Punk’ın öfkeli adamı ve the Clash grubunun efsanevi kurucusu Joe Strummer, 10 yıl önce nedeni anlaşılamayan bir kalp krizi sonucu ansızın hayatını kaybetti. Kızları Jazz ve Lola, 60. yaş gününü beklemek yerine, organizasyonunda da rol aldıkları Strummer of Love festivalinde babalarının hayatını ve geride bıraktıklarını anmayı tercih ettiler. Çünkü onlara göre de Strummer gibi birini iyi bir müzik festivaliyle anmak en doğrusuydu.

Jazz ve Lola doğdukları günden itibaren, babalarının her yıl Glastonbury’ye yaptığı yıllık “hac ziyareti”ne katılmışlardı. Jazz anlatıyor: “Çocukken babamızın katıldığı tüm festivallere katılıyorduk. Glastonbury’de her yıl kamp kurup insanları etrafında topluyordu. Kamp çadırlarının kurulumunda çalışıyordu. O kadar küçük olmamıza rağmen bize de kendi çadırlarımızı kuruyordu. Bu türden atmosferler oluşturmaya, ortama canlılık katmaya bayılıyordu. Glastonbury’de bayrağı çekiyor, saman balyalarını alıp büyük bir kamp ateşi yakıyorduk. 24 saat boyunca müzik yapılıyordu ve çoğu zaman dj’liği o üstleniyordu. Oraya aile olarak gidiyorduk, arkadaşlarımızla birlikte vakit geçiriyorduk. Birbirini tanıyan insanları oraya gidenler. Sonradan Strummer Köyü diye anılmaya başlandı kamp yeri. İstediğimiz de buydu. Çılgınca ve ele avuca sığmaz bir yerdi.”

Joe 2002 Noel’inden birkaç gün önce, Somerset’te, kısa bir süreliğine köpeklerini dolaşmaya çıkarıp döndükten hemen sonra öldü. Jazz 18, Lola ise henüz 16 yaşındaydı.

Lola anlatıyor: “Oxford Sirki’ne gitmiştim, Noel için alışveriş yapmaya çalışıyordum. Bu tür şeyleri önceden hissediyor insan. Bir şekilde içim huzursuzdu ve nedenini anlamıyordum. Biri arayıp bir an önce eve dönmemi söyledi. Hemen metroya bindim, otururken aklımdan ihtimaller geçiyordu. Anneme bir şey olmadığını bilir gibiydim, o gün erken saatlerde konuşmuştuk zaten. Jazz ya da babam olmalıydı. Metrodan iner inmez evi arayıp sordum: ‘Babam öldü değil mi?’ Büyük bir şoktu. Hasta bile değildi ölmeden önce. Daha bir gün önce bütün bir günü onunla geçirmiştim ve her şey çok güzeldi. Ondan önce de birkaç aylığına tura çıkmıştı ve o yüzden görüşememiştik. Turdan sonra hepimiz bir araya geldik. Annem, büyükannemler, ikinci karısı Lucinda ve kızı Eliza… Hep birlikte bir yere gidip yemek yedik ve şampanya içtik. O kadar güzel bir gündü ki…*

Joe’nun ölümüne kızları farklı tepkiler verdiler. Jazz durumu kavramakta çok zorlandı. Babasının ölümünden yıllar sonra bile panik atakları devam ediyordu: “Galiba gerçek anlamda tepki vermem çok zaman aldı. Profesyonel yardım aldım ve bu konu hakkında çok konuştuk. Şimdi daha iyiyim.”

Lola, durumu daha çabuk kavradı. “O öldükten sonra, kendimi tamamen bıraktım. Korkunç bir durumdaydım, çok zor zamanlardı. Jazz da evden uzaktaydı ve bu yüzden kendimi çok yalnız hissediyordum. Onun ölümü hayatımı tamamıyla değiştirdi. Fakat bir şekilde üstesinden geliyorsunuz. Ölüm hayatın bir parçası ve siz de onu kabul etmek zorundasınız.”

Jazz ve Lola Strummer of Love Festivali’nin organizasyonuna yardım etmek için ellerinden geleni yapmışlar. Ama bu süreç eski günleri geri de getirmiş bir parça. Festival sayesinde, kendisini Joe Strummer’a yakın hisseden yüzlerce insanla yeniden bir araya gelmişler. Bunlar arasında, Clash’ın gitaristi Mick Jones da var. Strummer’ın da çaldığı the Pogues’un üyeleri, yine üvey kızı Eliza’nın vokalistlik yaptığı Alabama 3 grubu ve hem yoldaşı hem en yakın arkadaşı Billy Bragg de festivale katılanlardan…

“Üstünden 10 yıl geçtikten sonra bütün bunlar çok tuhaf geliyor” diye anlatıyor Lola, “Ama duyguların, yasın bir şekilde su yüzüne çıktığını hissediyorum. Ve şimdi her şey sanki öldüğü günden çok daha güçlü.”

Jazz da aynı şekilde hissediyor. Temmuz’da ilk çocuğunu dünyaya getirdi. Boudicca Joe’nun da ilk torunu. “Bebek sahibi olmak birçok şeyi yeniden düşünmenizi sağlıyor” diyor Jazz, “Babamı da her zamankinden çok düşünüyorum dolayısıyla. Eminim Boudicca’dan başka bir şey düşünemiyor olurdu şu günlerde. Çocuklarla arası çok iyiydi. Onları çok seviyordu.”

Her iki kızkardeş de babalarının beklenmedik bir kalp krizi sonrası ölümünün hayatını olması gerekenden çok erken sonlandırdığı düşüncesindeler. Ama onunla geçirdikleri zamanın ne kadar değerli olduğunun ve ayrıca babalarının geride bıraktığı müzikal mirasın da farkındalar.

Lola, “Yaptığı müzik için ona minnettarım, bu sayede hâlâ sesini duyabiliyorum. Bu yüzden çok şanslıyız” diye anlatıyor ne hissettiğini.

Joe’nun hayattayken yaptığı işlerden biri de BBC World’e London Calling adlı bir dizi hazırlamatı. Jazz ve Lola bu diziyi de dinliyorlar arada bir. “Bizimle birlikte oturup kayıtları dinlerdi” diye hatırlıyor Jazz, “Çok iyilerdi, çünkü hem konuşuyor hem de en sevdiği şarkıları çalıyordu, bu sayede o seri çok kişisel bir şeye dönüşmüştü. Böyle sıyırdı kendini benzerlerinden, dinleyen hiç kimsenin unutamayacağı bir şey yaptı. Bütün bunları bilmek insana iyi geliyor.

Kızkardeşlerden hiçbiri the Clash grubunun 1980’de başlayan dağılma sürecini görmediler. Jazz 1983’te doğdu. Kızlar dünyaya geldiklerinde Joe karısıyla birlikte Ladbroke Grove’da oturuyordu. Bir diplomat çocuğundu ama çocuklarını yatılı okula göndermiş, kendi yollarını bulabilecekleri şekilde yetişmelerini istemişti. Jazz, babasının onları nasıl serbest bıraktığını anlatıyor: “Babam otoriter bir aileden geliyordu. Babası akademik bir kariyere de sahipti, kamu okuluna gitmiş ve hiç memnun olmamıştı. O yüzden bizi istediğimiz hemen her şeyi yapmamız için cesaretlendirdi. Büyüdüğümüz ortamda kurallar yoktu. Canımızın istediğini yapıyorduk. Neredeyse vahşiydik, adımız pit-bull çocuklara çıkmıştı. Evin duvarlarına yazıp çizmemiz bile serbestti. Çünkü babam bunun yaratıcılığımızı geliştireceğini düşünüyordu. Her şeyi kırıp döküyorduk. Annem biraz daha farklıydı, ama uyum göstermeye çalışıyordu.”

Joe’nun özgürlükçü tutumu bazı olumsuz sonuçlar da doğurdu. Jazz okuldan atıldı. Sebep olarak ise “davranış bozuklukları” gösterilmişti. Jazz “yaptığım tek şey giysilerimi çıkartıp oraya buraya atmaktı. Kurallara uymayan rahatsız edici bir çocuk olmuştum. Aslında bir parça utanç verici. Sonunda, hiçbir okul beni kabul etmedi ve Hampshire’a, annemin evinin yakınlarındaki küçük bir özel okula gitmek zorunda kaldım.”

Joe Strummer’ın kızı olmak her zaman kolay değildi elbette. Jazz 8, Lola 6 yaşındayken anne-babaları boşandı. “İkimiz bu konudan farklı şekillerde etkilendik” diyor Lola, “Ben sessiz bir çocuktum, ne olup bittiğini de anlamış değildim. Ama Jazz çok ağladı.”

Jazz ise bu olayın üstesinden gelemediğini anlatıyor: “Korkunç bir durumdu. Babamın daha çok boş vakti vardı, ama ortalıkta görünmüyordu çok. Çok mutsuzdu ve müziği de bu mutsuzluktan etkileniyordu.”

Joe’nun müzik hayatının kötüye gitmesi aileyi de çok etkiledi. “Karanlık bir dönemdi, hepimiz bir yandan yaşlanıyorduk, çalışmıyordu ama bir şeylerle mücadele ettiği çok belliydi” diye anlatıyor Lola bu dönemi: “Müzik ve yaratıcılık anlamında da zor zamanlardı babam için. Küçük konserler veriyordu ama insanlar Clash’ı dinlemek istiyorlardı. Müziği ve tavrı değişmişti. Daha sakin daha yumuşak bir müziği vardı artık. Öldüğünde, aslında müzik kariyeri sona ermek üzereydi. Bunun farkında olmak, bunu düşünmek utandırıyordu beni. Her halükarda her şeyi en iyi hatırlandığı şekliyle bırakıp gitti.”

Boşanmalarına rağmen, ilişkilerini bir şekilde devam ettirmeyi başardılar. Bu sayede kızlar lüzumsuz kötü anılar biriktirmek durumunda kalmadılar. Her yaz birlikte İspanya’ya, Joe’nun aşık olduğu San Jose’ye gidiyorlardı. Jazz: “Belli bir yaşa geldiğimizde, bizimle birlikte dışarda içmeye de çıkıyordu. Birlikte İspanyol barlarına gidiyor, arkadaşlarımızı davet ediyor, saatlerce eğleniyorduk. Çok cömert ve iyiydi arkadaşlarına karşı.”

Ölmeden yemen önce the Clash’ı yeniden kurmayı düşünmeye başlamıştı. Ama bunu konuşmak bile çok zaman istiyordu. “Saçma sapan paralar öneriyorlardı onlara, bu yüzden gelen bütün tekliflere hayır deyip, morallerini yüksek tutmayı tercih ediyorlardı” diyor Jazz ve ekliyor: “Babam ölmeseydi, the Clash yeniden başlayacaktı. Hissediyordum.”

Joe Strummer’ın yaratıcılığının her iki kızına da bulaştığını görmek zor değil. 2004’te Doğu Londra’daki Bethnal Green Working Men’s Club’da parti organizasyonu yapmaya başladılar. Adeta yeni bir rock’n’roll akımı yarattılar bu gecelerde. Jazz Women’s Institute’ta Zanaatin Kraliçeleri adıyla bir dizi kitap yayınlamaya başladı. Lola, Dark Moon adlı bir grupta söylüyor, Strummer of Love’da da bu grupla birlikte sahne aldı. Ayrıca She Vamps adlı bir giysi markası var. İki kızkardeş ayrıca, Doğu Londra’da bir stüdyo işletiyorlar.

Jazz, kadın sorunlarına olan ilgisi dolayısıyla Women’s Institute’u kurduğunu söylüyor ve ekliyor: “The Clash siyasi bir gruptu, babamın siyasi görüşleri bizi de etkiledi kaçınılmaz olarak. Ama o aynı zamanda müthiş yenilikçi biriydi, her şeyi mümkün kılan bir yanı vardı. Tutkusunun bana da geçtiğini düşünmek hoşuma gidiyor. Hemen her konuda kendini ifade edebileceği bir fikri vardı ve bir şeyi kafasına koydu mu mutlaka yapıyordu. Bu yüzden gerçeklerin elimi kolumu bağlamasına hiçbir zaman izin vermiyorum.”

Festival devam ederken Jazz bir taraftan da bebeğine bakıyor. Üstelik organizasyona da yardım ediyor, el sanatları atölyeleri yapıyor. Lola hem sahnede söylüyor hem de organizasyonun çeşitli bölümlerine yardım ediyor.

Lola diyor ki, “Geriye bakmak çok eğlenceli. Ama galiba o başına ne geleceğini hep biliyordu. Ölmeden hemen önce yazdığı şarkı sözleri var elimde ‘Sadece sıradan biriydim / Bir bedeni sevip sonra o bedeni terk eden.’ Bunun gibi bir şeyler. Bu sözleri alıp bir şarkıya dönüştürdüm, çünkü onun da böyle yapmak isteyeceğini düşünüyordu. Ama biliyorum ki ona ne olacağını biliyordu.”

Her neyse, kızları tıpkı onun yapacağı gibi saman balyalarıyla yaktıkları kamp ateşinin etrafında, yine onun yapacağı gibi dostlarıyla birlikteler. Jazz “Bizi böyle görmekten mutluluk duyacağını biliyorum” diyor, “Biliyorum bayılırdı bizi bu sokağın yanında, o sanki buradaymış gibi eğlenmeye devam ettiğimizi görse…”

Kaynak: The Guardian