Her şey çocukların okuldan eve bir kâğıt getirmesiyle başlıyor. Ebeveynlere özgü o manasız heyecana kapılıyorum. “Vay canına ben veli oldum!” diye el çırpıyorum! Ta ki, yazıdaki “eşlerinizle katılmanız rica olunur” ifadesini fark edene dek. Heyecanım sönüyor. Fark etmem için kalın ve büyük harfle yazılmış. “Beni evlendirmemiz lazım.” diye şakalar yapıyor, üzerinde durmuyorum.
Sonra toplantı başlıyor ve “öğrenci velisi” adındaki o acayip evrene adım atmış oluyorum. Herkes en şık, en medeni hâlinde ve katılan çocukların da uslu durması tembihlenmiş. Çocukluğumun bayram ziyaretlerini hatırlıyorum.
Konuşmalar başlıyor. Öğretmenlerin üzerindeki yükü hissediyorum. Çok fazla şey yapmak, yaptıklarını yetişkinlerin anlayacağı dille aktarmak zorundalar. “Çizgi çalışması” diyorlar, bakakalabiliyoruz. Çocukların mutlu olması, iyi vakit geçirmesi, eğlenmesi yerine yaşıtlarından ileride olmasına epey kıymet veriliyor. Gayretler de bu yönde oluyor. Sanat öğretmenleri galiba en zor durumdakiler. Ortaya somut bir şey koymaları çok daha zor. Hâliyle mükemmel müsamereler bekleniyor onlardan. Bir ara müzik öğretmeni durup ebeveynlere ritim çalışması nedir anlatıyor, baktı anlamıyoruz uygulatıyor, o sıkıcı bulut biraz olsun dağılıyor.
Meğer çocuklar sıklıkla “ama çok özel bir çocuk” kontenjanındaymış, şaşırıyorum. Öğle yemeğinde yedikleri köfte sayısı, arkadaşlarının vurması büyük konularmış, öylece izliyorum. Hasta çocukların okula gönderilip mikrop saçmaması gerektiğini öğreniyorum. Yaramazlar, arkadaşını ısıranlar, biraz farklı olanlar herkes tarafından biliniyor. Lösemi hastası kızın okulda tek başına oturması gibi bir yaklaşımı hissediyorum. (Birkaç yıl önceydi, arkadaşları ve velileri bulaşıcı olduğunu düşündüğü için çocuklarını yanına oturtmadıkları lösemi hastası küçük kızın haberini izlemiştim.)
Aynı garipseme ve eksiklik duygusunu çocuklar için okul araştırırken de yaşadığımı hatırlıyorum. “Anaokulu Dosyası”, “Okul Seçimi Bitirme Tezi” gibi yazılara rastladığımda inanamamıştım. İnsanlar duvarların renginden, eğitim metodundaki tüm inceliklere çılgınca kafa yoruyordu. Bu çocukların herhangi bir çocuktan farkı neydi, tam olarak anlayamamayı eksiklik addettim. Herhalde benim göremediğim bir şey görüyor olmalıydılar. Benim daha ilkel dertlerim oldu, Waldorf mu Montessori mi yerine, saygı gördükleri sakin ve temel özelliklere sahip bir yeri tercih etmeye gayret ettim. İyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı ayırt edebilmelerini önemsedim.
Sanırım, şu dönem ebeveynler için, çocuklarının “sıradan birer ölümlü” olduğunu itiraf etmek en zor şey. Bütün o okul seçmek, oyun ablası seçmek, arkadaş seçmek gibi normallikten çok uzak telaşların altında bunun olduğunu düşünüyorum. Veli toplantısından çıkarken, tüm bunları gereğinden fazla ciddiye almamam gerektiğine bir kez daha emin oluyorum.