Genellikle endişenin zaman ve enerji israfı olduğunu düşünürüm. 20 yıldır teşhis edilmemiş bir endişe bozukluğuyla yaşadığım için, endişe denilen şeyin nasıl bir mutluluk katili olduğunu da bilirim.
Dolayısıyla nadiren anne-babaları endişelendirecek şeyler yazarım. Fakat şunu da söylemem lazım, çocuklarım ve onların arkadaşları hakkında sahiden endişeliyim. Çocuklar iyi değil. Pek çok çocuk sahiden kötü durumda.
Az önce son derece seçici bir hazırlık okulunun toplantısından çıkıp geldim. Yüksek öğretimi belirleyen “uzmanlaşma ethosu”na fazlasıyla inanmış görünüyorlar. Çünkü bu sayede benzerleri arasından sıyrılıyor ve eğitim pazarında rekabet edebiliyorlar. Daha çok rekabet edebilmek için de çocukları kendi özelleştikleri alanda uzmanlaştırarak rekabete sokuyorlar. Böylece çocuklarımız yalnızca kendilerinde var olan kimi yeteneklerle yetiştirilmeye çalışılıyor. Ya da öyle zannetmeleri sağlanıyor. Böyle bir eğitimin sonunda futboldan çelloya kadar yaşıtlarının “en iyisi” oldukları daha da fenası olmaları gerektiği sürekli tekrar edilip duruyor.
Okullar çocukları alelacayip alanlarda uzmanlaştırıp rekabete sokmak için adeta ruhlarını öldürüyorlar. Çocukların hem arkadaşlarıyla hem de dünyayla ilişki biçimleri kökten değişiyor. Hem sürekli stres altındalar, hem de herkesi rakip olarak görüyorlar. Düşünün:
Sorunlarını tek başlarına çözmeye çalışıyorlar. ABD’deki lise öğrencileri arasında marihuana kullanımının yüzde 31 oranında artmış olması çocukların bu çözümsüzlük karşısında hangi yollara başvurduklarını gösteriyor. Ayrıca lise öğrencilerinin dörtte biri depresyon ya da endişe bozukluğu yüzünden psikiyatrik ilaçlar kullanmak durumundalar.
Üniversite öncesi öğrencilerin yüzde 13 ila 24’ü bir şekilde kendilerini yaralıyor, yani faça atıyor. Bu eylem çocukların duygularını ifade etmek ve endişeleriyle başa çıkmak konusunda ne kadar çaresiz olduklarını da gösteriyor.
Üniversite öğrencilerinin dörtte biri kilolarına kafayı takmış durumda, hem de aşırı derecede. Anoreksia ve blumia gibi kronik hastalıklar giderek sıradanlaşıyor.
Çocuklar bir yandan depresyondalar bir yandan mükemmeliyetçiler. Çocuk intiharları giderek artıyor. Üniversite öğrencileri arasında intihar oranının son dört yılda yüzde 30 oranında artmış olmasını nasıl açıklayabiliriz?
Çocukları başarmak konusunda bu denli zorlayıp, kendi ilham kaynaklarını bulmalarını, tutkularını hayata geçirmelerini, kendi ilgi alanlarını, meraklarını keşfetmeleri için onları rahat bırakmadıkça iyi olmayacaklar. Okul artık eskisi gibi arkadaş edinilen, dünyayı, insanları öğrendikleri bir yer değil. Bir tür bilgisayar oyununun içine gidiyorlar sanki. Orada yaşadıkları çok az şey kalıcı anlamlar üretiyor.
Özellikle üniversite öğrencileri, liseye başladıkları andan itibaren başkalarının onlar hakkındaki beklentileriyle yaşamaya da başlıyorlar. Annelerinin, babalarının seçimleri, kendi tercihlerinden çok daha önemli hale geliyor, çünkü aksi halde aileleri tarafından desteklenmeyeceklerini biliyorlar.
Tavsiyem şu: Çocuklarınız için endişelenmeyi bırakın ki, sahiden endişelenmeniz gereken sorunlar çıkmasın ortaya.
Mutluluklarını, kişiliklerini önemseyin. Bu şekilde önemsenen ve sevilen çocuklar kendilerini gerçekleştirirken daha özgür hissedeceklerdir. Kariyerleri de, hangi mesleği seçecekleri de onları ilgilendirir.
Kendi başarı kriterlerinizi gözden geçirin. Onları cesaretlendirin, bir şeylere ilgi duyduklarında destekleyin, ne istediklerini sorun. Ama tabii ki çocuğun her türlü talebini kural haline getirmek şeklinde yapmayın bunu da. Çünkü bu şekilde davranmanın da oldukça olumsuz sonuçları var. Yalnızca çocuğunuzun anlamlı, onu mutlu edecek bir hayat yaşamasını önemseyin yeter. Gerisini kendisi halledecektir.
Çocuğunuzun depresyon, endişe ve yeme bozukluğu yaşaması, kendisine zarar vermesi ihtimali, kötü karne ihtimalinden daha mı önemsiz ki? Dersleri için endişelenirken, mutluluğu için endişelenmeyi ihmal ediyorsanız, kendiniz için de endişelenmeye başlayın bir an önce.
Christine Carter