafamı kurcalayan soru şu: Çocuklarıma kendi istedikleri hayatı yaşarken, başkalarının kendileri için arzu ettikleri hayatı kurmalarına engel olmamaları gerektiğini nasıl öğreteceğim? Bence bu ebeveynliğin içerdiği en büyük zorluklardan biri.

Karımın ve benim biri dört, biri üç, biri beş ve biri de 13 yaşında olmak üzere dört çocuğumuz var. Hepsi de kız. New York’ta yaşamayı seçmemizin sebebi, sadece sokakta yürürken bile dünyada milyarlarca farklı insan, yaşam tarzı, anlayış olduğunu, insanların farklı diller konuştuklarını, farkıl toplumsal ve ekonomik geçmişlerden geldiklerini görmeleri. Bütün bu farklılıkları onlara sadece anlatarak gösteremezsiniz. Ayrıca biraz daha büyüdüklerinde onları başka ülkelere seyahatlere göndereceğim. Annem de fırsat buldukça beni böyle gezilere gönderirdi.

15, 16 ve 17 yaşlarımda Mexico ve Guatemala’da sırt çantamla gezmeye başlamıştım bile. Okulda açılan tüm dil kurslarına da gidiyordum. Benim için terapi gibiydi. Altı saat okul derslerinden sonra, Meksikalı bir ailenin yanında zaman geçiriyordum. Konuştukları tek dil İspanyolcaydı. Birkaç hafta sonra, otobüsle bütün ülkeyi dolaşabilecek kadar dil öğrenmiştim. Bindiğim otobüsteki tavukları hala hatırlarım. Bostonlu olduğum için, o türden bir yoksullakla daha önce hiç karşılaşmamıştım. Bunu hiçbir zaman unutmadım.

Annem ve babam henüz ergenlik dönemimi sürerken boşandılar. Ama her ikisi tarafından sevildiğimi hep hissettirdiler. O yüzden hiçbir zaman kendimi bölünmüş gibi hissetmedim. Nedenini bilmiyorum ama her ikisine de herhangi bir nedenle yalan söyleme ihtiyacı hiçbir zaman hissetmedim. Hiçbir şeyimi onlardan gizlemedim.

Annem erken çocukluk dönemi eğitimi konusunda profesör. İki yaşımdayken büyüyünce aktör olacağımı bildiğini söylüyordu. Erkek kardeşimin sanatçı olacağını da bilmişti: O şimdi ressam ve heykeltraş. Oynadığımız oyunlardan yola çıkarak tahmin ettiğini söyledi sonra. Anaokulundaki öğretmenim anneme beni giysi odasından bir türlü çıkartamadığını anlatmış. Annem öğretmenime “İyidir, iyidir, bırak oynasın” diye cevap vermiş. Giysileri deniyor, kendimce roller çıkartıyordum. Annem ve babam, canım ne istiyorsa onu olabileceğimi söylediler. Tek koşulları her ne yapıyorsam iyi yapmamdı. İstersem gidip yerel tiyatroda oyunculuğa başlayabilecektim. Ama profesyonel oyunculuk için bu işin okulunda okumalıydım. Sabırsız olmamalıydım.

Karım benim ruh eşim. Onsuz yaşamayı hayal bile edemiyorum. Anne-babalar, çocuk büyütmenin nasıl yorucu bir iş olduğunu bilirler. Bu ancak, çocuklarınızı sizin kadar sevebilecek biriyle işbirliği yapılarak mümkün olabilir. 13 yaşındaki kızım muhteşem, bize her konuda yardım ediyor. Ama diğerleri yerlerinde duramıyorlar. Aileye ilişkin bütün işleri birlikte yapıyoruz. Okula gidecekleri birlikte götürüyoruz mesela. Günümüz saat 6.30’da başlıyor. Çocukları okula bıraktıktan sonra gerçek bir rahatlama yaşıyoruz, yalan yok. Sonra kendimize kahve yapıp karşılıklı içiyoruz.

Çocuklarım olmadan önce arkadaşım Don Cheadle, aktörlüğün tam da babalara göre bir iş olduğunu söylemişti. Çünkü oynamadığım her an çocuklarımla olabilirdim ve aslında bir çok babanın böyle bir şansı yoktu. Kesinlikle doğru söylüyormuş. Oynamadığım her an çocuklarımlayım.

İki hafta kuralı diye bir şey icat ettik. Hiçkimse aileden iki haftadan daha uzun süreyle uzak kalamaz. Şu anda Vancouver’da bir film çekiyorum, Cuma günü ailemi görmeye gidip, Pazar günü işimin başına döneceğim. Bu kural iş hayatımı zorlaştırıyor olabilir. Ama çocuklarımı görüyor olmaktan da çok mutluyum. Cumartesi sabah, henüz yataktan çıkmadan, kapı aralığından orada olup olmadığımı kontrol etmelerine bayılıyorum.

Birkaç yıl önce Clint Eastwood bir filmde oynamamı istedi (Invictus). Onunla çalışmak hep düşlediğim bir şeydi. Ama Güney Afrika’da yedi hafta geçirmem gerekiyordu ve sömestr ortasıydı. Karım ve en büyük kızım Alexia ile oturup düşündük. Alexa’ya okuldan bir hafta izin alırsak hep birlikte Güney Afrika’ya gidebileceğimizi düşündük. Altı yedi ay öncesinden planları yaptık, okulu haberdar ettik. Hatta okula birkaç çocuğun daha bizimle gelebileceğini, Güney Afrika seyahatinin çocuklar için iyi olabileceğini düşündük. Böylece film çekimi bir okul gezisine dönüşmüş oldu. Önce karım ve ben gittik, ardından kızım okul arkadaşlarıyla geldi. Irkçılık, ayrımcılık, özgürlük gibi sözcüklerin bolca geçtiği koca bir hafta geçirdiler. Birlikte Robben Adası’na gittiler. Herşeye değecek türden bir yolculuk oldu. Hem ailemle birlikteydim, hem birkaç çocuğun belki de hiç ziyaret etmeyecekleri bir ülkede, çok temel bir şeyler öğrenmesine aracı oldum, hem de çok iyi bir film çekimi gerçekleştirdim.

Ailemle ilgili olarak şu anda hissettiğim şeyleri hissedebileceğimi beklemezdim. İyi bir baba ve koca olacağımı biliyordum, ama bundan fazlası var. Ebeveyn olan arkadaşlarım duygularını “bu muhteşem bir duygu”, “harika bir şey” diye ifade ediyorlar. Ama ben hissettiklerimi ve baba olarak yaşadığım deneyimi böyle anlatamam. Bu kolay kolay anlatamayacağım, bütün sözcüklerden daha sahici bir şey.

Kaynak: The Guardian