Aslen Alaşehirli. Bir süre İngilizce Öğretmenliği yaptı. İzmir’in Köprü semtinde, Masalcı adlı bir kitap evi kurdu. Çocukluk ve gençlik anılarını Ben Eskiden Çocuktum (2003) ve Jale’yle Konuşmak (2006) adlı iki kitapta topladı. Perşembeleri Çok Severim, Kılcıoğlu’nun ilk çocuk kitabıydı, 2009’da yayınlandı. Ardından gençler için de Sezen Aksu, Haluk Bilginer ve Meltem Cumbul’un çocukluk anılarını öyküleştirdiği kitabı kaleme aldı. Kitap, Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği tarafından Yılın En İyi Çocuk Kitabı Tasarımı Ödülü’ne layık görüldü. Bugün Adım Kaktüs Benim, 2011’de, Aydede Heryerde, 2012’de Günışığı kitaplığı tarafından yayınlandı.

Çocuk kitabı yazmaya kendi çocukluğunu yazarak başlayan Hacer Hanım’a, kitaplarını ve çocukları sorduk… 

Hacer Kılcıoğlu bize kendisinden biraz bahsedebilir mi? Nasıl bir çocuktu, Uzunçorap çocuklarından daha mı yaramazdı yoksa uslu bir çocuk muydu?

Yaramaz bir çocuktum ben. Oldukça yaramaz. Annem benim için “bir avuç arısın sen,” dersi. Çok severim bu cümleyi.

Çocukken en sevdiğiniz çizgi film neydi? Kendinizi özdeşleştirdiğiniz bir çizgi film kahramanı var mıydı? Ya da halen özdeşleştirdiğiniz?

Bizim zamanımızda çizgi film yoktu da çizgi roman vardı. Ve ben onları sular seller gibi okurdum. Tenten en sevdiğim kahramandı, çünkü çok gezerdi. Dünyayı ondan öğrenmiştim. Dünyada dolaşmayı da onunla sevdim… Galiba…

Çocuk kitabı yazarlarının dünyası da çocuk dünyası gibi şeffaf ve rengarenk gibi geliyor bize. Öyle mi gerçekten?

Ah evet! Evim şimdi bile hayvan maketleriyle dolu. Çocuk kalpli insanlara da bayılırım.

Çocuk kitabı yazarken karakterlerinizi nasıl yaratıyorsunuz? Bu belli bir süre alıyor mu yoksa bir anda, hızla mı yaratıyorsunuz karakterlerinizi?

Uzun, çok uzun zaman yanımda taşıyorum onları. Ben nereye, onlar oraya. Öyle bam diye girmiyorlar kitaba. Üstelik kitap kahramanı olduklarında bile hayatımdan çekip gitmiyorlar. Arkadaş arkadaş gezip tozuyoruz.

“Ben Eskiden Çocuktum” ve “Jale’yle Konuşmak” romanlarınızdan biraz bahsedebilir misiniz? Neden önce kendinizden başladınız yazmaya?

Çocukevi işlettim bir süre. Oradaki çocukları gözlemledim hep, çocuk gibi değildiler, derslere, sınavlara boğulmuşlar, oyun oynamayı bilmiyorlar. Ahh oysa benim, bizim çocukluklarımız… Onları benim çocukluğumla tanıştırmalıydım. Bir gün… aniden… “Ben Eskiden Çocuktum”, deyip yazmaya başladım.

1960’lı yılların ortası… Mahalle, kasaba kültürü, (Germencik) masum, kirlenmemiş, iyi ilişkiler ve sokaklarda biz çıldırık çocuklar… Enfesti doğrusu…

Everest Yayınevi kitabı bastı. Ardından kitabı okuyanların ısrarıyla, özelde benim gençliğim, genelde İzmir ve 1970’li yılları anlattığım Jale’yle Konuşmak geldi.

Herkes Cuma’ları ve Cumartesi’leri sever sanıyorduk. Ama siz “Perşembeleri Çok Severim” diyorsunuz. İlk çocuk romanınız “Perşembeleri Çok Severim”den bahsedebilir misiniz? Okuduktan sonra “Perşembeleri Çok Severim” diyor mu okurlarınız?

Perşembeleri Çok Severim ilk çocuk kitabım. Adına bayılıp okuyor çocuk okurlarım. Perşembeleri çok severim diyorlar, evet. Kitabı okumadan önce soruyorlar, neden Perşembe, ben de diyorum ki, oku ve bul. Merak duygusunu kamçılamak adına iyi bir ismi var diye düşünüyorum.

İlk çocuk özel midir? Ya da şöyle soralım çocuklara özel yazdığınız ilk kitap olan “Perşembeleri Çok Severim”den bahsediyoruz, “Diğer kitaplarımdan daha özeldir” diyebilir misiniz?

Her çocuk özeldir, bence. Perşembeleri Çok Severim’deki Tibet kadar Bugün Adım Kaktüs Benim’deki Çiçek canım ciğerim benim. Dedim ya, onlar benim yanıbaşımdalar hep. Tibet’i azıcık fazla sevsem Çiçek her türlü cadılığı yapar, bunu göze alamam. Basılmak üzere olan kitaptaki kahramanımı da ayıramam. Çocuklar ayrıcalık yapıldığını hemen hissederler.

“İzmir’de Üç Çocuktuk” adlı kitabınızın kahramanlarını nasıl seçtiniz? Kitap nasıl çıktı ortaya?

İzmir Köprü’de bir kitabevim vardı, şimdilerde ofis olarak kullanıyorum, Masalcı diye bir yer, Behçet Uz Parkı’nın bitişiğinde. Bir gün orada otururken bir fikir düştü aklıma, o semtte yaşayan o parkta çocukluklarını gizlemiş ünlülerin çocukluklarını yazmak ne harika olurdu. Hemen kolları sıvadım ve pek çok ünlüyle yazıştım. Pek çoğu izin verdi, ben üçüyle başladım işe. Sezen Aksu, Haluk Bilginer ve Meltem Cumbul. 44 ayrı kişiyle görüştüm. Deli işi bir çalışma. Sonra…Yayınevim Günışığı, Mine Hanım ve sevgili editörüm Müren Hanım da benim heyecanımı paylaşınca… Hepimiz birden giriştik işe. Kitap tam da istediğimiz gibi çıktı.

“İzmir’de Üç Çocuktuk” kitabının kahramanlarını yazarken kahramanlarınızın hayatlarına dair, karşılaştığınız en ilginç hikaye neydi? En çok ne şaşırttı sizi bu kitapta

Dönem farklıydı, yaşamlar bambaşkaydı ama çocuk hep çocuk. Pek çok ilginç şey var. Meltem’in doğumu var mesela. Doğar doğmaz ölüyor, ebe çocuğu hayata döndürüyor. Yıllar sonra Meltem Akşehir’e gidip ebeyi buluyor, teşekkür ediyor. Haluk Bey’in de benzer bir hikayesi var, kitapta anlatılıyor, öğretmene göstermek üzere kendi tükenmez kalemini vererek Haluk Bey’i ceza almaktan kurtaran Zeynep’i yıllar boyu aramış Haluk bey, bulamamış, Zeynep kitabı okur diye bekliyoruz. Sezen Hanım’ın da tüm yaramazlığına katlanan Sarayköy’deki ev sahiplerinin kızına katıldığı tv programında teşekkür etmeye fırsat bulamadığı için hayıflanması var.

En çok şaşırdığım şey, her üç ailenin de benzer olmasıydı, kardeşlik ilişkileri, aile yapıları neredeyse tıpatıp aynıydı. Başka şaşırdığım şey de Sezen hanımın ve Meltem Hanım’ın yaramaz olduklarını biliyordum ama Haluk Bey’in genelde çalışkan ve uslu bir çocuk oluşuna şaşmıştım.

Öğretmenlik göreviniz sırasında karşılaştığınız en ilginç çocuk kimdi diye sorsak, hatırlıyor musunuz?

Ah evet. Kütahya Tunçbilek Lisesi ilk öğretmenlik yaptığım lise. Bir çocuğum vardı, annesiyle babası Almanya’da çalışıyordu ve o anneannesinin yanında büyüyordu. Okul haritasından Almanya’yı keserek çıkartmıştı ve okul idaresi onu cezalandırmak istiyordu. Arkadaşlarımla birlikte haritanın parasını ödemiş ve cezadan vazgeçirmiştik okul idaresini. Bir çocuğun içinde nelerin ne kadar kırılıp döküldüğünü kim bilebilir ki…

Her çocuk özel midir? Her çocuğun özel bir dünyası var mıdır?

Her çocuk özeldir evet. İyi ki…

Çocukların, büyüdükçe ‘aynı’laştıklarını düşünüyor musunuz siz de? Bu özel ve güzel dünyaları ‘aynı’laştıran nedir?

Biz büyümüşler onların dünyasını ele geçirmeye çalışıyoruz. Eğitim sistemi de bunu körüklüyor.

Çocuk dünyasına ilişkin, kendi gözlemlerinizden oluşan ‘şaşırtıcı’ bilgileriniz var mı?

Ben her çocukla yeniden şaşırıyorum. Perşembeleri Çok Severim kitabımda bir öykü var, gerçek, bir arkadaşım anlatmıştı, öykünün kahramanı olan çocuk kitap fuarına gelip, açın 79 sayfayı, oradaki çocuk benim, dedi. Aaa şaştım da kaldım, çocuk güveni ne müthiş bir şey.

Çocuk merakına da bayılırım.

Bir de, siz onu sevmezseniz çocuk sizi sevmez.

Bir çocuk büyütürken ‘asla’ yapmam dediğiniz ve ‘bu benim ilkem’ olur dediğiniz şeyler var mı?

Asla yapmam… Çocuğu birine bağımlı yapmam, iki çocuğumu da iki ayrı çocuk olarak büyüttüm.

İlkeler… Özgür, sıradışı, hayata farklı bakan, kendilerini iyi ifade edebilen bireyler olmalarına özen gösterdim. Umarım başarmışımdır.

Bunca kaliteli soru beni heyecanlandırdı doğrusu. Teşekkürler.