“Bir çocuk yetiştirmek” aslında ne kadar cesaret gerektiren bir eylem. Onunla ilgili aldığımız her karar, yaptıklarımız, yapmadıklarımız, söylediklerimiz, söylemediklerimiz, her şey ama her şey onun nasıl bir bebek, çocuk, öğrenci, kadın ya da erkek olacağında etkili. Tamam, bunları tek başına biz belirlemiyoruz belki ama oldukça fazla katkımız var. Ailelere her zaman verdiğim bir örnek var. Çocuğunuzun bir elma olduğunu düşünelim. Ondan asla bir armut, bir portakal bir muz yapamazsınız. O zaten belirli özelliklerle doğmuştur ama bir elmadan ne kadar çok şey yapabiliriz. Elma şekeri, elmalı turta, elma reçeli, elma sirkesi gibi. Bunların hepsinin özü aynı ama tadları ve yapıları ne kadar da birbirinden farklıdır.

Doğumun ardından önce genel konularda cinsiyet farkı gözetmeden ilgileniriz bebeklerimizle. Beslenmesi, uykusu, temizliği aynı rutindedir. Biraz fotoğraflarda farklılık başlar önce, erkek bebeğin pipisi kadrajda güvenle yerini alır ama kız bebeğin çıplaklığı hafifçe örtülüdür. Köpükle, bacaklarının duruşuyla saklanır. Sonrasında ayrımcılık yavaş yavaş başlar, erkek çocuğun canı bir şey çektiğinde mutlaka yedirilmeye çalışılır, malum yoksa “bir tarafı şişer”. Eğer ailede kız çocukları varsa -küçük ya da büyük fark etmez- erkek çocuğun hizmetine yönlendirilir. Okul öncesi yaştaki erkek çocuk kız arkadaşını öpmeye çalışınca ailesi tarafından çapkın olacağıyla ilgili espriler yapılıp gülünür. Kız çocuğu ise aynı durumda ayıp diye azarlanıp kenara çekilir. Erkek gibi kız ve kız gibi erkek deyimlerine yüklediğimiz anlamlar bile her şeyi anlatmıyor mu zaten?

Aslında bu şartlarda büyüyen erkek çocukların özgüveni ve benlik saygısı yüksek, kendine güvenen bireyler olabileceğini söylemek zor. Sahte bir üstünlük algısı gerçek dünyayla karşılaştıklarında yetersizliklerini hissettirir ve ellerinde olan fiziki gücü, kaba kuvveti kullanmaya çalışırlar.

Ailelerin bu konuda yapması gereken çocuklarını büyütürken onları birey olarak görüp cinsiyete göre davranmaktan vazgeçmektir. Kız çocuk, erkek çocuk ayrımcılığı yapmadan, kendine güvenen, insan sevgisi ve saygısı olan, diğerlerine göre olan üstünlüklerini ve eksikliklerini bilen kendini olduğu gibi kabul etmiş bireyler yetiştirmeye çalışmaktır. Bu konuda farkına varmadan birçok hata yapılıyor. Aileler genelde ne anlama gelebileceğini düşünmeden sadece ezberlenmiş tepkiler verebiliyor. Etrafınızda kaç kere ağlayan bir erkek çocuğuna “erkekler ağlamaz.” dendiğini duymuşuz ya da demişizdir. Oysa, bir insanın duygulanması ve bunu belli etmesinin ne sakıncası olabilir? Bununla da kalmaz, “sen erkeksin cesur olmalısın”, “evin erkeği sensin şimdi ev sana emanet”, “ablana, annene göz kulak ol”, tarzından cümleler erkek çocuklara sürekli olarak söylenir. Kızlar hareketli olduğunda “kızlar o kadar koşmaz”, “sen onu yapamazsın o erkek işi”, “elleme anlamazsın; baban, abin yapar”, gibi sözler kullanılır, durur.

Çocuklarımız üzerinde onlara söylediklerimiz kadar yaptıklarımızın da etkisi vardır. Birbirimize karşı olan tavrımız, davranışlarımız onun kişiliğini oluşturmasına yardım eder. Aile, çocuğun pilot bölgesidir. Toplumla ilişki kurmayı, diğer insanlara nasıl davranacağını, insanların gözünde hangi durumda nasıl görüneceği burada öğrenir. Aile içinde gerçek konumunu anlayamayan çocuk toplum içinde farklı değerlendirildiğinde bu durumla baş edemeyebilir. Bu nedenle, çocuklarımızın iyi olduğu alanlar kadar zayıf olduğu yönleriyle de barışık olmasını sağlamak ve bunu nasıl geliştirebileceği veya kabul edebileceğini ona öğretmek bizim görevimizdir.

“Benim oğlum çok yakışıklı, bütün kızlar sana hayran olacak.” demek yerine, “çok güzel gülümsüyorsun ya da çok güzel sıcacık bakıyorsun” demek bile onu kendini doğru algılamasını sağlayabilir. Kendini doğru konumlandırmış, olduğu gibi kabul etmiş bir bireyin kendine güveni ve saygısı da daha yüksek olur.