İş ve özel hayatımda karşılaştığım problemleri oldukça iyi çözen bir insan oldum, ama bunun aldığım eğitimle hiçbir ilgisi yoktu.

Hayatta karşılaştığım gerçek sorunlar, fiziksel sorunlar (örneğin işteyken yeni çıkmış bir makineyi çalıştırmak veya evde tıkanan tuvaleti açmak gibi); sosyal anlamdaki problemleri (şahane bir kadının ilgisini nasıl çekebileceğim gibi); ahlaki olanları (tüm testlerde başarısız olsa da çabalaması için öğrenciye geçer not vermek gibi) ve duygusal olanları (ilk eşim öldüğünde yaşadığım keder ile başa çıkmak gibi) içerir.

Hayattaki çoğu problem, formüller veya okulda öğretilen ezberlenmiş cevaplar ile çözülemez. Onların çözümü yargısal beceri, bilgelik ve deneyimi gerektirir. Çocuklar için, bu tecrübeler oyunda saklıdır.

Şanslıyım. Tarihçi Howard Chudacoff’un, çocukların serbest oyun dönemini “altın çağ” olarak ifade ettiği 1950li yılların Amerika’sında büyüdüm. Çocuk işçiliğine olan ihtiyaç büyük ölçüde azalmıştı ve yetişkinler henüz çocuğun sahip olduğu özgürlüğü elinden almaya çalışmaya başlamamıştı. Okula gittik, ama bugün okula gitmemiz o kadar da önemli görülmüyor. Okulda kaldığımız süre altı saatti, ancak (ilkokulda) sabah ve öğleden sonra yarım saatlik aralarımız ve bir saatlik yemek molamız vardı.

Öğretmenler uzak bir mesafeden bizi izlerlerdi, ama nadiren müdahale ederlerdi. Okulda güreşir, ormanda ağaçlara tırmanır, bıçak ile oynar ve kışın kartopu savaşları yapardık – şu an bunların çoğuna herhangi bir devlet okulunda izin verilmiyor. Okul dışında koroya gider ya da gazete dağıtımı gibi farklı işlerde çalışırdık (bu, bize kendi paramızı kazanmanın verdiği olgunlaşmayı hissettirirdi); hafta sonları ve bütün bir yaz tüm gün oyunlar oynar ve özgürlüğümüzün tadını çıkarırdık. İlkokulda ödev verilmezdi, ortaokulda ise ödev yok denecek kadar azdı. O zamanlar çocukların oyun oynamak için özgürlüğe ve zamana daha çok ihtiyaçları olduğunu örtülü bir şekilde olsa da gösteren bir anlayış var gibiydi.

Michael Gove’nin bir eğitim yılı içerisinde tatillerin daha kısa, okul günlerinin ise daha uzun olması gerektiğini vurgulayan raporuna cevaben bir şeyler yazacağım. Eğitim Sekreteri Gove, İngiltere’deki eğitimin okulda daha uzun saatler geçirilmesiyle birlikte Çin, Singapur ve diğer Doğu Asya ülkelerinin seviyesine ulaşacağını ve öğrencilerin testlerde daha başarılı olacağını iddia ediyor. Paradoksal bir şekilde, Gove’nin önerisi Çin’deki Eğitim Bakanlığı’nın İlköğretim öğrencilerinin akademik yükünü azaltmak için on düzenleme başlıklı bir rapor yayınlamasından sadece birkaç ay sonra ortaya çıkıyor.

Doğu Asya ülkelerinde eğitimciler kendi eğitim sistemlerinin büyük başarısızlığını kabul etmeye başladı. Çin’deki okullar konusunda uzman akademisyen ve yazar Yong Zhao’ya göre, bu durumu anlatmak ve kendi okullarının ürünlerini ifade etmek için “testlerde başarılı olup, diğer her şey başarısız olmak” anlamına gelen ortak bir Çince terim “dineng gaofen” kullanılıyor. Öğrenciler neredeyse tüm zamanlarını çalışarak harcıyor, bu yüzden de onlara yaratıcı olmak, kendi tutkularını keşfetmek ya da fiziksel ve sosyal becerilerini geliştirmek için fırsat kalmıyor. Dahası, İngiliz ve Çinli araştırmacılar tarafından yapılan büyük çaplı son araştırmada ortaya konulduğu gibi, Çinli okul çağı çocukları akademik baskılar ve oyun eksikliği ile bağlantılı görülen anksiyete, depresyon ve psikosomatik stres bozukluğundan muzdarip.

Son araştırmam çocukların gelişiminde oyunun değeri üzerine odaklanıyor. Tüm memeliler küçükken oyun oynar ve oyun oynarken daha çok öğrenir. Etoburlar, otoburlardan daha çok oyun oynar çünkü avlanmak otlanmaktan daha zor öğrenilir. Primatlar diğer memelilerden daha çok oynar, çünkü yaşam tarzları diğer memelilere göre daha çok öğrenmeye, daha az içgüdülere bağlıdır. İnsan evladı ise izin verildiği takdirde herhangi bir primattan çok daha fazla oynar.

Oyun, çocukların ve diğer memelilerin kendilerini eğitmelerinin doğal yoludur. Avcı-toplayıcı topluluklarda yetişkinler çocuklarına ileride etkin bir yetişkin olmayı sağlayan becerileri kazanmaları için her gün, gün boyu kendi seçtikleri şekilde oynamalarına ve keşfetmelerine izin verir.

Çocukların her yerde mutlu, üretken ve ahlaki duyguları gelişmiş bir hayatı yaşaması için öğrenmesi gereken en önemli beceriler okulda öğretilmez. Bu tür beceriler hiç öğretilmezken bir oyunda çocuklar tarafından kendi kendiliğine uygulanarak öğrenilir. Bunlar, yaratıcı düşünmek, diğer insanlarla anlaşabilmek, etkin işbirliği yapabilmek ve kendi dürtülerini ve duygularını kontrol etmek yetilerini içerir.

Yaratıcılık, ekonomik başarının anahtarıdır. Artık (bunun için robotlar var) robot tarzı yönergeleri takip etmek ya da rutin hesaplamalar yapmak ( bunun için bilgisayar var) ya da zaten cevaplanmış soruları yanıtlamak (bunun için arama motorları var) için insanlara ihtiyacımız yok. Ama soran ve yeni sorulara yanıtlar arayan, onları çözmek ve ortaya çıkmadan önce engellemeye çalışan insanlara ihtiyacımız var. Bu da yaratıcı düşünme yeteneği gerektirir.Yaratıcı zihin eğlenceli bir akıldır.

Tüm çocuklar yaratıcıdır. Oyunlarında ve öz-yönelimli keşiflerinde etraflarındaki dünyanın kendi zihinsel modellerini ve aynı zamanda hayali dünya modellerini yaratırlar. Dahi olarak adlandırdığımız yetişkinler hayatları boyunca çocuksuluklarını koruyan ve hayatlarını bunun üzerine inşa edenlerdir. Albert Einstein okula gitmenin matematiğe ve fiziğe olan ilgisini yok ettiğini ve hatta bu durumun okuldan ayrıldığında değiştiğini belirtir. Yaratıcılık öğretilmez. Tüm soruların tek bir doğru cevabı varmış ve herkesin aynı şeyleri öğrenmesi gerektiğini vurgulayan bir müfredatı çocuklara dayatmak yanlıştır.

Hatta daha önemlisi yaratıcılık dışında, başka insanlarla iletişim kurmak, onları önemsemek ve onlarla etkili bir işbirliği kapasitesidir. Çocuklar her yerde diğer çocuklarla oyun oynamak gibi güçlü bir dürtü ile doğarlar, çoğu oyun sosyal beceri, adaleti sağlama ve ahlaki değerleri edinme gibi konularda bir araçtır. Tanımı gereği, oynamak, gönüllü bir eylemdir, her oyuncu oyun oynamak istemediğinde oyundan çıkmakta serbesttir. Oyundan çıkma hakkı oyun aktivitesinin demokratik bir eylem olmasını sağlar. Oyunun kazandırdığı en temel sosyal beceri diğer insanların bakış açısıyla dünyayı görmek yetisidir. Bu olmadan, mutlu bir evlilik ya da iyi arkadaş ya da ortak bir işin becerilmesi namümkündür. Çocuklar bu beceriyi oyunlarında sürekli olarak uygular.

Oyunda, çocuklar da kendi dürtülerini kontrol etmeyi ve kurallara uymayı öğrenirler. Tüm oyunların kuralları vardır. Şakalaşmada, örneğin, mücadele esnasında, tekme atılmaz, kişiler birbirlerine gerçekten zarar vermez; amaç, karşıdaki kişiyi mutlu etmeye çalışmaktır. Sosyo-dramatik oyundaysa – hayal gücü etkindir. Eğer evcil köpek karakteriyseniz, konuşmak yerine havlamanız gerekmektedir.

İnsan olma sanatı dürtüleri kontrol etmek ve sosyal beklentiler doğrultusunda davranmaktır.

Oyun, çocukların korkuyu kontrol etmeyi öğrenmelerini de sağlar. Geçtiğimiz 50 ila 60 yılda, sürekli çocuklarımızın oyun oynama fırsatlarını azalttık. Tatili kısalttık, ödevleri artırdık ve yüksek notlar almaları için onlara baskı yaptık. Okul dışında doğaçlama oyunların yerini yetişkin dikteli ve yönetimli oyunlar ( ki onlar gerçek oyun değildir) almaya başladı. Kendi sorunlarını çözmek ve kendi oyununu oynamak isteyen çocuklara yetişkinler her daim müdahale etti. Bu değişiklikler algılanamaz ve kademeli bir şekilde oluştu. Bunların sebebi ebeveynlerinin korkuları da dahil olmak üzere sosyal faktörler ve uzmanların tehlikeler hakkında yetişkinleri uyarması oldu.

Çocukların oyun oynama fırsatlarının ellerinden alınması çocukluk dönemi ruhsal bozukluklarında dramatik bir artışa sebep oldu. Araştırmalara göre, empati azalırken ve narsizm arttı. Bu zararlı değişikliklerin tümü, oyun etkinliğinin okul çağı çocuğundan uzaklaştırılmasıyla oldu.

Hayır, çocuklarımızın daha fazla okula ihtiyacı yok. Daha fazla oyuna ihtiyacı var. Gelecek nesillere önem veriyorsanız, son yarım yüzyılda meydana gelen bu korkunç eğilimi tersine çevirmek gerekir. Biz, çocuklara çocukluklarını geri vermek zorundayız. Çocuklar entelektüel, sosyal, duygusal ve fiziksel olarak güçlü büyümek için doğuştan getirdikleri içgüdülerini oynamak ve keşfetmek için kullanmalıdır. Çin sonunda bunu fark ettiyse bizim de fark etmek zamanımız gelmiş demektir.

Dr. Peter Gray’in bu makalesini Berfun Çağinli Türkçeleştirmiştir.