Alain de Botton Mutluluğun Mimarisi (Çev: Banu Tellioğlu Altuğ, Sel Yayıncılık, II. Bs. 2007) adlı kitabında ne türden şehirlerde ve evlerde kendimizi neden mutlu hissettiğimizi anlatıyor. Geçmişten bugüne, kürenin her kültüründe ve dininde mutluluğun ve ev denilen hadisenin nasıl tarif edildiğini, bu tariflerin mimariye nasıl yansıdığını özetliyor kitabında. Bir bölümdeyse Wilhelm Worringer adlı bir Alman sanat tarihçiye gönderme yaparak mimari anlamda neyi, neden güzel bulduğumuzu sorguluyor. Aşağıya paragrafı alıntılıyorum. Evinize ve şehirde olup bitenlere bir de bu gözle bakın. Şahsen ben şu ara İstanbul’u sarmalamakta olan mimari üslubun en çok İstanbul’dan kurtulmak istediği kanaatine kapıldım.

“Kişisel olarak bizde, daha genel olarak da içinde yaşadığımız toplumda eksik olduğunu düşündüğümüz nitelikleri üzerinde taşıyan nesneleri güzel buluruz. Bizi korkularımızdan uzaklaştıran, özlem duyduklarımıza yakınlaştıran, sahip olamadığımız erdemleri gerektiği kadar yansıtabilen üslupları yeğleriz. Yaşam içinde dengemizi, sağduyumuzu yitirmemiz an meselesidir. Sıkıntı ve heyecan, mantık ve hayal gücü, basitlik ve karmaşıklık, güvenlik ve tehlike, sadelik ve lüks gibi zıt kutuplar arasında bir uçtan öteki uca savrulmamız çok kolaydır. Sanata bu kadar gereksinim duymamız da bu yüzdendir.

“Bebeklerin, küçük çocukların davranışlarına bakarsak, dünyaya geldiğimiz ilk andan itibaren dengemizi yitirme eğiliminde olduğumuzu anlarız. Mama sandalyemizde otururken, boyama kalemlerimizle bir şeyler çizerken bile ya mutluluktan kudurur ya hayal kırıklığıyla çığlık çığlıa ağlarız. Evgi ile öfke, aşırı sevinç ile aşırı durgunluk arasında gidip geliriz. Yetişkinlikte çok daha ılımlı bir insan görüntüsü vermemize karşın dengemizi korumayı nadiren başarabiliriz. Dalgalı denizlerde suya bata çıka seyreden gemilerin yolculuğuna benzer hayatımız.

“Doğuştan getirdiğimiz bu dengesizlik eğilim günlük hayatın zorunlulukları yüzünden daha da artar. Çalıştığımız işlerde zaten sınırlı olan yetilerimizi aşan taleplerle karşılaşırız. Bu nedenle bütünlüklü, sağlam bir kişiliğe sahip olmamız zorlaşır; gerçek ya da potansiyel kimliğimizin asla keşfedilemeyeceği hissine kapılmaya başlarız (özellikle de günlerden Pazarsa ve hava yavaş yavaş kararmaya başlamışsa). Böylece toplumda dengesiz insan grupları oluşur, bunlardan her biri kendi ruhsal açlığını doyurmaya çalışır. İşte bütün bunlar, güzellik üzerine yaptığımız hararetli tartışmaların arka planını oluşturur.”

Mutluluğun Mimarisi, s. 171-3