ABD’de düzenlenen Grand Prix Klasik Bale Yarışması’na İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ndan katılan üç öğrenci birincilik ve ikinciliğin yanı sıra bir de derece elde ettiler. Volkan Işılay’ın 3 başarılı genç ile gerçekleştirdiği bu söyleşiyi andante‘den alıntıladık.
ABD’deki Grand Prix Klasik Bale Yarışması’nda Türkiye’yi temsil eden üç baletimizin derece kazandığını, ayrıca ilk iki sıraya ambargo koyup New York’taki finale katılacaklarını öğrenince sevindim ve gururlandım. Üç Türk bale öğrencisinin aynı anda yarışmaya katılıp böyle bir sonuç elde etmeleri gerçekten büyük bir başarı. Mutlaka bu konuya dair konuşmak ve baletlerimizin hislerini öğrenmek gerekir diye düşünerek İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Bale Bölümü’nün yolunu tuttum. Yarı final niteliğindeki yarışmada birinci olan Ekim Deniz Akarslan (16), ikinci olan Yılmaz Berkay Günay (16) ve dereceye giren Nicolas Nolte (17) ile güzel bir sohbet gerçekleştirdik.
“Türkiye dediğimizde bize sarıldılar”
Bale bölümünde merhabalaşıp sohbet etmeye başlıyoruz. İlk olarak oradaki atmosferi ve Türkiye algısını soruyorum. Amerika’nın Indianapolis şehrinde düzenlenen bu yarışmaya katılmanın kendileri için çok farklı ve mükemmel bir deneyim olduğunu belirten öğrenciler, mutlaka her bale öğrencisinin bu havayı soluması gerektiğini söylüyorlar. “Yarışmaya Türkiye’den katıldık” dediklerinde ise diğer katılımcıların inanılmaz şaşırarak tepki verdiklerini anlatan Ekim Deniz Akarslan gülerek: “Bizim Türk olduğumuzu duyunca boynumuza sarılıp bizi tebrik ettiler” diyor. Yarışmaya katılmak için burs aradıklarını, bu konuda maddi sıkıntı çektiklerini, ancak kendilerine elle tutulur desteğin Lions Klübü tarafından verildiğini anlatan öğrenciler, destek olan herkese minnettarlar.
Bu yarışmada kazandıkları başarının dayanışmayla geldiğinin altını çizen öğrenciler hep bir yardımlaşma içinde olduklarını anlatıyorlar: “Biz orada Türk balet öğrencileri olarak birbirimizin rakibi değildik. İçimizden biri yere düşerse hemen yardım ediyorduk, sanki üçümüz tek vücutta toplanmış bir balet gibi diğer katılımcılar ile yarıştık”. Oraya devlet konservatuvarı disiplini ile gittiklerini belirten genç baletler kendilerini ön plana çıkaran noktanın bu olduğunu söylüyorlar. Diğer katılımcıların danslarında modern tarafa kayarken, kendilerinin klasik bale formlarını uygulayarak jürinin dikkatini çekmeyi başardıklarına inanıyorlar.
Orada gerek taksici, gerekse otel görevlileri, tarafından saygıyla muamele gördüklerini anlatan öğrenciler, sanatçıya olan yaklaşımın üst düzeyde olduğundan bahsediyorlar. Durup yemek yedikleri bir yerde, sırf yorulmamaları için mekan sahibinin arabası ile onları kaldıkları otele götürmesini hayranlıkla anlatıyorlar. Yarışmaya gitmeden önce, Türk oldukları için önyargı ile karşılaşacaklarından endişe eden baletler, bu korkunun yersiz olduğunu söyleyip ekliyorlar: “Çalıştığımızı ve başarılı olduğumuzu gördükleri zaman bize çok saygı duydular”. Sahnede İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın ismi anons edildiği zaman inanılmaz bir alkış koptuğunu anlatan Yılmaz Berkay Günay, “İşte o anda aldığım ikinciliğin hiçbir önemi kalmamıştı, benim için önemli olan okulumuzun isminin başarılı bir şekilde temsil edilmesiydi” diyor.
Bale serüveni bir takım işi
Bu sanatın balet/balerin ve onun ailesinin içinde yer aldığı bir takım işi olduğunu söyleyen öğrenciler hayatlarından anekdotlar vermeye başlıyorlar. Dereceye giren Nicolas Nolte gülerek: “Küçükken annem beni kulağımdan çekerek özel bale kursuna verdi sonra da konservatuvara geçtim” diyor. Geçmişte Antalya’da yaşayan Yılmaz Berkay Günay ise, daha iyi bir bale eğitimi için ailesiyle beraber İstanbul’a yerleşme serüvenini anlatıp ekliyor: “Bu fedakarlığı her aile yapmaz, onlara minnettarım. Henüz 13 yaşındaki bir çocuğun bale eğitimi için bütün düzenlerini değiştirdiler”. Ekim Deniz Akarslan da ailesinin her türlü fedakarlığa hazır olduğunu, ailelerinin onlara “Siz yeter ki bu işi yapın gerekirse kredi bile çekeriz” dediklerini anlatıyor.
Bale konusunu konuşurken ister istemez trajikomik memleket hikayelerini de dinlemeye başlıyorum sanatçı adaylarımızdan. Berberine balet olduğunu söyleyemeyen Yılmaz Berkay Günay, “Senelerdir saçımı kesen berberim beni kemancı sanıyor, bale okuyorum desem beni alaya alacak, birbirimizin kalbini kıracağız” diyerek üzüntüsünü belirtiyor. Türkiye’de balenin ne yazık ki sadece kızlara yakıştırılan bir sanat olduğundan bahseden Ekim Deniz Akarslan da ”Otobüste ne okuyorsun diye sorduklarında, piyanistim diyorum” diye açıklıyor durumunu. Yurt dışında eğitim görmek isteme sebebinin bu algı farkından kaynaklandığını belirten öğrenciler, aldıkları eğitim kalitesinin gayet iyi olduğunu, Natela Arobelidze, Sergo Tereshenko, Zeynep Tutucu ve Oral Yazıcı gibi değerli hocalardan aldıkları eğitimin mükemmel olduğunu söylüyorlar. “Ancak ne yazık ki dışarıya açılarak var olabileceğimize inanıyoruz” dedikten sonra ekliyorlar, “Biz ülkesini unutacak çocuklar değiliz, beyin göçü yaşayacağımıza da inanmıyorum”. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın fiziki şartlarının da mutlaka geliştirilmesi gerektiğinin altını çizen öğrenciler, bunun yapılması durumunda daha çok öğrencinin gelebileceğini ve başarıların katlanarak artacağına inanıyorlar. Bale bölümünde bunca sene sonra ancak yeni restorasyon yapıldığından yakınan baletler, yetkililerin bu konuya eğilmesini talep ediyorlar.
Grand Prix Klasik Bale Yarışması’nda birinci olan Ekim Deniz Akarslan ve ikinci olan Yılmaz Berkay Günay, New York’da düzenlenecek finale katılarak yurt dışındaki bursların kapılarını zorlayacaklar. Dansçılık kariyerleri için bir dönüm noktası olan bu yarışmada hepimiz için heyecan dorukta olacak.
New York’daki finalden okurlarımıza güzel haberler vermeyi diliyoruz.