Her sabah yataktan “bugün doktora tezim için zaman ayırmalıyım” diyerek kalkıp her gece yatağa “bugün de doktora tezim için zaman ayıramadım” diyerek girmeye çok alışmıştım.

Hayatta ne yaparsam yapayım hep bir yapamamış olma hissiyle yaşamaya… Her tatili o tezi yazmak için değerlendirmeye niyetlenip hiçbir tatilde bunu başaramamaya… Çocuklarımla ve eşimle birlikte hayattan zevk almamı sağlayacak ne varsa hepsini ertelediğimle kalmaya…

Haftada 15 saat ders verip, çok yoğun çalışıp, gün içinde beş dakika bile oturacak zaman bulamadığım halde yaptığım hiçbir işin yapmam gereken asıl işten sayılmamasına… İki yıl arayla iki çocuk doğurmuşken, iki bebek büyütmenin çılgın temposu içinde neredeyse hiç uyumadan işe gidip gelirken, tezi bitiremediğim için kendimi hep kabahatli hissetmeye…

İki resimli öykü kitabımın yayınlanmış olmasına tam sevinecekken “tezini yazacağına…” diyen iç sesimi duymaya… Beni mutlu edeceğini sanarak yaptığım hiçbir şeyin beni tam olarak mutlu edememesine… Şu doktoraya keşke hiç başlamamış olsaydım diye düşünmeye… O kadar emek boşa mı gidecek endişesine…

Her yeni yıla “bu Haziran’da mutlaka” diye girip, bunun için çabalamaya kendi kendime söz verip o yaz da mezun olamamaya… Soran dostlara ve danışmanıma “bu yazı tezi bitirmeye ayırıyorum,  Eylül’de kutlarız artık” deyip, buna tüm içtenliğimle inanıp, Eylül gelip geçtiğinde verecek cevap bulamamaya…

Bir sürü yeni makale konusu düşünüp “hele bir tez bitsin ondan sonra” diyerek akademik heyecanımı ertelemeye… Meslektaşlarımdan gelen tüm ortak proje tekliflerini “hele bir tez bitsin ondan sonra” diyerek geri çevirmeye… Birlikte makale yazmaya söz verdiğim meslektaşlarımı sonsuza kadar bekletmeye…

Tam “işte, bugün o gün” deyip yazmaya başlayacakken çocuklardan birinin muhakkak hasta olmasına… Tam “işte bugün o gün” deyip yazmaya başlayacakken o güne muhakkak bir toplantı planlanmasına… Tam “işte bugün o gün” deyip yazmaya başlayacakken muhakkak bir aksilik çıkmasına…

Hafta içi bir günümü tez için çalışmaya ayırdığımda, henüz okula gitmeyen küçük oğlumun evde olması nedeniyle, sırtımda laptopla dışarıda dolanıp kendime çalışacak bir yer aramaya… O gün işe gitmediğimde, hele hava güzelse, çocuklarımı gezdirebileceğim halde oturup çalışmak zorunda olmaya… Tez için çalışsam da çalışmasam da hep bir suçluluk duymaya…

Çocuklar uyuduktan sonra çalışmayı planladığım her gece çocukların uyumamak için diretmesine… En geç dokuz buçukta çalışmaya başlamayı planlayıp bilgisayarın başına en erken gece yarısı oturabilmeye… Sabaha karşı dörde kadar çalışmayı düşünürken üçe doğru bilgisayar başında uyuyup kalmaya… Gece kaçta yatarsam yatayım sabah yedide “anne biz uyandıııık” diyerek yanıma gelen çocuklarıma gülümseyerek kahvaltı hazırlamaya… Ortalama dört-beş saatlik uykuyla idare etmeye…

Parkta, yürüyüşte, evde, kuaförde, alışverişte, yolda, sağda, solda, dostlarla, dostlarsız, çocuklarla, çocuklarsız geçen her zamanın boşa geçen zaman olduğunu düşünüp hayıflanmaya… Aslında hayatın o zamanlarda yaşananlar olduğunu unutmaya… Nereye gidersem gideyim “benim burada ne işim var, oturup çalışacağıma” diye düşünmeye…

İşte, ben böyle yaşamaya çok alışmıştım. Bugün tezimi savundum. Yarın sabah yataktan nasıl kalkacağımı bilemiyorum.