Emrah Serbes diyor; “Babamın öldüğü gün birine aşık olmuştum, bazen öyle olur, her şey üstüste gelir.” Benim öyle olmadı ki… Hiç olmadı hem de! Tam bir sene sonra olanlar oldu…

Senin öldüğün gün, kışa yakışmayan bir sıcaklık vardı havada. Farkında olmuşsundur sen de. Ben o tuhaf sıcaklığın peşine düşmüştüm. Sanki yanlış yolda yürüyordum. Yanlış bir izin peşine düşmüş, yanlış sesleri, yanlış sözcüklerde duyuyordum. Dolayısıyla, bütün bu saçma sapan yanlışlıklar içerisinde, bir ton insanla çarpışıyordum. Sonra bir gün birine çarptım. Anlamadım. İnan hiç mi hiç anlamadım. Ne ara görmüştüm de, ne ara sevmiştim, ne ara aşık olmuştum? Ama oldu işte… Böyle, bana çok hissettirmeden merhem olmaya başladı. İyileştirici bir hızla geldi, girdi yaşadıklarımın tam ortasına…

Faydasız bir beklenti içine giriyor insan. Bunu ister istemez yapıyor. Ben de yaptım. Bir elekte elermişcesine herkesi eledikten sonra “ahan da tamam” dediğim anda senin yansımanı aldım, kırptım, çarptım, böldüm onun üstüne derme çatma bir şekilde yapıştırdım. Ağladım. Ağladığımı görünce o da anladı. Söyledi. Anladım.

Ne beyhude bir çaba!

Niye seni aramalıydım ki onda? Çok mu özlemiştim? Çok mu sen gibi bir insanla olmak isterdim? Doğrusu bu ya aslına bakarsan, seni sevmek, hiç de senin gibi bir insanla beraber olmak isteyeceğim anlamına gelmiyordu. Hem niye o anlama gelmeliydi ki? Niye babam gibi bir adamı sevmeliydim? O, annemin, şahsına münhasır bir tercihiydi. Annem kararını vermiş, babamdan çocuk bile yapmıştı. Ama ben, neden babam gibi bir adamı sevmeliydim? Kendime bir ikinci baba mı arıyordum? İşte tam bu noktada fena halde kafam karışıyordu. Üstelik kafamın karışıklarına bu sene çok uzayan saçlarım da dahil oluyordu. Her şey karmakarışık!

“Erken ölümler böyle yapıyor” dedim kendi kendime… Erken ölümler, insanı gölge kovalayan bir hayatın parçası haline getiriyor. Sürekli gölge kovalar hale geliyorsunuz. Otobüsteki adamın bıyıklarını, imzası kâğıtlardan taşmış adamın imzasını, tuhafça sigara içen adamı sigara dumanlarını… İşte bu adamların her birinde, yetmezmiş gibi bir de sevdiğiniz adamda sürekli, babanızı arıyorsunuz. Sonra yetiyor tabii… Yetiyor, gidiyor.
Kendime geliyorum babacık! ‘Ona da, sana da bunu yapmamalıyım’ın farkında varıyorum. Sen gittin. Sen gittin diye de, uyandığında sana benzemesi gerekmiyor kimsenin! Kimsenin yüreğinin seninki kadar yumuşacık minder kıvamında olması gerekmiyor. Anladım. Vazgeçtim. Bir gün birileri daha giderse, hiç kimse yine giden kişi gibi olmamalı. Hem ne gerek var buna?