Pek çoklarının aklından geçen bir soru ara sıra benim de kafamı kurcalıyor: Bir çocuk daha yapmalı mıyım? Bu soru aklıma geldiğinde durup kendimi yokluyorum. Neden istiyorum ki ikinci çocuğu? Ben zaten anneyim, çok şükür evlat sevgisi nedir, biliyorum.
Bir bebek nasıl olur, karnı nasıl doyurulur, tuvalet eğitimi sürecinde nasıl sakin kalınır, iki yaşında başıma neler gelebilir, 2,5 yaşına geldiğinde erkek çocukları kekeler mi, kekelerse bu geçer mi, gece terörü ne demektir, nasıl geçer, geçmezse ne yapılır?
Dört yıllık annelik maceramda pek çok şey yaşadım, pek çok cevap aradım, dünyaya uzun zamandır bakmadığım gibi bakar oldum, bakamadığımda bir küçük insan tarafından itinayla uyarıldım. Solucanla oynamanın, sümüklü böcek toplamanın, koca koca köpekleri sevebilmenin bir yolunu buldum.
Bulmalıydım çünkü yanımda hayatı ve dünyayı benle keşfe çıkmış bir küçük kâşif vardı ve şimdilik onun yol göstericisi bendim. Yeri geldi yollardaki taşları topladım ayağına batmasın diye, yeri geldi ayakkabılarını çıkardım en çıplak gerçeği hissetsin diye. En çok da kendimle mücadele ettim. Bu yaşıma kadar edindiğim hiçbir korkuyu, engeli ona belli etmek istemedim. Bu mümkün müydü, değildi belki de, ama yine de korkuları olacaksa benden sebep olmasın istedim. Bu sebeptendir zaten o koca koca köpekleri okşayıp sevmem.
Velhasıl-ı kelam ben zaten bir meraklı minikle bir ömür paylaşıyorum ve bu bazen beni gerçekten çok zorlasa da gerçekten büyük keyif. Öyleyse neden aklıma ikinci çocuk sorusu geliyor? İnsan ilk çocuğu kendi için, ikincisini de ilki için mi yapar? Çünkü en çok duyduğum gerekçe ve hatta büyüklerin baskı sebebi bu oluyor:
“Kardeşsiz kalmasın yavrucak, kardeş sevgisi başka!”
Kardeş sevgisi başka mı gerçekten, insan bu sevgiyi kuzenlerinde, dostunda bulamaz mı? Bunu şimdilik gönlüm onaylayamıyor. Benim bir ablam var, evet pek çok sırrımız var aramızda, ama pek çok da kavga ettik, uzun yıllar ayrı şehirlerde yaşadık, bir telefon uzaklığında. O zamanlarda beni saran, seven yok muydu? Bu dünyada ölesiye yalnız mı kalmıştım? Üstelik o ayrılık zamanlarında o da, ben de epey değişmiştik. Bir daha birbirimize alışmamız için epey bir süre geçecek ve biz şöyle bol gözyaşlı birkaç konuşma yapmak zorunda kalacaktık. Yani, kan bağı ve beraber yaşanmış bir geçmiş, geleceğin garantisi olmuyor bana kalırsa. İnsan aynı ya da benzer yoğunlukta bir sevgiyi bir dostuna ya da akrabasına da duyabilir pekâlâ. Neden olmasın?
Biliyorum dünya artık o hep geçmişi andığımız naiflikte değil; artık insanların bir bağ kurmaya, birbirini dinlemeye, düşene bir el uzatmaya ne vakti var ne de niyeti. Böyle bir savrulma halindeyken, tek önemli olan “ben”likler olmuşken (benim çocuğum en zeki, en akıllı, en başarılı da bunun sirayeti) bir dost edinmek daha zor. Hal böyleyken aynı evde mecburiyetten de olsa kurulacak bir kardeşlik bağı hiç yoktan iyidir belki.
Sıkıştığım nokta şu: yalnız kalacak mı? Kendini yalnız hissettiğinde, ihtiyacı olan bir kardeş mi olacak? Buna verdiğim cevap kendi bencilliğim yüzünden mi “hayır” oluyor. Yani ben neden ikinci çocuk istemiyorum? Artık kendi hayatımı yaşayabilmek için mi? Bir kitabı da şöyle bölünmeden rahatça okuyabilmek, geceleri deliksiz uyumak, tekrar alt değiştir, emzir, yeni tatlara alıştır vs. süreçlerini yaşamamak için mi? Bunlara verdiğim cevap ne kadar hakikat ne kadar kendimi kandırmaca hala karar verebilmiş değilim.
Belki de sadece kendim için istemiyorum ikinci çocuğu. Tekrar hayatı yavaşlatmayı, bir küçük insanla beraber ama bu sefer yanımda bir yardımcıyla (abiyle) olsa bile aynı yollardan geçmek istemememin nedeni; belki de gerçekten kendi bencilliğim. Bunu kabul etmek, az da olsa bir vicdan azabı yaşatmıyor değil. Demek ki diyorum o meşhur kadınlık-annelik-kutsallık kodları öyle yerleşmiş ki içime bir yerlere, “kendimi düşünme” düşüncesi bile suçluluk hissettirebiliyor.
Nihayetinde ise bu konuda doğru ya da yanlış yoktur, her hayat biriciktir, deyip ikinci çocuk sorusunu tekrar rafa kaldırıyorum.