Anneliğimin en stresli dönemindeyim, diyorum şu an soranlara ve hatta sormayanlara bile. Böyle bir konuşasım, içimi dökesim, birilerinin “Bizler de aynı dönemlerden geçtik, geçiyor bunlar” demesine ihtiyacım varmış gibi bir haldeyim. Hatta bir arkadaşımı, sanırım ona artık arkadaşım diyebilirim, sevgili yazar Pelin Buzluk’u bile bu işe bulaştırdım, “Lohusalı gibi geziyorum” diye ona da ağladım.

Gerçekten aynı o dönemimdeki gibiydim geçen hafta, durup durup ağlayasım geliyor ki ağlıyordum da, yanlış bir şey mi yapıyorum, oğlum hakkında doğru kararı verebildim mi, bunca ağlıyor ve ben bir şey yapamıyorum halleri. Benim lohusalığım öyle pek keyifli değildi, yazmıştım daha önce buralara, bugünümü o zamanlarımla kıyaslayabildiğime göre ben pek iyi bir halde değilim demektir.Oturup düşünüyorum, düşündükçe kendimle yüzleşiyorum.

Daha önce bir yerlerde okumuştum, çocuk büyütürken insan en çok kendi zaaflarıyla, eksiklikleri ve travmaları ile yüzleşirmiş. “Aynen öyle” diyesim geliyor. Bunca laf kalabalığı yaptım da derdimi hale kelimelere dökemedim. Derdim okul fobisi imiş. “imiş” diyorum çünkü bunu kabul etmek öyle kolay olmadı.

Evet, oğluma okul araştırması yapmaya başladığımda daha okulların kapılarından içeri girmeden yüreğime çöreklenen o koyu, karanlık bulutların farkındaydım. Ama bunu hem biraz oğlumu okula yazdırmak istememe hem de biraz anaokulu olayına, hatta açık açık söyleyeyim, böyle bir eğitim sistemindeki okulların tümüne karşı olmamla ilgili sanıyordum. Elbette bunlar da etkili ama öncelikli olan kendimmiş. O bir zamanlar yaşanılıp unuttuğumu sandığım ama gel gör ki bilincimin ya da bilinçdışımın bir yerlerine saklanmış hisler beni böylesi bir hale sokuyormuş.

Babam geçenlerde televizyonda dinlemiş bir uzmanı, okullar açılmaya yakın bu konuda haberler çoğalıyor ya, diyormuş ki, “Okul fobisini yenmenin tek yolu okula gitmektir.” Tabii o, bunları çocuklar için söylemiş de ben ne yapacağım? Bunca yıl okula gidip en son gittiğim okulun üzerinden 10 yıla yakın bir süre geçtikten sonra şimdi bu yaşadıklarımla ne yapacağım? Üstelik 4,5 yıl boyunca pek çocuklarla iletişimi olmamış, ilk çocuk, ilk torun lüksünü yaşamış bir ultra korunaklı bir oğulla?

Aylar öncesinden biliyordum, beni kolay bir dönem beklemiyordu, tabii oğlumu da. Görece kolay bir okul seçme döneminden sonra ki onun kolay olmasının sebebi de kendimde daha fazla okulla görüşecek gücü bulamamış olmamdır, Efe oğlan 9 Eylül itibariyle okullu oldu. Bu sürece kadar dilimde sürekli, okulda ne kadar eğleneceği, ne güzel şeyler öğreneceği, bir sürü arkadaşı olacağı vs. vardı. Oysa belki bu kadar okuldan bahsetmemek, normal bir süreçmiş gibi algılamasını sağlamak gerekirdi. Ama gel gör ki ben bunları oğluma değil, aslında kendime söylüyordum ve kendimi durduramıyordum. İtiraf edeyim, birisi hadi sen git gez, hatta başka bir şehre git hiç buralarda gözükme dese, yanıma hiçbir eşya almadan kaçabilecek haldeydim. Neyse ki kimse bana bunu demedi de böylesi bir durumda kendimi değil de oğlumu düşünüp onun yanında olmam gerektiği gerçeğini görebildim.

***

9 Eylül sabahı, ne olur ne olmaz, orada yemek yemez, aç kalırsa daha da asabi olur düşüncesiyle Efecik tıka basa yedirilir, yüzlerde kocaman gülümsemeler, okulu özendirmek için alınan kıyafetler oğlanın önüne serilip benim seçtiğim (seçmedi o ne yapayım) giysilerle okul yoluna düşülür. Oğlan neyle karşılaşacağını az çok biliyor, en azından okulunu bir gün önce gördü, tuvaletler, oyun odası vs. gösterildi ki kendini yabancı hissetmesin. Okula yaklaşıyoruz, ben hiçbir şey yiyebilmiş değilim, midem bulanmaya başladı, stres son noktasında demektir bu, ellerim de buz gibi. Yine de gülümsemeye devam.

Okul bahçesinde biraz oynayalım mı teklifi ki okulu sever belki düşüncesi… Oynadık, hadi bir de fotoğraf çekinelim. Oğlanda da başladı stres, “Biraz gülmeye çalıştım.” diyor çünkü. Okula giriyoruz, kapıda öğretmenimiz, o da gülümsüyor, zaten daha önce ona içim ısınmıştı. Bizimki mızırdamaya başladı, eyvah başlıyor işte. Ayakkabılar o mızırtılar arasında değiştirildi. Sınıfına çıktık, girmiyor, ağlamaya başladı, hadi biraz dolaşalım, elimizi yüzümüzü yıkayalım. Tekrar sınıfın kapısındayız, şu an ağlamıyor, böğürüyor, kendini parçalıyor oğlum.

Aklımda hemen oğlunu al ve buradan uzaklaş, cümleleri kocaman kocaman ünlemlerle inliyor. Okulun… (Aklımda o kötü sözler dışında bir şey yoktu o an). Öğretmeni “ben alayım onu artık” diyor. Kucaklamasıyla feryatlar artıyor, “Oğlum sana söz verdiğim gibi aşağıdaki mor koltuklarda olacağım, annen ne zaman sözünü tutmadı? Aşağıdayım, buradayım.” saçmalamaları ya da yapabileceğim tek şey de yapılıyor ve o halde oğlumu bir başkasına bırakıyorum. 4,5 yıldır yapmadığım bir şey. Benim için çok çok çok zor. Onun için benden daha zor, anne-babası ilk kez onu üstelik ağlarken bir yabancıya veriyor. İçeri girdikten sonra 1, yazıyla bir dakika sonra ağlaması kesiliyor. Mucize mi bu, rüya mı, yoksa sadece kabulleniş mi? Bence kabulleniş. Kahvaltıya iniyorlar bir 45 dakika sonra falan, dudakları büzülüyor, ama ağlamıyor, kendini tutuyor, o an bir şey söylesem ağlar biliyor. “Oğlum” bile desem ağlar, babasıyla el salıyor ve gülüyoruz. O yemekhaneye geçiyor, cama yapışıyoruz, yerse mutlu olacağım, yerse buraya alışabileceğine inanacağım. Yiyor, Allah’ım yiyor, yiyor, yiyor. (Ruh halim iyi değil biliyorum).

***

Uzun uzun anlatmaya gerek yok, aslında anlatırım ama daha fazla kendi ruh halimi paylaşıp sıkmak istemem. Geçen hafta çok ağladı oğlum, sınıfa girince sustu, zamanın geçmesini, bir an önce onu eve götürmemizi bekledi, öğretmeninin dediğine ve benim gözlemime göre de, kendini kapayıp, etrafı, arkadaşlarını, öğretmenini incelemeye aldı. Güvenip güvenemeyeceğini tarttı, o hafta boyunca onu okulda bekledim. Yemek yemesinden sonra, öğretmeniyle iletişime geçtiğini görmem benim için ikinci şarttı. İletişim kurarsa ona güvenmeye başlamış demektir, yoksa ne yapsanız sevemediği biriyle konuşmamışsa konuşmaz bir daha Efe. Arkadaşlarıyla iletişime geçmesini ise hiç ama hiç beklemiyordum, o da pek geçmedi zaten.

Şimdi ikinci hafta… Okula artık ben götürmüyorum, ağlamıyorum, sakinleştim. Efe ise hala alışmış değil, hala çok keyif alarak gitmiyor okuluna, çok yemek yemiyor (yeme problemi hep oldu) ama öğretmeninin dediğine göre kendini açmış, faaliyetlere katılmaya başlamış, grup korkusu yokmuş, bir de ona durmadan “neden” diye sorular sorup saatin kaç olduğunu öğrenmek istiyormuş. O zaman dedim, size güvenmiş, artık sizi bıktırana kadar soru soracak bir öğrenciniz oldu.

Buradan öğretmenimize de bir teşekkür etmek istiyorum; oğlumun güvenini kazanmak için, hafta sonu tatilinde evimizi ziyaret edip onunla oynaması, benim sakinleşip “bir yabancı”ya oğlumu emanet edebileceğim güvencesini bana verdiği ve Efe’nin de içini rahatlattığı için çok çok teşekkür ediyorum.

Umarım kötü şeylerin yaşanmadığı, özgür ruhlarına ket vurulmadığı bir eğitim-öğretim hayatı olur tüm çocukların ve benim gibi okul fobisi edinmezler.