1980’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde okudu. Sonra Marmara Üniversitesi’nde Çalışma Psikolojisi alanında yüksek lisans yaptı. 7 yıl İstanbul’un altını üstüne getirdi, bir inşaat ve turizm firmasında yöneticilik yaptı… Sonra, eşiyle birlikte kızı Rüya dünyaya geldiği gün bir karar verecekti: Hayatı böyle yaşamayacaktı. Gidip İzmir’de edebiyat konseptli Mini Fuar Hotel’i işletmeye başladı. Edebiyat etkinlikleri düzenledi. Sabah Gazetesi’nin Ege ekinde yazıyor. Arada bir BirGün için söyleşiller yapıyor. Bütün bunların arasında Ocak 2010’da ilk romanını yayınladı. Günebakan Üçlemesi’nin ilk kitabı Siyah Nefes, yerli fantastik kurgu alanında bir boşluğun dolmasına büyük katkıda bulundu. Ardından serinin ikinci kitabı Mavi Dağ geldi. Sonra Kasım 2011’de Aşkın Gölgesi çıktı… Kitap Arapça’ya çevrildi. Yetmedi bu defa çocuklar için yazmaya karar verdi. Ve işte Rüya Takımı serisinin ilk kitabı olan Medusa’nın Pusulası ile karşımızda…
Bütün bu yoğun hayatın arka planını biz sorduk, o söyledi…
Sevgili Gülşah Elikbank, şu an İzmir’de yaşıyorsunuz. İzmir’de yaşama fikri ‘İstanbul’u bol bol özlemek’ için mi alınan bir karardı yoksa ‘gerçek bir İzmir aşığı’ mısınız?
Biraz İstanbul bezgini, biraz da Ege aşığıyım sanırım. Bu kararı eşimle birlikte, kızımızın doğduğu gün aldık. Artık İstanbul’da yaşamak istemiyorduk. Bunu birbirimizin gözlerinde gördüğümüz an, istifalarımızı yazdık. İzmir olması biraz şans oldu, bir yıl da Bodrum tecrübesi yaşadık bu arada. Ege’nin her şehri ayrı güzel.
7 sene inşaat ve turizm sektöründen sonra edebiyat konseptli bir otel işletmeciliği… Aralarında belirgin farklar var diyebilir misiniz yoksa konsept değişimi de olsa yine benzer şeylerle mi uğraşıyorsunuz?
Özünde aynı tabii. Sonuçta hizmet sektörü, misafir memnuniyeti ön planda. Ama birinde odak noktanız konaklamanın iyi geçmesi, diğerinde bir deneyim yaşatmak. Edebiyatı koklatmak, sindirmek, özümsetmek… Edebiyat konseptli bir otel, benim de ruhuma iyi geliyor. Konuklarımızın da aynı mutluluk, huzur duygusuyla otelimizden ayrılmasını amaçlıyoruz. İşletme kısmıyla daha çok eşim ilgileniyor aslında. Ben biraz da keyif tarafındayım.
Eşine az rastlanır türde. Edebiyat konseptli bir otel kulağa çok ilginç geliyor, bize biraz konseptinizden bahsedebilir misiniz?
15 odamız var ve 15 oda, Türk Edebiyatı’nın önemli 15 ismine ayrılmış durumda. Sabahattin Ali’den Rıfat Ilgaz’a, Ayşe Kulin’den Ahmet Ümit ve Buket Uzuner’e kadar… Ama sadece kapılarda fotoğrafları ve isimleri olması değil bizi farklı kılan, yazarlarımızın el yazıları hatta özel eşyaları da var otelimizde. Koridorlarda kitaplardan alıntılanmış sözler, cafemizde her yazarın kitabı, bazıları imzalı… Bunun yanında edebiyat etkinlikleri de düzenliyoruz, çeşitli kuruluşlarla ortak olarak. Mart ayında, Nazlı Eray konuğumuz. Nazlı Hanım’la özel bir beş çayı gerçekleştireceğiz otelimizde. Akşamına da okuması olacak Nazlı Eray’ın. Bizler için Aşk Artık Burada Oturmuyor romanından bölümler okuyacak.
Kitaptaki ‘rüya takımı’ nasıl oluştu? Bu karakterlerin her birine yüklediğiniz misyonu ince inceleyerek mi ortaya çıkardınız yoksa gelişi güzel bir şekilde mi ortaya çıktılar?
Önce Cem karakteri ortaya çıktı. Aslında Cem, karakter olarak benim ağabeyime çok benziyor. Bu hikâyede benim çocukluğumun da izleri var. Diğer karakterler de Cem’le paralel olarak geliştiler. Ben hikâyeye başladıktan sonra şekillendiririm her şeyi. Çıkış noktam, Cem ve Yerebatan Sarnıcı oldu. Bir de etrafımda gözlemlediğim çocukların sorunları tabii!
‘Rüya Takımı’ karakterlerinin her biri çok değerli… Fakat ‘Gizem’ karakteri sanki biraz farklı ya da bize farklı geldi. Öyle mi sizce de?
Evet. Gizem hem yaşının saflığını taşıyor hem de büyümüş de küçülmüş çocuklardan. Biraz da günümüzün çocuklarının yansıması… Şimdiki çocuklar çok akıllı ama bizler onları yeterince anlayamıyoruz. Hareketli bir çocuğa hemen hiperaktif teşhisi koyup, ilaç vermeye kalkıyoruz. Gizem hem bilmiş bir kız, hem içinde hep çocuk kalacak bir yanı taşıyor. Hikâyenin ilerleyen bölümlerinde ona dair birçok sürpriz olacak bu nedenle.
Aslında karakterlerin hepsi birbirinden epey farklılar. Bu kadar farklı karakterleri bir araya getirmek sonrasında onların bu denli uyumunu sağlamak, bunlar hep olay örgüsüyle mi oluşuyor?
Hayatı bu zıtlıklar yönetmiyor mu zaten? Önemli olan, farklılıklara rağmen, ortak bir noktada, amaçta buluşmak. Ben de Medusa’nın Pusulası’nda bunu anlatmak istedim. Bir de hepsinin kendine sakladığı sırları var ama aslında korkuları, endişeleri ve mutlulukları aynı. Çocuklar bizim gibi değil, onlar karşılarındakini değerlendirirken farklı kriterlere sahip ve bunlar asla maddi unsurlar değil. Anneannem her zaman, başkaları gibi düşünürsek, başkalarından ne farkımız kalır, diye söylenir. Sanırım bu sözün de etkisi oldu.
‘Rüya Takımı: Medusa’nın Pusulası’ bir seri olacak mı?
Evet, daha ilk cümlesini yazdığım an, bunun bir seri olmasını düşünmüştüm zaten. Daha önceden yetişkinler için bir üçleme yazdım ve bu tarzı seviyorum. Okurlarım da benimle aynı fikirde sanıyorum ki… Hem hikâyem ve karakterlerimle hem de okurlarımla aramda bağ olmasını seviyorum. Seri yazmak bunu kolaylaştırıyor.
Serinin devamı gelecek ise gizemli şehrin en azından başlangıç noktası Kapadokya olacak diyebilir miyiz? Doğru bir tahmin mi yürütüyoruz?
Evet, doğru tahmin! İkinci roman, Kapadokya’da. O coğrafyanın gizemli yanlarını, farklı bir bakış açısıyla, bizim dört maceraperestin gözlerinden yazmak beni çok heyecanlandırıyor. Günebakan Üçlemesi’ni yazmaya karar vermemi sağlayan yer, Kapadokya’ydı. Ama üçlemede yazdığım kasabanın büyüsünü bozmamak için, yer adı belirtmemiştim. Çünkü Kapadokya sadece ilham vermişti. Oysa Rüya Takımı için durum farklı. Bu sefer beni etkileyen yerleri deşifre etme şansına sahibim.
Zemin etüdü yapmayı sever misiniz? Yerebatan Sarnıcı’na daha önce kaç defa gittiniz, kahramanlar orada ne kadar süre kaldılar?
Genelde daha evvel gördüğüm, ruhumda iz bırakan yerlere dair yazmayı severim. Her romanımda böyledir ama bazılarını okurla açıkça paylaşırım, bazıları bana kalır. Bir İstanbul çocuğu olarak, Yerebatan’a hem çocukken epeyce gitme şansım oldu hem de yetişkinken. İkisi arasındaki farkı görmemi sağlayan da bu. Çocukken etkilendiklerimle yıllar sonra fark ettiklerim bambaşka. Sanırım bu hikayeyi yazma nedenlerimden biri de bu oldu.
Mitolojide Medusa’nın yeri ayrı, peki ya bu eşsiz güzelliğe sahip efsanenin sizde ayrı bir yeri var mı? Neden Medusa?
Mitolojik kahramanlardan Medusa beni hep çok etkilemiştir. Belki kadın olması da bunda etkendir. Genelde kötücül bakış açılarıyla yansıtılmıştır onun öyküsü. Ben farklı bir bakış açısı getirmek istedim. Kadınca bir açı! Bir de olayların görünenden farklı olabileceğinin altını çizmek istedim.
Diğer tüm kitaplarınızla ‘Rüya Takımı: Medusa’nın Pusulası’ arasında belirgin bir fark var mı?
İlk kez bu kadar sade bir dil kullandım ve çok mutluyum. Çünkü bu güne kadar en zorlandığım konu, dilimi sadeleştirmekti. Hem şiirsel hem de devrik yazmak gibi bir hastalığım vardı ama Rüya Takımı dilimi ehlileştirdi. Ayrıca yazarken çok güldüm ve yazarken, o gülücük hep yüzümde asılı kaldı.
Peki ya sizin Türkiye’de fantastik kurgu alanında en severek okuduğunuz yazar kim diye sorsak?
Öncelikle Nazlı Eray. Kayıp Gölgeler Kenti, örneğin. Prag hayranı olarak, okumaktan sıkılmayacağım romanlardandır. Bir de İhsan Oktay Anar var. İzmirli ne de olsa… Aslında birçok yazar artık fantastik öğeleri romanlarında kullanmaya başladı. Murathan Mungan’ın Şairin Romanı gibi.
Gerçekten bahsettiğiniz gibi bir mitoloji okulu olmasını ister miydiniz? Ve bu okul gerçek olsa, Rüya’yı, bu okula gönderir miydiniz?
Olmadığını nereden biliyoruz ki Bulsam hem Rüya’yı hem kendimi hemen dahil ederdim. Bakarsınız bir gün ben açarım. Belli mi olur.