Neredeyse taş ve sopa ile kovalanmamızın eksik kaldığı, Milli Eğitim’den “izinli” ziyaretlerimiz beni üzüp hayrete düşürse de, aslında kamçıladı. Öğretmen ve öğrencilerin kaskatı düşünce kalıplarını, dayanağı olmayan korkularını, şehir efsanesi gibi yayılmış yalan yanlış bilgilerini gördükçe, duydukça, okullara gitmemizin ne kadar gerekli olduğunu iyice anladım. Kimse birşey bilmiyordu ama fikir, hem de kaskatı fikir boldu.
Milli Eğitim’den izin aldığımız halde, idareciler bir köpeğin okula girmesine akıl sır erdiremiyorlardı. İki uzaylıymışız gibi davranıyorlardı… İşimiz zordu.
Yaşadığımız bir kaç tatsız karşılanmaya rağmen derslerimize devam ettik. Sadece ben acaba bu sefer ne ile karşılaşacağız diye gerilmeye başladım. Güllü’ye fark etmiyordu, herkese pati verip kendini sevdirmekle meşguldü.
Telefonda cıvıldayarak konuşan bir müdür ile görüşüp yola çıkıyoruz. Gene gergin ve endişeliyim. Bir elimde bilgisayar, diğer elimde Güllü, posterler, cd’ler… Kan ter içinde yeni okulumuza giriyoruz. Artık korkudan bir görevlinin gelmesini bekledikten sonra içeri girmeyi öğrendik. Geçen haftalarda bir okulun temizlik görevlisinin paspasla üzerimize doğru koşup, “çıkın çıkın hoşt hoşt” diye bağırmasından bu yana beri tedbirli davranıyoruz.
Güler yüzlü, aydınlık bir müdire bizi karşılıyor, odasına buyur ediyor, tedirgin ve her an bir şey olacak gibi gergin bir halde girip oturuyoruz. Oda botanik bahçesi gibi, cennet yaratmış müdire odasında. Demek yeşile düşkün olan ayrım yapmıyor, ağacı severim ama böceği istemem demiyor, bütün olarak sevip algılıyor diyorum içimden. Bu müdire farklı, Güllü’ye ilgi gösteriyor hatta başını seviyor.
Konuşuyoruz, eğitim dizgesindeki ezberci anlayışı, çevreyi, doğayı ve hayvanları çocukların nasıl algıladığını, hayvanların etinden sütünden derisinden faydalanma dışında fikirleri olmadığını… Öğrenci ve veli profillerini de soruyorum müdireye. Geçen hafta bir grup veli aralarında anlaşarak okulu soydu, bilgisayar vs gibi zar zor edinebildiğimiz techizat malesef gitti diyor. Dehşete kapılma sırası bende şimdi.
Çok amaçlı salonları varmış ve salon hazırmış, konuşmamızı bitiriyoruz, halbuki soracağım çok şey vardı.
Salonda hazırlığı tamamlayıp dördüncü ve beşinci sınıfları bekliyoruz. Gelip yerleşmeye başlıyorlar. Yarıya yakını korkuyor arka sıralara geçmek istiyor. Bazıları heyecanla en ön sıralara yerleşiyor. O sırada kapı önünde tekerlekli sandalyesinde bir kız çocuğu gözüme çarpıyor, sınıf öğretmeni de yanında. Yanlarına gidip tanışıyorum, yürüme engeli var ve kendini zor ifade ediyor. Ama halinden merakını, heyecanını anlıyorum, Güllü’ye yakın olmak istiyor. Rica ediyorum öğretmeninden ön sıraya getirmesi için. Gönülsüzce getiriyorlar tekerlekli sandalyedeki kızı sahnenin yanına.
Tanışma faslından sonra, köpekler özellikle sokak köpekleri hakkındaki slaytları konuşarak geçiyoruz, empati oyununu oynuyoruz, köpeklerin beden dilini anlatıyorum ve Güllü’nün üzerinde gösteriyorum. Hastalıklar, bulaşma ve korunma yolları, ısırılma, neden ısırılırız vs bütün slaytları izliyoruz. Ben soruyorum, onlar soruyor,
Ve bir keşif daha yapıyorum, ortak kanıları: Hayvanların canı acımaz…
İkinci keşif: Kuduz her hayvanda vardır.
Üçüncü keşif: Sokak hayvanı değersiz, cins hayvan değerlidir.
Ne fena inanışlar bunlar böyle?
Salonda kuduz hakkında insanı dehşete düşüren bir önyargı hissedince, en çok kuduz slaytının üzerinde duruyoruz. Kuduzun her hayvanda olmadığını ve aslında sadece bir virüs olduğunu duymak çok şaşırtıyor onları. Bulaşma yollarını anlatıyorum dikkatle dinliyorlar. Bu sefer akılılık edip öğretmenleri de davet etmiştim, onlar da şaşırıyor ve sorular soruyorlar. Öğretmen bilmezse bu çocuklar nereden öğrenecek bu bilgileri? En azından merak uyandırabildim diye seviniyorum, belki eve gidip internetten araştırma yaparlar, farkındalık böyle başlayabilir.
Gönüllü olanlar canlandırmalar yapmak için geliyorlar sahneye. Güllü’nün sahnede onlarla ilgilenmeyip şekerleme yapması rahatlamalarını sağlıyor. Diğer gönüllü gruplarla köpeklere nasıl dokunmalıyız konusunu canlandırarak tartışıyoruz.
Vaktimiz doluyor, sınıf öğretmenlerine her çocuk için ‘’ bugün…’’ yazan boş birer kağıt verip sınıfa gidince doldurmalarını istiyorum. Ben onlardan daha çok merak ediyorum: Ne hissettiler, ne öğrendiler, eğlendiler mi, ne kaldı bugünden geriye diye… Keşke hemen yazsalar ben de hemen okusam.
Cd çalara “Arkadaşım Eşek” şarkısını koyup sesi açıyorum. “İsteyenler gelip Güllü’yü sevebilir, tanışabilir, nasıl dokunmamız gerektiğini öğrendik” diyorum. Çılgına dönüyorlar, gruplar halinde gelip seviyorlar, patilerini inceliyorlar, burnuna dokunup, kulaklarını okşuyorlar. Korktuğu halde sevmek isteyenler var, onları kucağıma oturtuyorum beraber dokunuyoruz Güllü’ye.
Müthiş bir sevgi alanı oluşuyor ve dalgalar halinde tüm salonu kaplıyor. Bu nasıl bir enerji? Görülmese, duyulmasa da hissediliyor ve orada olan herkesi birbirine bağlıyor, o kadar güzel ki.
Gruplar, son derece isteksiz salondan çıkarlarken tekerlekli sandalyedeki kız öğrencinin gitmek istemediğini görüyorum. Güllü’yü alıp yanına gidiyorum. Çok heyecanlı, hem korkuyor hem de dokunmak istiyor. Yanına yere oturuyorum, yavaş yavaş anlatıyorum: “Güllü seninle tanışmak istiyor, onu sevmeni istiyor bana öyle söyledi, eğer sevmek istiyorsan beraber el ele tutuşarak sevebiliriz” diyorum. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor. Öğretmenine bakıyorum. Yavaşça “Sevinip heyecanlanınca böyle yapar” diyor. Sevmesi için başı ile onay veriyor. Küçük kızın titreyen küçücük elini, elime alıyorum. Güllü’nün yumuşacık tüylerine dokunuyoruz el ele, bir yandan çok sevindiği için kuyruğunu salladığını anlatıp gösteriyorum.
Ben aralarından çıkıyorum, bir süre birbirlerinin gözlerine bakıyorlar. Sanki transa geçiyorlar. Ve Güllü birden hop diye kızın kucağına koyuveriyor patilerini ve başını. Kız bütün gücü ile sarılıyor Güllü’ye, sımsıkı kucaklıyor, başını başına yaslıyor ve bir yandan da haykırarak ağlıyor.
Öğretmenler şaşkın, ben şaşkın!
Güllü ve kız iç içe geçmiş, sarmaş dolaş.
Küçük kız dile geliyor, birşeyler anlatıyor köpeğin kulağına.
Anlamaya çalışıyoruz ama anlamıyoruz, kendi dilinde, kendi duygularını paylaşıyor..
Sormuyorum, merak etmiyorum, ne dediğini sanki biliyorum. Gözlerim yaşlı, bu görünmez gücün yansımasını seyrediyorum sadece.
Ve şimdi, bunları yazarken bir fotoğrafımızın olmamasına hayıflandıkça hayıflanıyorum. Ah Güllü ahhh. Biliyorum sıkılıyorsun arabanın arka koltuğunda, ama keşke o fotoğraf makinasını kemirmeseydin. Herkese o muhteşem kareleri gösterebilseydik… Sadece öğretmenler, sen, ben ve o küçük kız değil herkes şahit olabilseydi. Okula bir köpeğin gelmesine akıl sır erdiremeyen, duygu yoksunu herkes görebilseydi.