Yeğenim Max Ali eğer büyürken kendini manasızca dertli, mesnetsiz bir biçimde kederli hissederse nedenini öğrenmek için terapiye gitmesine gerek yok. Buraya yazıyorum işte: Muhtemelen bebekken onu uyutmak için söylediğim saçma şarkılar ruhuna bu toprakların sebepsiz kahrını akıtmıştır.
Belki yıllar sonra favorisinin “Neden saçların beyazlanmış arkadaş / Sana da benim gibi çektiren mi var” olduğunu bilmek ister diye de buraya yazıyorum. “Sürünüyorum”un Gülden Karaböcek yorumuna da bayılırdı, kan çekiyor nihayet! Kendisi ailemizin zaten sınırlı olan çocuk şarkıları repertuarını, kucakta yürütülerek ve şarkı söylenerek uyumaya alıştığı için tükettiğinden bu konuda beni suçlayamaz. Zira babası da olayların bir safhasında, beyefendi uyusun diye Jesus Christ Rock Opera’dan parçalar, hatta bir dönem İspanyolca devrimci marşlar söylemeye başlamıştı. Beş aylık bir bebek sabahın dördünde “Born to be wild” söylenerek uyutuluyor ve ikindi uykusuna da “Bir bakış baktın, kalbimi yaktın” ile dalıyorsa büyüdüğünde onun bir “deneysel yetişkin” olacağını söyleyebiliriz sanırım. Belirtmek isterim ki bu deneyselliğin kaynağı bizim bilimsel ihtiraslarımız değil çocuk şarkısı repertuarımızın darlığıdır. Ciddi milli meselelerimizden biridir bence. Şöyle ki…
Olaylar, Max Ali iki aylıkken “Ali Baba’nın Çiftliği”nden bütün aileye fenalık gelmesiyle başladı. Şarkının orijinalinde olmayan bazı hayvanları devreye soktuğumuz da bir gerçektir. Bir zebranın, bir zürafanın sesi için az mütalaa etmemişsizdir misal. Elimizde sınırlı sayıda şarkı var nihayet, efektif kullanmaya çalışıyoruz. Üçüncü aya gelindiğinde ise “Ku vak vak vak” terennüm etmekten hepimiz kusmak üzereydik. Öyle ki şarkının Zeki Müren yorumu bile bir ara gündeme geldiğini itiraf etmek isterim. Bir yerden sonra bebekler için yapılmış balina sesleriyle süslü müziksel mühimmat da tüketildi ve nihayet korkulan sona gelindi. Kendi çocukluğumuzun arkeolojik çalışmalarına -ki bir çocuk uyumamaya karar verdiğinde insan neler hatırlayabildiğine şaşıyor- girişildi ve ortaya o meşum şarkı çıktı:
“Bir küçücük aslancık varmış…”
Bu şarkıyı Max Ali’ye sanırım üçüncü söyleyişimdi ki durumun patolojisinin farkına vardım. Şarkı içler acısıydı. “Bir küçücük aslancık varmış / Babası onu pek çok severmiş” diye başlayıp anasının babasının çölde vurulmasıyla, dolayısıyla küçük aslancığın bir başına ortada kalmasıyla nihayetleniyor. Üstelik farkına vardım ki, şarkıyı annemizin bize söylediği gibi -teatral bütün yetenekleri kullanarak, ağlama taklidi yaparak filan- söylüyorum. İşte şarkıyı üçüncü söyleyişimdi ki, “Arkadaş ben manyak mıyım! Niye çocuğa böyle şarkılar söylüyorum?!” diye ayıldım. Max Ali’nin “Bir pantolon bir gömlek şibidibidip” ile eski kırkbeşlikler dönemine girişi o günlere rastlar. “Sürünüyorum” ve “Neden saçların beyazlanmış arkadaş” faslı ise bendeki kırkbeşlik repertuarının bitmesiyle mecburiyetten açıldı.
Bu “Bir küçücük aslancık” şarkısıyla kendi çocukluğumuzun karanlık bir döneminin de kapıları açıldı bendeniz için. Kemallettin Tuğcu’yu çok suçlamamak lazım. Ona gelene kadar bu küçücük aslancık bitirmişti işimizi. Arkasından düşündüm, bir de TRT çocuk korosu hadisesi vardı ki “altı gürgen üstü bulut” idi. 1980 darbesi bize, bu koroyla söylenen şarkıları verdi de sonraki Özal dönemi ne verdi? Hatırlayınız: Kayahan! “Pırr uçuverdi”! Susam Sokağı ve hâlâ beğeniyle dinlediğim “Edi’nin en sevdiği sayı” şarkısı bizden sonraki şanslı kuşağa rastlar. (Unutanlar için Edi’nin en sevdiği sayı 6’dır.) İlkokulda da “Atatürk’ün sevdiği şarkılar” diye bir dalga ile sıradan geçirilmiştik hatırlarsanız. Unutanlar için “Al topuklu beyaz kızlar” demek isterim…
Max Ali (yaklaşık 5 yaş) ve espritüel kardeşi Can Luka (yaklaşık 3 yaş) şu anda ABD’de beyzbol, kaya tırmanışı gibi ecnebi hobilerle meşguller. Umarım Max Ali “Sürünüyorum”un kederini üzerinden atmıştır şimdiye kadar. Üstelik şimdi çok takip ettikleri “müzikli hikâye anlatıcıları” var. Kardeşim, yani kahramanlarımızın babası İnan anlattı geçenlerde. Böyle çocuk kitabı yazarları varmış. Ellerine gitarlarını, çellolarını, artık ne müzik aleti çalıyorlarsa alıyorlar, kahvelerde filan müzikli hikâye anlatıyorlar. Bizimkiler de bunları pek seviyormuş efendim. “Ne güzel bir icat” dediydim ben de duyduğumda. Sonra İngiltere’de katıldığım Hay Edebiyat Festivali’nde gördüm. Hakikaten böyle bir endüstri var. Diyeceğim o ki sevgili anne-babalar -böyle bir ton tutturmak istemişimdir hep yazılarımda, kısmet bugüneymiş- niçün bizde böyle şeyler yok! Avrupa’nın ahlakını almayalım tamam, fakat niçün bu güzel gelenek bizde de başlatılmasın efendim! Düşünelim derim… Nereden baksan “Bir küçücük aslancık varmış…” ile zedelenmiş ruhlarımızın kahrını gelecek nesillere taşımak istemeyiz. Değil mi sevgili anne babalar?
“Bir küçücük aslancık”ı duyduğumda içim hala sızlar, nasıl derin bir acıysa o ufak aslanın yapayalnız kalmasının içimde yarattığı… 30 yıldır gitmemiş! Yalnızlık korkusu mu bürümüş o yıllarda içimi bilmem, “ay” gördüğümde, gözümü ayırmadan saatlerce izler ve ağlarmışım (hatırlıyorum da), “çok yalnız orada, hiç kimsesi yok” diye! Bir de kendi çapımda teselli verirmişim “seni her gördüğümde gözümü ayırmadan sana bakacağım, yanında olacağım” diye, gerzekçe fedakarlık huyumun oluşması da demekki o zamanlardan kalma…Daha sonra 7 yaşıma kadar anne-babamın ölmesinden deli gibi korktuğumu hatırlıyorum, bir küçücük aslancık, bir ay dede olacağım diye…Ya kimse şarkımı söylemezse, ya kimse gözünü ayırmadan bana bakmazsa, bir ben daha var mıdır bana karşı gerzekçe fedakar olarak yanımda olacak?
Ben korkarım bir çocuğun hafızasının gücünden, nasıl bir kuvvetle kazıdığını bildiğimden..
Biraz neşelenmek adına, 6 Büdü’nün sevdiği sayıydı ve dinleyip gülümsemek için http://www.youtube.com/watch?v=W4h_EHnLFEk
sevgilerimle…
Nerede olursanız biz sizi buluruz.
Hoş geldiniz hanımefendi.
Yazı yazmaya başladığınızı görünce ,yağmurlu Bodrum sabahım güneşle doldu.
En iyi dileklerimle.
oofff ya..sonunda karsılaştık.özlemişim yazını,seni..hoşgeldin.
Oh be…..Nihayet.Siz yazın biz kayıttayız.
Kitablarınızı okuyorum ve günlük yazılarınızı takip ediyorum.Aynı zaman da BirGün gazetesi okuruyum.Orada da sizi ve arkadaşlarınızı görmeyi çok istiyorum.
iyi ki varsın..
Altı aylık yiğenime bu şarkıyı söylerken bulduğumda kendimi ben de epey şaşırmadım değil. Sonra içimdeki ince sızıya bi anlam verebilmek için şarkıyı devam ettirdim. Ama en son “annesi onu pek çok severmiş” geliyor gerisi gelmiyor… Şimdi bu yazıyla aydınlanmış oldum:) Ama hala hüznüm geçmedi.
yeğenim minicik bir bebekken, “aslancık” şarkısının daha ilk nağmelerinde ağlamaya başlardı. (bağlantıyı çözene kadar bir süre deneme yaptık) sözlerini anlayamayacak kadar küçük olduğunu düşündüğüm için şarkının melodisinin de çok içli olduğuna kanaat getirmiştim. belki de gerçekten bilinçaltının aktarımı diye birşey vardır ve kendisinden önceki kuşakların trajedisiyle doğmuştur çocuk?
İçimize kazınan şarkılar deyince, “Orada bir köy var uzakta” gerçeğini de anmadan geçmemek lazım.
doğru söylüyosunuz çocuklarımızın bilinç altına bilerek yada bilmeyerek neler kodluyoruz haberimiz yok..şarkılarla yada anlattığımız masallarla ,kurduğumuz cümlelerle ooofof çocuk büyütmek çok zor çok ince iş keşke öğretmenler daha hassas olsalar bukonuda
twitter da az harfle sizi okumak zevk vermiyordu. Kavuştuk nihayet size. Çocuk yazısı bile olsa sizin keyfinize varmak ne güzel
Güzel yazı Ece Hanım teşekkürler.
Gene döktürmüşsün Ece Temelkuran.Kaleminin kokusunu özlemiştim.Şu sıralar kitaplarınla hemhal oluyordum.Hoşgeldin,ne iyi ettin de geldin:).http://youtu.be/tom1umgiL50
Pek güzel yazmışsınız, pek…
Nihayet uzun bir aradan sonra, yine ve yeniden size ve yazılarınıza kavuştuk…
Bu ülkeye dayanma gücünü sizden alıyorum. Yeniden merhaba.
merhaba ece hanım ,
iyiki varsınız ve iyiki cesursunuz……
Özlediğim bir sesi duymuş gibi oldum..Sağolasın Ece hanım..Devamı gelsin….Bloga beklerim..Selamlar..
ECE nereye biz oraya :))
istedigim tek sey ece temelkuranla karsilikli bi kacak cay icmek
Bir gün muammasını çözememişken,herşeye rağmen burada bile olsa yazınıza rastlamak büyük bir sürpriz oldu. İyi ki varsınız… Sevgiler,
Sana ve yazılarına kavuşmak iyi geldi bana.. Hoşgelmişsin..
kızım 5 yaşında… ben de şarkı bulmakta tükendiğimde söylerken buluverdim kendimi… hemen değiştirdim sözlerini… nasıl yediler bizi?.. sınıfça bağırarak ‘küçüğü çö-çölden kovmuşlar’ diye avazımız çıktığı kadar bağırdığımız günler geldi aklıma… neden kovmuşlar, neden… buraya çok takılmıştım… of yaa… sizin varlığınız her daim iyi geliyor bize sevgili Ece… severek takip edeceğim..
Küçükken ,eskici geldi hanım diye bir ses duyduğumda,kaçıp,sığınılacak bir yer arardım,korkutulmuştuk,sadece yaramazlık yaptın diye o ses sahibi kişilerin bohçalarının içinde kaçırılma tehlikesi buram buram işletilmişti en acılı haliyle körpecik yüreğimize,çocuktum,oyun arası korkularıma yenik bir hayatın arifesinde tanıştım bu duygu ile,sindi ve kaldı kokusu hala içimde,o günlerime döndüm,yine korktum,kaçtım kendime…eline ve yüreğine sağlık,Ece Temelkuran…
Sevinmiştik seni görünce ama devamı gelmedi yeni yazına bakmak için hergün bakıyorum ama yoksun yinemi gittin.
ece’yi okumak, insan işidir.
nasıl bilirdiniz diye sorarlarsa birgün,
insandı diyeceğim, insan..
canımdan bi parçasın.. geri dön.
sen susunca, kötüler seviniyor.
yemyeşil kırlarda bir yaaavru geyik varmış’ı unutmayalım. miniminicik miniminicik .. 🙁 ajitasyona olan aşırı tutkunluk, acı çekmeliyimmm modu evet bu altyapıdan .
Çok önemli bir noktaya deyinmişsiniz. Hatta keşke bu bir araştırma konusu olsa da karşılaştırmalı olarak başka ülkelerin çocuk şarkıları ve kültür arasında bağlantı kurulsa.
Yazınızı okurken aklıma yazdığım şu yazıdaki ilk karikatür aklıma geldi: http://bugunhayattannelerogrendim.blogspot.com.es/2012/06/karikaturlerde-egitimsel-ve-psikolojik.html
Sorun sadece şarkılarda değil, kültürümüz bir garibanlık, acıma kültürü. Geçmişte çocuk gelişimine önem verilmemiş olması gelecek nesillerin iyiliği için ciddi bir şekilde ele alınmalı…