Solda Güneş Yükseliyordu…

Bu seriye başladığımda, kısaca değinmiştim. Koca sene çalışmaya esir olup, yılın birkaç haftası bize kalan tatillerde göçülecek yerleri gezerek hedef noktayı araştırdığımızdan… Güney, listemizde hiç yoktu aslında. İkimizin de soy ağacı Karadeniz sularını işaret ediyordu ama ortak noktamız olan Meriç’te buluşuyorduk. Maki ya da güneşten kör olmuş gözlerin önünde alabildiğine serilmiş mavi bize “çöl”ün başka bir formu gibi geliyordu sadece. Tabii bu, başka bir yere hedef almışken, yolda tanıştığımız birinin bizi Geyran’a yönlendirmesine ve içimdeki o her şeyin hala en iyisini isteyen kafayı kendimle beraber götürmemem gerektiğini anlayana kadardı.

Listenin ilk sırasındaki Istranca’nın yeşilliğine ve bereketli sularına rağmen buraya gelmemize sebep, susuz Üzümlü Ovası’nda güneşin Geyran’dan doğup Aladağ’dan batması mı şu anda kestiremiyorum. Belki o ilkbahar gününde sadece birkaç kilometre arayla gelincik ve papatyaların aynı anda gözlenebilmesiydi. O  yüzden sırf gelincik gözlemi için buraya turistlerin geldiğini öğrendiğimizde çok şaşırmamıştık. Üstelik cesaret edip biraz daha yukarılara çıkıldığında, güneşin doğarken kendini sıyırdığı tepeye daha çok yaklaştıkça sizi kendi haline terk edilmiş meşeler ve diğer uçta yine susuzluğu yüzünden sarnıçların üstüne kurulmuş antik bir yerleşim yeri karşılıyordu. Cesaret etmek demişken, binlerce yıllık hikaye kusursuz olanın illa güzel olmadığını söylüyordu. En iyi yer diye bir şey yoktu, emek verilen yer vardı.

Aladağ’a karşı açan gelincikler

O yüzden şimdi hemen hemen her ay, bizim gibi yer arayan ve yolu Üzümlü’ye düşen insanlara bunu anlatabilmek istiyorum. Yanından geçen derenin ve her yeri verimli, asırlık ağaçları olan ve özellikle yamaçta kocaman bir arazinin ihtimalini aramaya gerek olmadığını. Çünkü bizim konumlandığımız çukurda (?) tarımsal faaliyetten ötürü yorgun toprağı azad edip, dinlenmesine izin verip, kendi kendine çıkan fidanların büyümesini, ektiğin meyve fidanının meyvesini yemekten daha çok istemek de var. Çünkü her şeyi bırakıp geldiğin ve yaşamını yeniden kurmaya layık gördüğün o cennette, her gün güneşi verip, güneşi götüren dağların yamaçlarında aç insanların peyniri delen fareler gibi tepeleri oyduğunu, oyacağını öğrenmek de var!

Evet… İşte, meşesini üzümünden daha çok sevdiğim ama ikisini de aynı potada harmanlayan insanların yaşadığı Üzümlü Ovası’nda hâlihazırda bir taş ocağı ve bir krom madeni  olduğu halde ikincisinin de yapım aşamasında olduğunu öğrendik yakın zamanda. Geleli sadece dört yıl oldu ve hayatımda gördüğümden daha fazla talana burada tanık olduk. Canlı hayatında gözlenebilir bir azalma. “Artık yağmıyor, sizin oralar eskiden hep göldü” dedikleri şeyden mi, yoksa özellikle yaz ayları kızılçam ormanlarını yutan toz bulutundan mı bilemiyorum.

Öğrendik ki güneşi batırdığımız tepenin ucuna, Aladağ’a göz dikilmiş, izinler alınmış, kepçeler sokulmuş. Yanındaki zeytinliğe, dibindeki birinci derece sit ve yerleşim alanlarına ya da bölgede yapılan arıcılığa rağmen. İlk yazılarda bahsetmiştim, tarım alanlarını korumak için büyük ölçüde imara kapatıldı yakın zamanda tarlalar. Her şeye rağmen güzel gelişme derken, aynı zamanda geçen büyükşehir yasası hayvancılığın özgürce yapıldığı, sulamanın  başka bir tepenin ardından imece ile getirilen suyla yapıldığı yerde, devlet gelip aşamalı olarak hayvancılığa müdahale edip, o sulama suyuna vergi koyabilecek. Tek derdi kendi yağıyla kavrulmak olan insanların, tepesine bir taş ocağı yapılmasına izin vererek, her patlayan dinamitte yörede yaşayan bütün canlılarla beraber bizim de yüreğimize korku salacak.

“Orada, bir köy var uzakta” romantizmine kanmamak lazım. Her an bir el sizin düşünüzün içine girip kabusa çevirebilir. Gereken izinler alınır kolayca. Çünkü doğa sandığımızdan daha karmaşık ve her mevsimin bize burada öğrettiği bir şey de şu ki sizin gözünüze çöl görünen yerin bile kendine özgü akıl almaz çeşitliliği var. Bürokrasi o kadarına hakim olamaz.

Basit hesaplar yapılır, çeşitlilikte ekonomik olarak önem arz eden elemanlar öne çıkarılır ve bunların yanında ormanlar, dereler, tepeler değersizdir. Bu durumda işiniz, işimiz gerçekten onların durduğu yerden bakıp bakın   argüman geliştirmeye ve hukuken haklı olmaya kalıyor.

Taş ocağı yapılacak alana iş makineleri girdikten sonra

Üzümlü, İncirköy ve Koruköy… Yapılması planlanan bu ikinci taş ocağı bu üç köyü de etkileyecek konumda. Mesele üç köy yerine üç ağaç olsa da durum bizim için değişmeyecek fakat üç ağaç bile olsa; her talep edilene niceliksiz diye satılabilir olan bu üç ağacın ne zaman yüzlerce olduğu fark edilecek. Bu üç köy de bunun farkında. Eskiler, buranın sadece inciri ve üzümü değil; bademi de meşhurdu diyor artık meyve vermeyen ağaçlarını gösterip. Nedeni bazen taş ocağı, maden, bazen günün gündemine göre yakına yapılan baz istasyonu… Şaşkınlığın nedeni hedef değiştirip haklıyı haksız kılmak değil. Sebep şu ki; uzun zamandır çok şey ters gitmiş ve bunlarla ilgili ne bir açıklamaya kavuşmuş yöre halkı ne de şartların iyileştirildiğine tanık olmuş. Yeri gelmiş seneler önce, turizmle ve tarımla geçinen bu köylerin yine dibine çimento fabrikası yapılmaya kalkılmış. Köye dışarıdan gelip yerleşenlerin hukuki mücadelesi sonunda o delice hatadan dönülmüş.

Bugün ikinci taş ocağı ya da başka bir girişim bütün bu karmaşa ve olumsuz gidişata dur demek yerine daha da içinden çıkılmaz hale getirmek işte köylü için. O yüzden dışarıdan gelen ve onların düzenini yerle bir edene kadar durmayacak müdahalelere artık sessiz kalmak istemiyorlar. Bizim gibi kentten köye yerleşenler için ise büyük bir hayal kırıklığı. Daha iyi yaşam imkanının elimizden alınması. Buranın da gelişme(!) adı altında yaşanılması imkansız yerlere dönüşmesi.

Taş ocağı, maden, çimento fabrikası, HES, vs. Zaten her gün doğan güneş, tam da ihtiyacımız olan her şeyi veriyor. Üstelik bunu yapmaktan vazgeçmeyecek. Gücü tükenmeyecek. Kendi kendine yeten mükemmel bir sistem zaten varken gün geçtikçe insan eliyle yarattığımız hasta düzeni sürdürmek adına daha da hasta olmaya gerek var mı?

İkinci taş cağı girişiminden bir kesit

Buraya gelince daha da iyi anladık, çok azıyla çok daha mutlu olunduğunu. O yüzden 15 Mayıs’ta Aladağ’a doğru yürüyeceğiz, belki sadece üç köy, belki onlarcası. Hukuk mücadelesi sürüyor bir yandan. Verilen izine yapılan itirazlar sonucu yeniden bilirkişi gelecek. Sonuç ne olursa olsun, hepimizi, her şeyi etkileyecek. O yüzden destek olmak isteyenler o gün Üzümlü’de olmayı başarabilirse, gelinciklerin ve papatyaların açtığını ve kapıların da açık olduğunu unutmasın.