Çocuk Ateşi (Children’s Fire: Kuzey Amerika’da eski bir Kızılderili deyişinden yola çıkılarak başlatılan bir çocuk hakları hareketi) bir vaadle başlamıştı: “Çocuklara zarar verebilecek hiçbir kanun hiçbir eylem hayata geçirilemez.”
Birkaç yıl önce gittiğim bir doğa kampında Mac adlı bir adamın ilham verici bir konuşmasını dinledim. Mac Embercombe adlı İngiltere merkezli bir sivil toplum kuruluşunu yönetiyor. Konuşmasında Kızılderili kültüründeki “çocuk ateşi” kavramından söz etti. Dünyanın, gelecek kuşakların ve hayatın sürdürülebilirliği meselesi merkeze alınarak yönetilmesinin ne anlama gelebileceğini sordu bizlere. Çok etkileyici bir konuşmaydı. Kenya’da bizim de “çocuk ateşi”ne benzer deyişlerimiz var. Örneğin dünyanın sahibi olmadığımızı, onu çocuklarımızdan ödünç aldığımızı söyleriz.
Modern ebeveynler olarak sık sık gittiğimiz yerleri “çocuk dostu” mu değil mi diye kategorize ederiz. Aradığımız şey o yerin bir şekilde özellikle küçük çocukları düşünerek tasarlanıp tasarlanmadığıdır. Bu konuşmadan sonra etrafa kızımın gündelik hayatta neler yaptığını düşünerek bakmaya başladım. Gördüm ki Afrika açısından “çocuk ateşi”nin iki aşaması var. İlki çocukların gündelik hayata katılımı, ikincisi ise onların geleceğine dönük kaygılar.
İkincisini şimdilik bir tarafa bırakacağım, çünkü bu konuda yalnızca Afrika’nın değil tüm dünyanın ne kadar sefil bir halde olduğunu hepimiz biliyoruz. Gene de çocuklarımızın en azından bugününü ağızlarının tadıyla yaşayabilecekleri imkanlar yaratılabilir mi diye sormak istiyorum. Çocuklarımızı, gündelik hayatımıza sahiden dahil ediyor muyuz? Yani çocuklarımız sahiden bizimle yaşıyorlar mı? Örneğin iş yerlerimizde çocuklara yer var mı? Dinlendiğimiz, eğlendiğimiz yerlerde çocuklar ne kadar göz önünde bulunduruluyor? Mahallemizde, sokağımızda çocukları ne kadar düşünüyoruz? Yoksa gözden uzak olan, gönülden de ırak mı oluyor?
Fazlaca düşünmeden, kızımı dönüp kendi ülkemde, büyüdüğüm ülkede büyütmek istedim. Çünkü çocuklar bu ülkede hareket alanına sahipler henüz. Birçok modern toplumda olduğunun aksine çocuklar Kenya’da gündelik hayatın her alanında varlar. Kızımı yanımda her yere götürebiliyorum. Benimle çalıştığım yere, dolaştığım sokaklara, akraba ziyaretlerine gelebiliyor.
Birlikte seyahat de ediyoruz ve bu ülkede çocuklara sevgiyle yaklaşılıyor. Kenya’da sıradan insanlar çocukların bizlere verilmiş hediyeler olduğunu düşünüyor ve onlarla iletişim kurmaktan korkmuyorlar. Birlikte oynuyor, eğleniyor ve büyüyoruz.
Bu açıdan bakınca ülkemi başka bir gözle anlamaya başladım. Bütün bunlar iyi şeylerdi. Ama öyle şeyler de var ki, çocukların hayatın içinde ve korunmasız kılıyorlar.
Birkaç ay önce mahallemizde, çocukların oynadıkları boş bir arsa bombalandı. Çocuğumu sokağa çıkartmakta eskisi kadar istekli değilim artık. Oyun oynaması için spor yaptığım salona götürüyorum, öylece sokağa salıvermek yerine. Kapıda 16 yaşından küçük çocukların girmesine izin verilmediği yazıyor, ancak durumu görevlilere anlattığımda gelmesine izin verdiler. Beş yaşındaki kızım benimle birlikte spor yapmaya başladı. Zaman zaman sadece izlemekle yetiniyor, canı isterse aletlerle oynuyor. Halimizi gören spor hocaları özel bir anne-kız sınıfı oluşturdular. Bir sürü sporda benden daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca benimle birlikte sanat kurslarına gidiyor, yine aynı spor merkezinde.
Bu küçücük deneyim bile modern hayatlarımızın ne kadar parçalanmış olduğunu görmeme yetti. Çocuklarımızı hayata dahil etmenin yollarını zorlukla ve kriz anlarında keşfediyoruz. Çünkü o bomba patladığından bu yana kızımla nerede, ne yapacağımı şaşırmış durumdayım.
Biliyoruz ki çocuklar büyükleri taklit ederek öğreniyorlar. İçlerindeki enerji, ateş onları önce farklı kılıyor, sonra zamanla, o ateş söndükçe bize benziyorlar. Şimdi kendi çocuğumdan ne öğrenebileceğimi bulmaya çalışıyorum. En azından çocuk dostu bir anne olmayı başarabilir miyim diye bakıyorum. Görüyorum ki içimde hala o ateşten biraz var. Her gün o ateşi büyütmeye çalışıyorum.
Yazı: JC Niala
Kaynak: InCultureParent