İskoçya’da tastamam kış var. Sıcaklık eksilerde, ortalık buzlu genelde. Günler kıpkısacık. Günün erken çöken karanlığından değil de, karanlık çökünce bünyenin -akşam oldu, iş bitti- alarmından yılgınım genelde. Hiçbirşeye yetişemiyorum, gün içinde. Ne yaptın derseniz; koca bir sıfır, diyorum. Sabah kalk, koştura koştura Selim’i hazırla, okula götür, eve gel evi toparla, yanısıra Kerim’i oyala, ıvır zıvır da olsa yemeği ayarla, okula git, Selim’i geri al, markete uğra ve ta-tam işte oldu sana akşam. Üstelik 15:42′de gün batıyor burada. Bazen bunalıyorum, hiçbirşey yapamadığımdan yakınıyorum, en önemlisi hiçbirşey yazamıyorum, sanırım günlere uyum sorunu yaşıyorum.
Lakin… Böyle günlerin de bambaşka lezzetleri var. İlki; gündoğumlarını kaçırmıyorum. Zira güneş 08:45 de, yani Selim’le okul yolundayken doğuyor ve şayet hava açıksa gündoğumunu sokaklarda yaşıyorum.
“Soğuksa soğuk ama soğuk sabahların keskin tazeliğini ve bünyeme enjekte ettiği zindeliği çok seviyorum.”
Hem yol da kısa sürdüğü için soğuğun sertliğinden pek etkilenmiyorum ve bilakis yüklendiğim canlılıkla eve giriyorum. Zira hücrelerime dek zerk ediliyor o zindelik hissediyorum.
İkincisi; eve geldikten sonra harala gürele hiç bitmese de, görece dingin zamanlar az da olsa oluyor. Ve ben erken çöken karanlıktan istifade ederek; Christmas sezonu sebebiyle bulduğum incik boncuk türlü türlü ışıklarımı açıyorum. Buralarda evler ışıklı, süslü, bunun sıcaklığı zaten beni sarmalarken bir de kendi evimde ilk fırsatta yaktıklarımla tümden coşuyorum.
Kış’ı seviyorum. Soğuk günlerin içimi ısıtan sıcaklığını ve bu büyük tezatı coşkuyla yaşamayı seviyorum. Ve bu günlerim için sayısız şükürler ediyorum. Kırk türlü gümbürtü içinde bir an dahi olsa, sıcak evimde ve çocuklar mutluyken kendi hallerinde, ışıklarımı yakıp da kahvemi içebildiğim -o bir an- mutlu hissediyorum. Ve adına hayat dediğimiz bu büyük karmaşa ve muamma için, -o bir an dahi- çok büyük bir nimet, çok büyük bir hediye biliyorum. Özellikle geçirdiğimiz o kara kabus günlerden sonra bu anların kıymetini çok daha iyi anlıyorum. Yoksa mutluluk; hüzün ve huzur karması, hatta huzurun sıkça hüzünle paslaşması değil mi zaten bende.
Mutluluk; her gün yeniden sabaha kavuşturulmamda ve kavuşturulduğum her bir sabahın farkına vardığım anda.
Mutluluk; henüz doğan güneşin sıcak rengiyle altın pencereli eve dönüşen bu yerden taze sabahları karşılamamda. Hava ayaz mı ayaz, çatılarda kar değil tastamam buz var, pencereyi araladığım anda yüzüme çarpan keskin bir soğuk da var lakin güneş değdi mi gözümün gördüğü bu yere, herşey olağanüstü bir şölene dönüşüyor o zaman işte.
Mutluluk; yeni bir sabaha uyanmanın güzelliği yanında bir de bembeyaz sabahlara uyanmakta.
Mutluluk; ilk karla bembeyaz kaplanırken toprak, çamlar ve dahi incecik kuru dallar, damla damla içime düşen sevinci hissetmede. Üstelik ilk karın gündüzünde aydınlanması her yerin parlak İskoçya güneşi ile. Ah kar ve güneş ikilisi bir araya geldi mi mest ediyor beni.
Mutluluk; o gün evden çalışan sevgili yarimle başbaşa kahvaltı etmekte. Ve özenmek bu kahvaltı masasına kendimce.
Esasında pek birşey yok masada; ama olanlar yetiyor bana: Misalen; bol kokulu limonlu Bergamot aromalı çay, zeytinyağlı güneşte kurutulmuş domates, çıtır çekirdekli ekmek, tazecik yeşil zeytin, biberli peynir vesaire. (Instagram’da mevzu bahis edildiği gibi; kurutulmuş domates varsa kıytırık denmez o sofraya asla:))
Mutluluk; bayıldığım kar tanelerine, yüzlerce türlü ışıklı, kırmızılı nesneye denk düşürülmekte.
Şükürler olsun; bana bunları alacak kuvveti ve sıhhati verene. Sayısız şükürler olsun; bana bu küçük şeylerle mutlu olabilen fıtratı verene. Ve bu küçük şeylerin bahanesiyle içime yeniden ve kabaran yaşama sevincini düşürene.
Mutluluk; kendini kaybetmek bu basit şeyler içinde. Fotoğraflarını çekebilmek bile bana büyük bir ikram, büyük bir lütuf ve büyük bir hediye.
Mutluluk; henüz hazırlanmış; buharı tüten sıcak bir kahvenin taze kokusu doldururken tüm odayı, oturmak bu yerde. Evet, -o bir an dahi- bana verilmiş büyük bir nimet ve çok özel bir ikram benim gözümde.
Şükürler olsun bu anı ve anın farkındalığını verene ve beni bu ana erdirene.
Mutluluk; seyyahlığa yüzümü döndüğümün en büyük göstergesi olan, düşkünü olduğum bu türden nesnelere denk getirilmemde. Seviyorum küreleri, atlasları, dünya haritalarını. Bıraksalar her yeri bunlarla dolduracağım.
(Bu kürelerin binbir çeşidi var TK Maxx denen mağazada. Dün bir farkettim ki; yanlarından geçerken itinayla okşuyorum içlerinden sevdiklerimi. Üstelik daha neleri var bu türlerin; perdeleri, askıları, duvar panoları ve hatta duvar kâğıtları…)
Mutluluk; canım annemin evime ilk kez geldiğinde kullandığı bu seccadeyi, gün ışığı altındaki odada gördüğümde hem de tesbihiyle; anımsamak o günleri ve dahi çocukluk günlerimi huzur ve hüzün karması ile. Hem de içimde büyük bir yanma ve boğazımda bir düğüm ile.
Mutluluğun benim için kesinlikle büyük bir ilgisi var kahveyle. Ama en çok İngiltere’nin en çok tercih edilen markası Costa ile. Enfes bir kahve. Dilerim bu kahve gelir Türkiye’ye de zira bu kahvenin yanında (bence konseptten başka hiçbir özelliği olmayan) Starbucks, Nero, Gloria Jeans vesaire hikaye.
Mutluluk; önce; üzerine düşen karlarla kuru dalları beyaza dönmüş, bayıldığım bu ağacı evime alabilmekte. Ardından büyük bir Kışsever olan bünyemi coşturan, türlü türlü nesneyi alıp ağacın orasına burasına iliştirmemde. Üstelik eskiden alıp bir köşeye atarken şimdi duruyorlar gözümün önünde. (Biraz biçimsiz dilek ağaçlarına benzedi ya, neyse!)
Mutluluk; gezerken şehrin en gözde caddesinde, İskoç Müziğini en alâ performansla çalan bu harika grupla karşılaştırılmakta. Üstelik grup üyelerinden en kuvvetlisi benziyordu canım Cem’im Karaca’ma, bir diğeri de cancağızım Barış’ım Manço’ma… Çok, çok hoşuma gitti bu manzara, inşaallah yazacağım haklarında.
Mutluluk; kışa dair türlü nesnelerle donattığım ağacımı her gördüğümde, içimde onlara dair yazılan binbir türlü hikâyeyi hissetmekte. Çeşit çeşit kar taneleri, hele ki o patenler: çocukluğumda izlediğim Buz pateni yarışmaları, Katerina Witt, sonrasında Moskova, Petersburg, Dostoyevski ve bayıldığım 19. yüzyıl demek benim için işte…
Mutluluk; işte o buz pateniyle tümleşik anı zincirime altın vuruşu yaptığım bu yerde. Belli eskilerden işin içinde olan bir teyze, giyinmiş kalpağı gayet düzgün bir kıyafetle kayıyor sular seller gibi buz üstünde. Üstelik gençler pıtır pıtır dökülürken ötesinde berisinde. Çok güzel, bambaşka bir histi onu kendinden emin kayarken izlemek buz pistinde.
Beyaz patenler çizerken buzu dairesel şekillerde ve uçuşurken buz parçaları bu vesileyle, üstelik güneş de yer yer vuruyordu zemine harika bir ambiyans oluşuyordu bu yerde. Bir de miniğim vardı, eline tutuşturulan İskoç bayrağını en ala İskoç gibi sımsıkı kavrayan, coşkuyla sallayan ve bayrağa saygıyı elden bırakmayan…
Mutluluk; hem de en kesif ve keskin mutluluk; gündoğumları seremonilerini izlemekte. Gün doğarken güneşin yakınının yangın varmışcasına yakıcı ve parlak tonlarla döşenmesi, güneşten uzaklaştıkça renklerin pastelleşmesi ve hele ki o bayıldığım şafak pembesi… Yaprak dökmüş ağaçların arkalarına aldıkları keskin ışıkla siyah danteldenmiş gibi zarifçe dizilmesi, bir de üstüne sabah kuşlarının muhteşem seremonisi tarifsiz hazlar ve hallenmeler içine çekiyor beni.
Mutluluk; şeffaf kar tanelerini yapıştırdığım camların ardında, çocuklar aceleyle kahvaltılarını yaptıkları sırada gündoğumu seremonilerinin göz kırpması bana. Ve çok çetrefilli, pek telaşlı halimden sıyrılmak bu yolla.
Mutluluk; gün içinde hava ısındıkça, çatılardaki buzların güneşten aldıkları ısıyla erimesine ve buharlaşmasına tanık olmakta. Dalga dalga yayılan bu buhar gösterisi ilk kez tanık olduğum birşeydi ve çok sevdim ben bu hali.
Mutluluk; kışın gün boyu güneş alan mutfağımda üzerine güneş değmeyen yerinin kalmadığına tanık olmakta. Misalen dipte yer alan bu limonlar bile karşılaşıyorlar taze güneş ışığıyla şaşkınlıkla.
Şükürler olsun -ışık, daha çok ışık- sözünü dillendirdikçe beni daha, daha çok ışıkla ödüllendirene…
Mutluluk; abisi yokken yolunu gözleyen ve sıkıntıdan ne yapacağını bilemeyen küçüğümün abisi gelince keyfetmesini seyretmekte. Hele ki abi iyi günündeyse, merhametle,şefkatle ve içtenlikle ilgileniyorsa kardeşiyle.
Misalen burada karton kutuyu araba yaptı kardeşine Selim. Uzun süre uğraştı, çizdi, boyadı, kesti, Kerim’in sevdiği şeyleri hesapladı, yaptı ve Kerim de mest oldu tabii. Ortalık biraz dağıldı ama benim için bu dağınıklık hiç sorun olmadı, zira öyle uzun zamandır bu huzuru arıyordum ki, bir süpürge en son dert edeceğim, bu halden gelen dağınıklık da ancak şükredebileceğim birşeydi.
Şükürler olsun üstümüzdeki yoğun sıkıntıyı hafifletip, -öncesinde burun kıvırdığımız rutinimizi ve rutinimizin kıymetini anlamadığımız huzurunu- geri getirene. Sonsuz şükürler olsun hem de.
Mutluluk; kahve merasimlerimden çıkıp da yola bir proje geliştirmekte. Bakalım, şartlar izin verirse girişeceğim inşaallah bu işe.
Mutluluk; her zaman ve daima, ister yaz olsun, ister kış hatta, bu can bu tende oldukça, siz bıktınız belki ama ben bıkmadan ve asla usanmadan keyifle yazıyorum, çekiyorum fotoğraflarını her defasında; açık havada güneşte kurumaya bırakılmış çamaşırların coşkusunu yaşamakta. Hele ki soğuk havada dışarıda kuruyan çamaşırların; annemin -kar kokusu- dediği o tanıdık -soğuk kokusu- ile yeniden karşılaşmak ve geçmiş zamanın dehlizlerine dalmak, anayurdum olan çocukluğuma gidip orada bir köşeciğe sığınmak ve gene küçücük olmak hüzünle dolu olsa da huzuru da başka, mutluluğu da.
***
Bu çamaşırların bir kısmını topladım, bir kısmı kaldı. Hatta şu üç havlu 2 gün dışarıda kaldı. Öyle ki üçü de soğuktan buz tutmuş ve karşımda kalıp gibi duruyorlardı. Toplayamadım mı, toplamaya mı kıyamadım emin olamıyorum. Mutfaktan ve yemek odasından baktığımda her an karşımda olmaları hoşuma gidiyordu itiraf ediyorum. Biraz komşulardan çekiniyordum ama çok da aldırmıyordum. En son gidip topladığımda katlamakta zorlandım. Çatır çutur buz sesleri geliyordu. Ama o enfes soğuk kokusu beni mest ediyordu. Burnumu çamaşırlara dayadım ve o koku gidene dek burnuma yapıştırdığım çamaşırlarla deli gibi evin içinde dolandım. Koku hafızası en kuvvetli hafıza imiş ya, bir kez daha anladım. O kokuyla bilseniz ta nerelere vardım.
***
Mutluluk; İstanbul kokulu fincanımla kahvemi içmekte.
Ah İstanbul, yazacak çok şey var sana dair. Ama şimdilik tek diyebileceğim; tutkulu bir aşk gibi yanıyorsun içerimde, ana gibi, yar gibi duruyorsun her daim gözümün önünde, ne seninle ne de sensiz olmuyor ve hele ki yerin hiç dolmuyor.
Mutluluk; hep diyorum ya evimden fersah fersah uzakta bulduğum onlarca çocukluk izlerimde. Bunların en güzel örneklerinden biri de; buğulanmış camları tam karşımda şu şekilde görmek işte. Ve gene gitmek o günlere huzur ve hüzün ile.
Mutluluk; ateş önünde durup o sıcaklığı ve o görüntünün geçmişten alıp çok yakınıma getirdiği çağrışımları, canlandırmaları takip etmekte.
Küçükken soba yanan evimizde bıkmadan usanmadan bakardım ateşin muhteşem rengine. Ve hemen her resim çizdiğimde bulmaya uğraşırdım o renkleri de, bulamazdım hiçbir şekilde. O parlak mavi, parlak turuncu, kırmızı, sarı ve pembe gene götürdü beni o günlere.
Mutluluk; özel günlerde özel birşey yapmaktan tıpkı benim gibi çok sıkılan sevgili eşimin, bambaşka ve sıradan bir günü aldığı hediyeyle özel kıldığını görmekte. Üstelik bu güzel kılıfı da edindim kendime. Şükürler olsun gene ve gene ve gene! (Cath Kidston’ın neredeyse sevdiğim tek deseninin sadece kılıfla sınırla kalması da ne yazık).
Mutluluk; renkleri, kar tanelerini, sokağı ve karşıdaki çam ağaçlı evi gördüğüm evimin en sevdiğim köşelerinden birinde.
Mutluluk; Selim’imin giderek seri üretime geçtiğini, olayları uzun uzun hikâyelendirdiğini ve küçük bir animasyoncu kıvamına geldiğini görmekte. Misalen; yarı hamur yarı hazır materyallerden koca bir Dino Dünyası oluşturması (Soldan sağa), ağaçların düşen yaprakları ve onu yiyen Triceratops, ağaçlara uzanabilen Bracchisaourus, küçük bir gölden balık avlayan Spinosaurus, henüz avladığı hayvanın etlerini yemek isterken hazıra konmak isteyen bir diğer dinozorla karşılaşan ve etleri arkasına alıp kapışmaya başlayan T-Rez ve onlar kendi bildik dünyalarına devam ederken; sonlarını hazırlayan patlamış yanardağ. 🙂
Ama en büyük mutluluk; Selim’in eski BilimSelim olmaya yaklaştığını görmekte yine. Sonsuz, sayısız şükürler olsun Rabbime.
Allah bir daha yaşatmasın önceki gibilerini, benzerlerini ve beterlerini elbette. Ve herkese sıhhat ve huzur versin sevdikleriyle.
Mutluluk; kışın soğuğuna tezat sıcak çağrışımların içinde olabilmekte. Misalen sıcak içilen şu baharatlı içecekle Kış güzelliğini yaşayabilmekte.
Ve en önemlisi mutluluk; ne mutlu ve çok şükür ki; “sıkıntılar aralanırken gözlerim güzellikleri görüyor gene” diyebilmekte. Şükürler olsun üstümüzdeki kara bulutları dağıtan ve bizi görecek kıvama getirene. Sayısız şükürler olsun hem de.
Not: Deli Anne muhteşem fotoğraflar çekmişti İskoçya kışından. Hepsini değerlendiremedik. Onları da görmek için buyrun bu adrese…