Okuldan bu sene mezun olmuş, Tavuskuşu’nda da yazan biri olarak biraz konuşayım istedim fanzin ve fanzinle ilişikili süreç üzerine. Okulun, fanzinin veya mezunların yaptığı açıklamalardan bağımsız bir yazıdır bu. Bir iç dökme, bir sorgulama biraz da tanıklık aslında.

Tavukuşu fanzinin bu sayısının içeriği Mart ayı civarında planlanmıştır. Özgecan’ın öldürülmesi de bu döneme denk gelmiştir. Mayıs ayında “kadın cinayetleri politiktir” sayısı çıkarılmıştır. Öncelikle tekrar belirtmek gerekir ki fanzinimiz okuldan tamamen bağımsız, bazı okul öğrencilerinin de içinde bulunduğu ama üniversiteli, mezun vs. birçok grubun destek olduğu fanzindir. Bu meselenin Melike hoca ile ilişkilendirilmesinin tek sebebi, Melike hocanın okulda Edebiyat Atölyesi adı altında yürüttüğü kulüpten ve kulüp dışından öğrenciler tarafından yazılmış kadın cinayetleri meselesiyle uğraşan mektuplardır. Bunları, okulun yayınlamasını istemişler ama okul bunu kabul etmeyince mektuplarımız, çizimlerimiz boşa mı gitsin diyen bazı öğrenciler çalışmalarını Tavuskuşu’na vermişlerdir. Sonuçta, bunlar bizim fanzinimiz için yazılmamıştır. Arkadaşlar, yayımlamak istemiş, hazır Tavuskuşu varken başka yayın yeri aramayalım deyip bize vermişlerdir.

Kadın cinayetlerinin bu kadar “normalleştirildiği” dönemde öldürülen kadınların ağzından yazılan bu mektupların okulda basılmasının istendiğine ben tanığım. Ama okul idaresinin tavrını hepimiz az çok biliyoruz böylesi çalışmalarda, kaldı ki okul basmadıysa ilelebet yayınlanmayacağı anlamına gelmez. İsteyen istediği yerde yayınlar elbette. Melike hocanın ilgisi olmadığına hâlâ ikna olunmamış olsa dahi ben süreci biliyorum. Mesela, bazı arkadaşlarımız kendi aralarında tartışıp eserlerini bize fanzine basmamız için vermiştir. Hatta bu mektupların bazıları kulüpten tamamen bağımsız öğrenciler tarafından da yazılmıştır. Bu da idarenin Melike hoca ve fanzin arasında kurduğu minik “bağlardan” biridir.

Fanzinin işten çıkartma gerekçelerinin başında yer aldığını öğrendiğimizde iki arkadaşımla daha okula gidip, meseleyi öğrenmek, “hocam bir de bizim ağzımızdan dinleyin, kimse fanzinimiz de bahane edilerek ekmeğinden olmasın” dedik.Bu sefer de fanzin suçlandı. Okulda dağıttığımız, hatta sattığımız iddia edildi. Oysaki biz hep sokağa, topluma yazmıştık. Yazılarımız “provoke edici” “travmatik” bulundu. Kadın olarak bugün, dünya nufusunun yüzde 52’sini oluşturan bir cinsiyetin, toplum içinde böyle konumlandırılmasını, her gün üç kadının öldürülmesini anlamıyor, anlamlandıramıyorum. Eğer fanzinin dozajını ayarlayamadıysak da sebebi bu hakikatlerdir. Topluma isyanımız var bizim. Yaşananlara, yaşatılanlara. Bağırıyoruz bu yüzden de dilimiz böyle “fevri”.

“Amacımız toplumu dürtmek” dediğimizde “bizi de dürttünüz işte, ama yanlış şeylere sebep oldu” cümlesi anlaşılır değil. Meselemiz dürtmekti ama dürtüp bir hocamızın işten çıkarılmasına -hem de asılsız gerekçelerle- sebep olmak değil. Melike hoca, resmi olarak bir sene hocam oldu. Bu kadar kısa olmasına rağmen okulda üzerimde en çok emeğe sahip olan kişilerden biri de odur. Dersleri hiç de “fevri” değildir. Edebiyattı, şiirdi, öyküydü, filmdi… Eee, bunlar zaten hayattı, düşünmek, sorgulamaktı ya! Hocamızın işten atıldığını öğrendiğimiz ilk günlerde dediğim gibi  bize Birhan Keskin’i, Didem Madak’ı öğreten bir insandan ne zarar gelir ki!

Öte yandan “fevri feminist bir fanzin” çıkarmanın illaki feminist bir hocayla ilişkilendirilmesi, bizim için de büyük hakarettir. Bizim aklımıza, kültürel, entelektüel donanımımıza, kendimizi kurma çabamıza da. Olaylardan birkaç gün sonra şöyle demiştim: Bize verilen bu eğitim ile kazanmış olduğumuz becerilerin de küçümsenmesi değil midir bu bir yandan? Bu açıdan hem verdiğiniz eğitimi de küçümsemiyor musunuz?

Yaklaşık birkaç hafta önceki mezuniyet törenimizde yapılmış konuşmadan alıntılayarak açıklamak istiyorum: “Düşüncelerinizin ve eylemlerinizin ardında dimdik duran bireyler olun” ve “her ne kadar tüketime dayalı bir sistem içinde yaşasak dahi eleştirel düşünebilen bireyler olun.” Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diyelim mi en Türkçesinden. Bu açıdan bazı NDS mezunlarının ya da tamamen dışarıdan gelen yorumlardaki bir noktaya da açıklık getirmek istiyorum. Meselemiz, elbette “okulu karalama kampanyası” değil. Kendi edindiğim becerileri dahi düşünürsem okul içinde, bütün hocalarıma sonsuz teşekkür borçluyum da denebilir. Mesele bana öğretilen, beni bu şekilde yetiştiren bir okulun, bir eğitim politikasının bugün kendisi ile çelişen davranışlarda bulunmasıdır. Bana limitleri sorgulamak, haksızlığa karşı sürekli karşı çıkmak da öğretildi bir noktada. Yani, bugün aslında okul idaresine karşı çıkıyorsam, bu bir noktada okulun beni böyle yetiştirmesindendir işte. O nedenle bugün eski bir Sionlu olarak “Sion’a karşı” yazıyorum.

Melike hocanın, gerek bizlere gönderilen mailde yazan gerekçelerden gerek de belirttiğiniz açıklamadaki sebeplerden kovulması bize verdiğiniz değerlerin inkârı değil midir? Bu nedenle okulun adını karalamıyorum, tersine okula kendisine ait eğitim ve kurum politikalarının tersine düştüğü için karşı çıkıyorum.

Şilan Yüce