Hatırlar mısınız?
Diyarbakır’ın Lice ilçesinde, 28 Eylül 2009’da açık arazide bir patlama meydana gelmiş, 12 yaşındaki Ceylan Önkol oracıkta ölüvermişti. Onun kimbilir hangi nedenle -belki okula kayıt yaptırmak için- çektirilen fotoğrafındaki bakışlar içimize işledi. Ceylan, dehşetli bir merakla bakıyordu vizöre. Sonra o bakış, Ceylan’ın yaşam hakkına karşı işlenen suçun faillerinin ve tanıklarının, yani bizlerin, hepimizin üzerine asılı kaldı.
Derken, yüce adalet bu bakışları üzerinden silkeleme girişiminde bulundu. Hem adaleti yücelten de üzerinde bu türden zerrelerin barınamayacağı kayganlıkta bir dile ve duruşa sahip olması değil midir?
Ne mi oldu?
Hatırlar mısınız? Ceylan’ın öldüğü patlamayla ilgili delillerin bulunduğu alana savcının girmesine izin verilmemişti. Gerekçesi ise elbette güvenlikti. İlgili jandarma birimleri (mevzuya olan yakın ilgileri birazdan okuyacağınız karar metninde de layıkıyla görülecektir) Ceylan’ın öldüğü arazide savcının can güvenliğini tehdit edecek bir şeyler bulmuş olacaklar ki, oraya gitmemesinin uygun olduğunu düşündüler. Bunun yerine araziden uygun buldukları delilleri toplayıp başka bir alana taşıdılar. Savcı olay yeri incelemesi yapamamış oldu. Deliller bağlamından koparılmış, daha doğrusu delillerin taşınması yoluyla Ceylan Önkol’ün ölümü başka bir bağlama taşınmış oldu.
Türkçe hariç her dilde “delil karartmak” diye geçen bu işlem hakkında usulen bir soruşturma açılması gerekiyordu. Lice Cumhuriyet Savcısı, ilgili savcının olay yerine gitmesine izin vermeyen jandarma görevlileri hakkında soruşturma açtı. Çok geçmedi, aynı savcılık “takipsizlik” kararı da verip jandarmayı bir güzel akladı:
“Lice ilçesi ve kırsalında 2012 yılı Haziran ayından bu tarafa aralarında ilçe jandarma komutanın da olduğu 7 askeri personelin şehit olduğu, 15 BTÖ mensubunun ölü olarak ele geçirildiği, pek çok terör eylemi meydana gelmiştir. Dolayısıyla bu kadar yoğun terör olayının yaşandığı bir bölgede bölgenin durumu da gözetilerek Cumhuriyet Savcısı’nın bilgisi dahilinde bir karara varıldığı ve cesedin ölüm ve muayene işleminin olay bölgesine en yakın güvenli yer olan Abalı Jandarma Karakolu’nda yapıldığı, delillerin toplandığı ve Ceylan Önkol’un olay yerinde bulunan 40 milim bomba atar mühimmatının patlaması sonucu öldüğünün anlaşıldığı, Ceylan Önkol’un ölümü ile ilgili dosyanın 2009/757 sırasında kayıtlı olup, halen derdest olduğu şüphelilerin görevlerini ihmal ettiklerini ve müsnet suçun unsurlarının oluştuğuna dair delil bulunmadığı anlaşılmasıyla, şüpheliler aleyhine kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.”
Size bir şey söyleyeyim mi bu iş bitti… Kimse düşmeyecek Ceylan Önkol’un peşine. Nasılsa küçük bir çocuktu Ceylan. Nasılsa “orda, uzakta, gitmediğimiz, görmediğimiz” bir köyün çocuğuydu. Ahlanıp vahlanacağız bir süre. Birbirimize “bak gördün mü?” diye başlayan cümleler kuracağız. Ama infial yaratmayacak bu adaletsizlik bizde. Neden mi? Ceylan Önkol başkasının çocuğuydu. Başkasıydı Ceylan yani ve çocuktu…
Hatırlar mısınız?
Birkaç hafta önce Gündem Çocuk Derneği’nin bir raporunu yayınladık burada. Raporda büyüklerin ihmali ya da hataları yüzünden 2012 yılında ölen çocuklara dair istatistikler vardı:
Toplumsal olaylar sırasında yaşananlar, kara mayını ve askeri mühimmat, silahlı çatışmalar, yargısız infazlar ve sağlık, eğitim ve bakım hizmeti veren kamu görevlilerinin ihmali nedeniyle ölen çocuk sayısı: 46
Devletin önlem almadığı şiddet, bireysel silahlanma, intihar, ihmal, afetler, gibi durumlarda yaşanan ihlal sonucunda ölen çocuk sayısı: 563.
İş cinayetlerinde ölen çocuk sayısı: 38
Eğitim ortamında ölen çocuk sayısı: 20
T.C. sınırları içerisinde meydana gelen çeşitli kaza ve ihlallerden dolayı ölen yabancı çocuk sayısı: 40.
Bu haberin kaç ebeveynin dikkatini çektiğini söylemeyeceğim. Muhtemelen pek çok ebeveyn o gün huzurunun kaçmasını istemediği için başlığa şöyle bir göz atıp, daha eğlenceli bir içeriğe kaydırdı imlecini.
Evet haklısınız, çocuklarımızı çok seviyoruz. O kadar seviyoruz ki, “bıcı, bıcı”, “agu bugu” seviyoruz onları. Bayılıyoruz, fotoğraflarını paylaşıyoruz sosyal medyada. Sevgiden yiyoruz çocuklarımızı…
Ama embriyo üretimine katkıda bulunmadığımız bir çocuk yardım istediğinde, ihtiyaç duyduğunda, yaşam hakkı tehdit edildiğinde ve hatta canına kast edildiğinde yüzümüzü çevirip başka tarafa bakıyoruz. Nasılsa baktığımız her yerde çocuklar var. Başkalarının çocukları. En sevimlisinden bir tane daha bulup “a canım, yerim o kırmızı yanaklarını, ne de güzel bir şeysin sen…” diye başlıyoruz sevgimizi samimiyetle dile getirmeye…
Sakın ola jandarmayı “takipsizlik” kararıyla aklayan savcıyı ve Ceylan Önkol’un davasını düşünmeyin. Bütün bunlar o kadar alışıldık, o kadar her gün olan şeyler ki… Hem zaten hep başkalarının başlarına gelirler. Uzaklardaki köylerde, başka bir dilde konuşan insanların çocuklarına olur böyle şeyler. Canınızı sıkmayın. Ayrıca nasılsa elinizden bir şey gelmez. Siz, sıradan bir vatandaş olarak koskoca devletin savcısına ve jandarmasına karşı, bir Ceylan Önkol için nasıl hesap sorarsınız ki…
O zaman, dua edin de çocuklarınızın başına bir şey gelmesin, sonları Ceylan Önkol’unkine benzemesin. Hep mutlu, huzurlu, neşeli olun! Gökteki o elmalar var ya, bir tek sizin haneye düşsün. Sonsuza kadar mutlu yaşayın.