12 Eylül 1980 sabahı… Çoğu henüz yirmili yaşlarına basmamış mahpuslar, “Ermenilerden, Rumlardan, komünistlerden ve vatan hainlerinden hesap sorulacaktır” anonsuyla uyanıyorlar. “Daha güzel, güneşli günler” görebilmek umuduyla mücadeleye girişen bu genç adamlar için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Davutpaşa Orta 3, Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuran 12 Eylül 1980 askeri darbesinin öncesinde ve sonrasında, Davutpaşa Askeri Cezaevi’nin Orta 3 koğuşunda kader ortaklığı yapmış 42 insan portresi sunuyor.

Ahmet Sel, eski mahpusları, geçmiş ve gelecek arasında kurgulanan bir sahnede, bir zaman tünelinin içinde ele aldı. Fotoğrafların çekildiği alanlar, portredeki insanların kendi geçmişlerine ve bugünlerine ait ayrıntılar içerdiği gibi, o alanın dışında kalan ipuçlarına; örneğin, Türkiye’nin dönüşümüne de işaret ediyor. Böylelikle hafızalarda var olmaya çalışan bir aile albümü, artık geçmişten süzülmüş bir belge olarak bugünün gerçekliğinde var oluyor.

Günümüzde, bir üniversitenin sanat atölyesi olarak kullandığı Orta 3 koğuşu (Şahin Arslan); kıyıdaki çay bahçelerinin yerini alan asfalt yol ve gitgide uzaklaşan deniz kıyısı (Mustafa Taluğ); hapisten çıktıktan sonra yalnız başına kalmak için gidilen fakat bugün zengin bir sınıfın kitsch villalarıyla kaplı Dragos tepeleri (Sefer Atalay); Sefaköy’de, eskiden işkencehane olarak kullanılan karakolun yerinde yükselen beş katlı bina (Kemal Işık); geçen yılların yıprattığı bir annenin yanı başında canlanan anılar (Kazım Rençberoğlu)… Hapishanede geçen uzun yılların ardından, her şeyi geride bırakarak Hollanda’ya yerleşen ve şehrine yabancılaşan Erhan Tüskan’ın fotoğrafı, geçmişte tarla olan, şimdi gökdelenlerle dolu yeni bir kentin kıyısında çekildi!

Kurgulanan mekânlardaki portreler, hem izleyici, hem de fotoğraflanan kişi için bir yüzleşme vesilesi. “Gençlikten kalan izler hangileri?” diye bir soru geliyor insanın aklına. Eski bir raconun gölgesi olan, bir ayak ayak üstüne atış mı, eldeki tesbih mi, keskin bir bakıştaki meydan okuma mı, yoksa yılgın bir bakıştan süzülen yıpranmışlık mı? Portrelerdeki insanlar, fotoğraflarında kendi gerçeklikleri, bugünleri ve fanilikleriyle karşı karşıya kalıyorlar. Portrelerin kaydedildiği negatifler, basıldığı kağıtlar ve çerçevelerinin ahşapları bile, bütün adanmışlıkları ve karmaşıklıklarıyla zenginleşen bu hayatlardan daha uzun yaşayacaklar.

Geçen zamana karşın, geçmişte yaşanan hayatlar bugünü etkilemeyi sürdürüyor. Geçmişin açtığı derin izler bugünün akışını belirliyor.

23 Aralık tarihine kadar görülebilecek sergide ayrıca mahpusların o dönem cezaevinde yaptıkları objeler ve fotoğrafları da yer alıyor. Aras Yayıncılık’tan çıkan Davutpaşa Orta 3 kitabını açılışta edinmeniz mümkün.

Sergide yer alan metinlerden

“Kalk ayağa, sen daha çok küçüksün, burada ne işin var?”

Hasan Bilgi anlatıyor

Hapse girdiğimde on altı yaşımdaydım. 1980’in Şubat ayında gözaltına alındım. Gününü tam olarak hatırlamıyorum.

Rizeliyim, o sıralarda inşaatlarda çalışıyordum. Bir gün, bir arkadaş bir mektup verdi, cebime koydum. Ertesi gün, mahallenin gençlerinden birinin Maltepe Karakolu’nda gözaltında tutulduğunu düşünerek gerçekten orada mı, değil mi diye bakmaya gittim. Kapıdan bakarken bir asker “gel buraya” dedi. İçerde bir subay vardı, üzerimi aradı, mektubu aldı. Mektubun üzerimde olduğunu unutmuştum. Açtılar, içinde bir isim listesi vardı.

“Bu mektubu nereden buldun, senin zerinde ne arıyor?” diye sordular. İçeriğini bilmediğim için, “Mustafa verdi”, dedim. İsimlerden haberim yoktu. Asker doğrudan falakaya yatırdı. Küçükyalı’da işkencehaneye çevrilen bir lisede üç gün kaldım. Gözaltındayken, savcı, “Kalk ayağa, sen daha çok küçüksün, burada ne işin var!” dedi. Demokrat, iyi bir adamdı, adı Saim’di….

Çorapların içini gazete kağıtlarıyla doldurup bizim bölümün boş bir odasında futbol oynuyorduk. Henüz çocuktuk… Aramızda çok becerikli arkadaşlar vardı. Günlük hayatı kolaylaştırmak için yaptıkları karşısında şaşırıyordum. Orta 3’te çok şey öğrendim.

Bugün yine İstanbul’dayım. Şehir çok değişti. İnşaatlarda kalıpçı ustasıyım.