Beyinle ilgili hastalıklar büyük bir artış eğiliminde. Kullanılan onca nöropsikiatrik ilaç da hastalıkları iyileştirmeye ve engellemeye yetmeyebiliyor. Nöroloji uzmanları giderek artan oranda beslenmeyle nöropsikiyatrik bozukluklar arasında ilişki görme eğilimindeler. Uz. Dr. Güçlü Ildız bu konuda radikal bir perspektif geliştirmiş durumda. Ildız’ın daha önce kendi web sitesinde yayınlanan yazısını dikkatinize sunuyoruz. 

Organik beynin tedavisi

Beyin organik yönden iyi durumda olması için doğal beslenmeli, düzenli spor yapmalı, toksik olan maddeler uzaklaştırılmalıdır.

Beslenme

İnsanlar tarafından bozulmamış doğal ortamlarında yaşayan hayvanlar insanlar kadar kronik hastalıklara yakalanmıyorlar ise sağlığımızı korumak için öncelikli hedef doğal beslenmek olmalıdır. Yemek istediğiniz besin maddesi doğada olduğu halde, işlenmemiş ise sorun yoktur. Bu amaçla meyve ve saf meyve ile hazırlanan ürünler dışında şekerli tüm besinler ile unlu ürünler diyetten çıkartılmalıdır.

Çocukluk döneminde edinilen beslenme alışkanlıkları, beyinde yer alan kazanç sisteminin gelişiminde ve bağımlılıkların oluşumunda önemli etkiye sahiptir. Örneğin şeker, beyin kazanç sistemi üzerine olan “artırıcı” etkisiyle beyin ön bölge duyarlılıklarını geçici olarak düzelterek rahatlatıcı etki verir. Bu özelliğiyle bağımlılığa neden olur. Diğer taraftan şeker, allostaz sistemini güçlendirici özelliğiyle de zararlı olur.

Tat­lı ih­ti­ya­cı­nı­zı do­ğal olan be­sin­ler­den kar­şı­la­yın. Tüm yaş ve ku­ru mey­ve­ler do­ğal­dır.

Do­ğal bes­len­me yön­te­mi; bit­ki­sel ağır­lık­lı, hay­van­sal yağ ve pro­te­in kat­kı­lı ol­ma­lı­dır. Et ürün­le­ri ya­nın­da mut­la­ka seb­ze ve ye­şil­lik­ler bu­lun­ma­lı­dır. Et tü­ke­ti­mi sı­nır­lı ol­ma­lı, bu­har­lı pi­şir­me yön­tem­le­ri ter­cih edil­me­li, pi­şi­rir­ken ya­kıl­ma­ma­lı­dır.

Doğada yağlar et ve sebze ile birlikte bulunur. Doğallık referans alındığında yağlar sebze ve et ile alındığında faydalı, unlu mamüller ve şeker ile alındığında zararlıdır.

Etin beyni uyarıcı, yağın rahatlatıcı etkisi vardır. Bu nedenle dengeli alınmalıdır. Her et yemeği yanında mutlaka sebze olmalıdır. Kuzu eti tercih edilmelidir.

Başta karabiber olmak üzere baharatların birçoğu beyin ön bölgesini uyararak doğal “doping” etkisi yapar.

Üzüntü, kızgınlık, yorgunluk gibi stresli durumlarda canınız ne yeyip içmek istiyor ise biliniz ki beyninizin düşmanı o’dur. Sıklıkla şeker, kahve ve sigara isteklerin başında gelir.

Süt

Her can­lı­nın sü­tü be­be­ği­ne özel­dir. Bu özel­lik, tü­rü­nün fark­lı ol­ma­sın­dan kay­nak­la­nır. İn­san için bu fark­lı­lık, üs­tün olan be­yin özel­lik­le­riy­le il­gi­li­dir.

Doğ­du­ğu­muz an­dan iti­ba­ren gı­da ola­rak al­dı­ğı­mız ilk be­sin, süt­tür. Do­ğal olan bu­dur. İn­san yav­ru­su en az 1 yıl an­ne sü­tü al­ma­lı­dır. İlk 6 ay su al­ma­dan sa­de­ce an­ne sü­tü ye­ter­li­dir. An­ne sü­tü içe­ri­ğin­de bu­lu­nan mad­de­ler, be­bek­le­rin be­yin ge­li­şi­mi için ge­rek­li­dir. Hay­van­la­rın süt­le­ri bu ih­ti­ya­cı kar­şı­la­ya­maz.

İnek sü­tü, pas­tö­ri­ze-ho­mo­je­ni­ze edi­le­rek mik­rop­lar­dan arın­dı­rıl­ma­sı amaç­la­nır. Bu iş­lem sı­ra­sın­da, sü­tün sin­di­ri­mi için ge­rek­li olan ki­mi mad­de­ler kay­bo­lur ve ya­rar­lı bak­te­ri­ler­de ölür. Her gı­da ürü­nü gi­bi süt de do­ğal ya­pı­sıy­la, bir bü­tün ha­lin­de alın­ma­lı­dır. Pas­tö­ri­ze edil­miş ve yağ içe­ri­ği azal­tıl­mış süt, do­ğal de­ğil­dir.

Pas­tö­ri­zas­yon iş­le­mi tüm bak­te­ri­le­ri öl­dü­re­mi­yor. Örneğin; Pa­ra­ti­fo B, bü­yük ve kü­çük­baş hay­van­lar­da yüzde 40 ora­nın­da bu­lu­nan bir mik­rop­tur (ba­sil). Hay­van­lar bu mik­ro­bu ta­şı­yor ve in­san­la­ra bu­laş­tı­rı­yor. Önem­li bu­laş­tır­ma yo­lu ise pas­tö­ri­ze olan süt­ler. ABD’nde her 100 süt ku­tu­su­nun 3’ün­de bu mik­ro­ba rast­lan­mış(1). Bu oran ül­ke ge­liş­me dü­ze­yi azal­dık­ça ar­tı­yor. ABD Ta­rım Ba­kan­lı­ğı ve­ri­le­rin­de, bu mik­rop ile hay­van­lar­da yüzde 22-40 ora­nın­da bir çe­şit bar­sak il­ti­ha­bı ge­liş­ti­ği, ay­nı tür il­ti­ha­bın in­san­lar­da gö­rü­len Kron (Chron) has­ta­lı­ğı­na eş­de­ğer ol­du­ğu­nu be­lir­ti­li­yor. Di­ğer bir ya­yın, pa­ra­ti­fo B en­fek­si­yo­nun Crohn has­ta­lı­ğı ile ya­kın il­gi­si ol­du­ğu­nu be­lir­ti­yor.(2)

Ço­cuk­la­rı­mı­zın içe­rek bü­yü­dü­ğü, te­mel be­sin mad­de­le­rin­den bi­ri ola­rak ka­bul edi­len ve pas­tö­ri­ze edil­di­ği hal­de has­ta­lık bu­laş­tı­ra­bi­len sütün; ömür bo­yun­ca sü­re­bi­len bar­sak en­fek­si­yo­nu­na ve be­yin has­ta­lı­ğı­na yol aç­ma ola­sı­lı­ğı bu­lu­nu­yor. Nö­ro­lo­ji bi­lim der­gi­sinde, pa­ra­ti­fo B en­fek­si­yo­nu­nun be­yin­de has­ta­lık­la­ra yol aça­bi­le­ce­ği ko­nu­sun­da bir ma­ka­le ya­yın­lan­mış­tı.(3)

Do­ğal or­ta­mın­da inek­ler, ye­şil bit­ki­ler yi­ye­rek bes­le­nir­ler. An­cak be­si çift­lik­le­rin­de ye­dik­le­ri be­sin­ler çoğunlukla ot de­ğil, hu­bu­bat­lar­dır. Ye­nen tek tip besin maddeleri; süt içe­ri­ği­ni de­ğiş­ti­rir, do­ğal­lı­ğı­nı bo­zar.

Süt üre­ti­mi­nin me­ka­nik ha­le gel­me­si, hay­van sağ­lı­ğı için kul­la­nı­lan ilaç­lar, süt üre­ti­mi­ni art­tı­ran hor­mon­lar, hay­van­la­rın bes­len­me tar­zı, dar alan­lar­da bes­len­me­le­ri so­nu­cu bu­la­şı­cı has­ta­lık­la­ra ko­lay ya­ka­lan­ma­la­rı ve bu­nu sü­te bu­laş­tır­ma­la­rı, pas­tö­ri­zas­yon iş­le­mi ve di­ğer iş­lem­ler, do­ğal ol­ma­sı ge­re­ken süt üre­tim zin­ci­ri­ni bo­zan hal­ka­lar­dır.

İnek sü­tü ile il­gi­li ya­pıl­mış bi­lim­sel ça­lış­ma so­nuç­la­rı­nı göz­den ge­çi­re­lim:

Sü­tün, aler­ji, as­tım, uy­ku bo­zuk­luk­la­rı ve mig­ren has­ta­lık­la­rı­nın ge­liş­me­sin­de önem­li ro­lü ola­bi­lir.(4,5)

Sü­tün; kan kay­bı, ço­cuk­lar­da şe­ker has­ta­lı­ğı, kalp has­ta­lık­la­rı, da­mar has­ta­lık­la­rı, ar­trit, böb­rek ta­şı, dep­res­yon, si­nir­li­lik ha­li oluş­ma­sın­da kat­kı­la­rı var­dır.(6)

Süt; ço­cuk­la­rın en az yüzde 50’sin­de gı­da aler­ji­si­ne ne­den olur. Ço­cuk­lar­da gö­rü­len aler­jik du­rum­lar­da sa­de­ce süt alı­mı­nın ke­sil­me­si ile be­lir­gin fay­da sağ­la­nır.(7)

Ha­zır ma­ma ile bes­le­nen be­bek­ler­de 3 ay için­de, vü­cu­dun sü­te kar­şı an­ti­kor üret­ti­ği gö­rül­müş.(8,9) (Vü­cut; süt ürün­le­ri içe­ren ma­ma­nın içe­ri­ğin­de bu­lu­nan ki­mi mad­de­le­ri, za­rar­lı ola­rak gö­rü­yor ve on­la­ra kar­şı an­ti­kor üre­ti­yor)

Yu­ka­rı­da yer alan ör­nek­ler aler­ji kö­ken­li has­ta­lık­lar için ve­ril­miş­tir. Sü­tün za­rar­la­rı­nı ko­nu eden bi­lim­sel ya­yın­lar, bir ki­tap oluş­tu­ra­cak ka­dar çok­tur.

Tab­lo’da, tü­ke­ti­len kal­si­yum­dan zen­gin süt pro­te­in­le­ri ile 55-64 yaş ara­sı ölüm oran­la­rı kar­şı­laş­tı­rı­lı­yor. Kal­si­yum­dan zen­gin süt pro­te­in­le­ri tüketim ora­nı art­tık­ça, ölüm hı­zı da ar­tı­yor (pey­nir ha­riç tu­tul­muş).

İş­le­nen, do­ğal özel­li­ği­ni kay­be­den; doğal yaşam alanı dışında yaşayan, doğal beslenmeyen ve hormon, ilaç gibi maddelere maruz kalan hayvanlardan elde edilen süt sağlıksızdır.

Tab­lo İlk sü­tun­da ül­ke­ler, 2.sü­tun­da ölüm hı­zı, 3. sü­tun­da tü­ke­ti­len süt ora­nı yer alı­yor.

Sütün sağlıksız yönü mikroorganizmalar tarafından adeta doğal ilaca dönüştürülüyor. Süt ne kadar sağlıklı ise ürünleri de o oranda sağlıklı. Süt yerine tereyağı, yoğurt, peynir gibi ürünlerini tüketmek daha akılcı olacaktır.

Su

İçer­di­ği eser ele­ment­ler ne­de­niy­le su­yun, vü­cu­du­mu­zun den­ge­si­ni ko­ru­ma­da önem­li ye­ri var­dır. Hem sağ­lık hem de has­ta­lık­la­rı ön­le­me açı­sın­dan su­da­ki mag­nez­yum içe­ri­ği kal­si­yu­ma eşit ol­ma­lı­dır (10). Ül­ke­miz­de sa­tı­lan ha­zır su­la­rın ço­ğun­da ne ya­zık ki bu ora­nı bul­mak ola­sı de­ğil­dir. Vü­cu­du­muz­da­ki mag­nez­yum’un ne ka­dar ol­du­ğu (kan­da­ki dü­ze­yi) de­ğil, kal­si­yu­ma ora­nı­nın ne ol­du­ğu önem­li­dir. (Mag­nez­yum vü­cu­du­muz­da kal­si­yum ile sü­rek­li ya­rış­ma ha­lin­de­dir. Bes­len­me ya da tıb­bi te­da­vi İle alı­mı ar­tan kal­si­yum, ko­les­te­rol ile bir­le­şe­rek da­mar tı­ka­nık­lı­ğı­na yol aç­mak­ta, be­yin­de bi­ri­ke­rek ya­pı­sı­nı bo­zu­cu et­ki­le­ri ol­mak­ta, ek­lem­ler­de bi­ri­ke­rek ki­reç­len­me­ye ne­den ol­mak­ta, böb­rek­te taş olu­şu­mu art­mak­ta, kas ger­gin­li­ği­ni art­tı­rıp ağ­rı­la­ra yol aç­mak­ta­dır) (11-16) Ya­pı­lan bir araş­tır­ma­da, gün­lük alı­mı kal­si­yum le­hi­ne olan Ku­zey Av­ru­pa ve Ye­ni Ze­lan­da da kalp kri­zi gö­rül­me ora­nı­nın, gün­lük alı­mı mag­nez­yum le­hi­ne olan Por­te­kiz ve Ja­pon­ya’ya gö­re çok da­ha faz­la ol­du­ğu sap­tan­mış­tır.

Dı­şa­rı­dan alı­na­cak mag­nez­yum des­te­ği bir­çok ya­kın­ma­nın ön­len­me­si­ne kat­kı sağ­la­ya­cak­tır. An­cak bu ko­nu­da da bir sı­kın­tı var­dır. Ki­mi mag­nez­yum ilaç­la­rı­nın, ya­pı­sı ne­de­niy­le mi­de ve bar­sak emi­li­mi kı­sıt­lı­dır. Bu ne­den­le alı­nan mag­nez­yum des­tek­le­ri ye­ter­siz gel­mek­te, he­kim­ler­de mag­nez­yu­ma kar­şı gü­ven­siz­lik oluş­mak­ta­dır. Mag­nez­yum ok­sit’in emi­li­mi çok az­dır. İde­al des­tek magnezyum oksit dışında diğer preparatlardan alınabilir.

Doğal ilaçlar ve beslenme destekleri

Adaptojenler, diğer bir değişle uyum sağlayıcı doğal maddeler; allostaz sistemini durdurmak, homeostaz sisteminin etkinliğini sağlamak için kullanılır. Her ülkenin kendi kültürel geçmişine bağlı olarak geliştirilen geleneksel tıbbi uygulamalarda, bitkilerin ve diğer doğal maddelerin faydaları yakınmalara göre sınıflandırılmıştır. Günümüzde allostaz tedavilerinde öngörülen bitkiler, kökeni ve biyolojik etkileri (antioksidan, norotropik, nitrik oksit, afrodizyak, fitosterol, oksilipin) yönünden sınıflandırılmaktadır. Uyum sağlayıcı doğal besin maddeleri genellikle birden çok biyolojik etkinlik gösterirler.

Örnek olarak verilebilecek kimi adaptojenler; alfa lipoik asit, vitaminler, koenzim Q10, ve kara üzüm çekirdeği; etkinliği kanıtlanmış uyum sağlayıcı özelliği olan doğal maddelerdir.

Koenzim Q10

Mitokondri, hücresel düzeyde enerji ihtiyacını karşılayan, hücre içi bir organdır. Mitokondri zarında, canlılarda evrensel bir enerji kaynağı olan ATP bulunur. ATP işlevi, vücudun genel çalışmasını düzenleyen nöroendokrin sisteminin çalışmasında ve hücre içi artığı olan serbest radikallerin uzaklaştırılmasında çok önemlidir. Hücresel solunumun yani oksijenin hücre içi kullanımında gene ATP gerekir. Ayrıca serbest yağ asitlerinin hücresel kullanımında ATP elzemdir.

L-karnitin, koenzim Q10, kreatin, karnosin, magnesyum ve vitaminler; ATP etkinliğinde görev alırlar. Bu maddelerin hastalığa (allostaz) ve yaşa bağlı olan azalmaları sonucu hücresel düzeyde bozulmalar meydana gelir.

Koenzim Q10; Et ve deniz ürünlerinde az oranda bulunur. ATP’nin yüzde 95 etkinliğinden sorumludur.

Sağlıklı hücreler, ihtiyaç duydukları koenzim Q-10’i kendileri üretirler. Bir çok kimyasal madde (ilaçlarda dahil olmak üzere, özellikle kolesterol düşürücü statinler), hastalık durumu ve yaşlanma; koenzim Q10 üretimini azaltır ve hücresel bozulmayı arttırırlar.

Son yıllarda dışarıdan beslenme desteği ile alınımı olanaklı olan koenzim Q10, modern yaşamın vazgeçilmez ihtiyacı olma yolundadır. Yüksek dozlarda bile alınımında bir sorun bulunmamaktadır.

Koenzim Q 10’un bilinen yararları (17-19):

1-Yaşlanmayı yavaşlatıcı etkisi vardır (Alzheimer ve Parkinson hastalıklarında önerilir)

2-Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir,

3-Kalp krizlerini ve aritmileri önlemekte etkisi vardır.

4-Antioksidasyon etkisi vitamin E’ye göre 50 kat fazladır.

5-Hastanede kalış süresini kısaltır.

6-Kalp ilaçlarından beta blokerlerin yan etkilerini büyük ölçüde ortadan kaldırır.

7-Diyabetli hastaların genel durumunu düzeltir. Komplikasyonları engeller.

8-Strese karşı etkilidir.

9-Uzun süre kullananlarda inme riskini azaltır.

Lipoik asit

Hücre içindeki kimyasal olayların hızını arttıran organik maddelerdir. Hücre yapı ve işlevlerinin bozulmasıyla ortaya çıkan bozuklukların düzeltilmesinde kullanılır. Özellikle şeker hastalığının sinirlerdeki hasarını önleyici etkisiyle ön plana çıkmıştır. Balık yağı ile birlikte Alzheimer hastalığına faydası olduğu (20,21), sinir hücresi koruyucu özelliği nedeniyle beyin çalışma duyarlılığına azaltıcı etkisi olabileceği (22,23), hatta kanserli hücre büyümesini durdurucu etkisinin olduğu bildirilmiştir.

C vi­ta­mi­ni (24-28)

Ki­mi hay­van­lar, ken­di C vi­ta­min­le­ri­ni vü­cut­la­rın­da ya­par­lar. İn­san­lar­da kan­da bu­lu­nan şe­ke­ri ka­ra­ci­ğer­de C vi­ta­mi­ni­ne dö­nüş­tü­ren en­zim sis­te­mi, gen mu­tas­yo­nu ne­de­niy­le bo­zul­muş­tur. Bu ne­den­le C vi­ta­mi­ni­ni dı­şa­rı­dan al­mak zo­run­da­yız.

An­cak, ba­sit şe­ke­rin ra­fi­ne edil­me­siy­le baş­la­yan do­ğa dı­şı bes­len­me bi­çi­mi, C vi­ta­mi­ni ih­ti­ya­cı­nı art­tır­mış; ar­tan ih­ti­ya­cı kar­şı­la­ya­cak oran­da alı­na­ma­ma­sı so­nu­cu, ki­mi has­ta­lık­la­rın ge­li­şi­mi­ni ko­lay­laş­tır­mış­tır. Si­ga­ra içil­me­si, faz­la gü­neş al­tın­da kal­ma, kul­la­nı­lan ilaç­lar, ço­cuk­la­rın bü­yü­me dö­nem­le­ri, has­ta­lık­lar ve ne­ka­hat dö­nem­le­ri, ha­mi­le­lik, al­er­ji ve vi­rüs en­fek­si­yon­la­rın­da C vi­ta­mi­ni ih­ti­ya­cı ar­tar.

Be­sin­ler­de bu­lu­nan C vi­ta­mi­ni, de­mi­rin vü­cu­da gir­me­si­ni ko­lay­laş­tı­rır. Kan­da he­mog­lo­bin dü­ze­yi dü­şük olan­lar ve dü­zen­li regl gö­ren ka­dın­la­rın C vi­ta­mi­ni­ne faz­la­dan ih­ti­yaç­la­rı var­dır.

C vi­ta­mi­ni yok­lu­ğun­da his­ta­min dü­ze­yi tah­mi­nen yüzde 40 ar­tar ve al­er­jik olay­la­rın ge­liş­me­si­ne yol açar.

C vi­ta­mi­ni su­da eri­yen ve vü­cut­ta de­po edi­le­me­yen bir mad­de­dir. Be­sin­ler­le alı­nan C vi­ta­mi­ni­nin vü­cut­ta ka­lış sü­re­si 1 sa­at­tir. Bu ne­den­le çok sık alın­ma­sı ge­re­kir. Ye­ter­siz doz­da ve en­der ola­rak alın­dı­ğın­da fay­da­sı ol­maz. Çok yük­sek doz­da alın­dı­ğın­da bi­le bir yan et­ki­si yok­tur.

Ki­mi hay­van­lar, ken­di C vi­ta­min­le­ri­ni ya­pa­maz­lar ama be­sin­le­rle or­ta­la­ma gün­lük 2000-5000 mg C vi­ta­mi­ni alırlar. İn­san­lar­da gö­rü­len ço­ğu has­ta­lık­la­rın do­ğal or­tam­da ya­şa­yan hay­van­lar­da gö­rül­me­me­si­nin bir ne­de­ni de C vi­ta­mi­ni­ eksikliği olabilir.

C vi­ta­mi­ni, ana kar­nın­da­ki be­bek­le­ri be­yin ha­sa­rın­dan ko­ru­yan fo­lik asi­di, ak­tif ürü­nü olan fo­li­nik asi­de dö­nüş­tü­rür. Fo­li­nik asit, be­yin yaş­lan­ma­sı­nı art­tı­ran ho­mo­sis­te­inin bey­ne za­rar ver­me­si­ni ön­ler.

Gün­lük or­ta­la­ma al­dı­ğı­mız C vi­ta­mi­ni 100 mg.’dır. Bu mik­ta­rın en az 600 mg ol­ma­sı ge­re­kir.

Son ça­lış­ma­lar, C vi­ta­mi­ni­nin da­mar sert­li­ği­ni ön­le­di­ği­ni, kalp ve be­yin da­mar te­da­vi­le­ri­nin C vi­ta­mi­ni ağır­lık­lı ol­ma­sı ge­rek­ti­ğini bil­di­ril­miş­tir.

Na­go­ya Üni­ver­si­te­si’n­de ya­pı­lan bir ça­lış­ma, 6 ay bo­yun­ca gün­de 600 mg C vi­ta­mi­ni alı­mı ile yük­sek tan­si­yo­nu olan 67-83 yaş ara­sın­da­ki in­san­la­rın tan­si­yon de­ğer­le­ri­nin 16-18 mm hg azal­dı­ğı bil­di­ril­miş­tir. Bu so­nuç­lar tan­si­yon dü­şü­rü­cü ilaç­lar­dan da­ha ba­şa­rı­lı­dır.

Vi­ta­min C ye­şil seb­ze ve ço­ğu mey­ve­ler­de bu­lun­mak­ta­dır. Bun­la­rı tü­ket­me­mi­ze rağ­men ye­ter­siz ka­la­bi­lir­ler. Çün­kü vü­cu­dun C vi­ta­mi­ni ih­ti­ya­cı art­mış­tır. İh­ti­ya­cı art­tı­ran asıl ne­den, do­ğal ol­ma­yan bes­len­me bi­çi­mi ve ya­şam ko­şul­la­rı­dır.

Kara üzüm çekirdeği

İçeriğinde bulunan proantosiyanidin maddesinin etkisiyle artmış allostaz etkisini azaltıcı özelliği bulunmaktadır. Kan basıncını düzenlediği, kolesterol düzeylerini normale döndürdüğü, kanı sulandırdığı, damar sertliğini önlediği bilinmektedir (29,30). Kara üzüm çekirdeği içinde bulunan diğer bir madde, polyphenol (resveratrol), kanser hücrelerinin gelişimini önlediği bildirilmiştir (31).

Kara üzüm çekirdeğinin antioksidan özelliği nedeniyle beyin duyarlılıkların düzeltmesi yönünden hücre fonksiyonlarını koruyucu etkisi vardır (32-35).

Son yıllarda giderek artan oranda beslenme desteği, adaptojen ya da herb adı altındaki ürünler piyasaya çıkmaktadır. Doğal ürünlerin en büyük sorunu dayanıklılıktır. İlaçlar gibi sabit yapıda olmadıklarından etkinlikleri kolayca azalabilir. Harvard Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmada Amerikan piyasasında yer alan ürünlerin etkinliklerinde önemli azalmalar saptanmıştır. Beslenme desteği ürünlerinin etkinlikleri, Sağlık Bakanlığı laboratuarlarında sadece ruhsat aşamasında değil, piyasadan rastgele alınacak örneklerin sürekli araştırılması gerekir.

Adaptojen maddelerin etkinlikleri ilaçlarla karşılaştırılamaz. Çünkü ilaçlar saflaştırılmış, doğal olmayan maddelerdir. Adaptojenlerin etkisi yavaş, uzun süreli ve kalıcıdır. Allostaz etkisiyle hastalığın bazen yıllar içinde geliştiği düşünülürse, adaptojen maddelerin etkilerini ilaçlar kadar hızlı beklememek gerekir.

Fosfatidil serin (36-38)

Beyin hücrelerinde şekerin kullanılmasını kolaylaştırıcı etkisi ve öğrenme, bellek işlevleri gibi önemli beyin işlevlerini düzenleyici özelliği olması nedeniyle önemi son yıllarda ortaya çıkan ve besin desteği olarak kullanılabilen doğal bir maddedir. Beyin anormal çalışma özelliklerini düzeltmek için kullanılan çeşitli hastalıklara (dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü, unutkanlıkla giden klinik durumlar vb.) etkili oluğu gösterilmiştir.

Ağır metal detox’u

Besin desteği maddeleri kullanarak vücudumuzdan ağır metalleri atabiliriz. Önerilebilecek ilk maddelerden biri asetilsistein’dir. Vücudumuzda da üretilebilen bu madde arsenik ve cıva için koruyucu etki sağlar. Et, yumurta gibi hayvansal ürünlerde bulunur. İlaç olarak alınacaksa birlikte mutlaka C vitamini de olmalıdır. İnsüline direnci ve barsak mantarının yayılmasını arttırıcı etkisi nedeniyle dikkatli kullanılmalıdır.

Ağır metaller için kullanılabilecek besin destekleri; E ve C vitamini, selenyum, lipoik asit ve diğer ürünlerdir.

EDTA

Damar yoluyla uygulanabilen EDTA’nın etkisi 2 ay içinde ortaya çıkar. Cıva dışında çoğu ağır metallere karşı etkilidir. EDTA’nın diğer bir özelliği, damar sertliğine neden olan kalsiyum’un damar plaklarından temizleyici özelliği olmasıdır. Kalp damarlarında oluşan kasılma sorunları(spazm) sonucu gelişen göğüs ağrıları, bacak damarlarının daralmasıyla gelişen yürüme ağrıları (kladikasyo), kanserden ölüm süresini uzatmak, bypas endikasyonlu hastalarda ameliyata gerek olmaksızın yakınmaların düzeltilmesi, hipertansiyon, geçici iskemik atak, damar tıkanmasına bağlı gelişen felçler; 50 yılı aşkın deneyimlerle EDTA tedavisinin başarılı sonuçlar aldığı örneklerdir (39-47).

Kelasyon “tıbbi temizlik” anlamına gelen bir ifadedir. 1900’lü yılların başından itibaren akut kurşun zehirlenmesi tedavisinde EDTA kullanılmaya başlanmıştı. Kronik kurşun zehirlenme belirtileri tedavilerinde uzun süreli kullanılırken özellikle damar tıkanmasıyla giden hastalıklarda faydalı olduğu görüldü. Bunun üzerine beyin, kalp ve periferik (bacak ve kol) damarlarda tıkanma ile görülen hastalıkların tedavilerinde de 1955 yılından itibaren kullanılmaya başlandı. 1960’lı yıllardan sonra bypass cerrahisinin ve stend uygulamaların gölgesinde kalan tıbbi detox, bir grup hekimin bu tedavi yöntemini bırakmaması sayesinde bu günlere geldi. Özellikle son yıllarda başta ABD olmak üzere dünya çapında hekimler tarafından tekrar uygulanmaya başlandı. 2009 yılı itibariyle ABD’nde Trial to Assess Chelation Therapy (TACT) adıyla 109 ayrı merkezin katıldığı bir çalışma sürdürülmektedir.

Bir çeşit aminoasit olan EDTA, serum içinde damar yolu ile haftada 1-3 kez, 3 saat süren seanslar halinde uygulanır. Detox (vücuttan ağır metal temizliği) amacıyla 10 seans, hastalıklar için 30 seans uygulanması gerekir.

EDTA tedavisinde damar plaklarında (ateroskleroz) biriken kalsiyum ile birlikte ağır metalleri ve serbest radikalleri bağlayarak çok kısa bir süre içinde idrar yolu ile atılır. 1 milyonu aşkın hasta tedavisinden elde edilen verilerle uygun süre ve dozda uygulandığında güvenli olduğu gösterilmiştir. Damar tıkanmasıyla giden hastalıklarda yüzde 87 oranında başarılı sonuçlar alındığı bilinmektedir. Dünya çapında 40 yıldan uzun sürede uygulanmaktadır. Halen ABD’nde yılda ortalama 66.000 hasta, 2000 hekim tarafından bu yöntemle tedavi edilmektedir.

DMSA

Özellikle civa üzerine kelasyon etkisi güçlüdür. Uzun süreli kullanımda dokular üzerine olumsuz etkisi olabilir. DMSA ile birlikte vücut için gerekli olan mineraller verilmelidir.

Zeolit

Volkanik kayaların yapısında bulunur. FDA tarafından zararsız olduğu rapor edilmiştir. Alınmaya başladıktan 5 gün sonra idrarda ağır metal atılımı başlar. Yan etkisi olmadığından uzun süreli kullanımı, genel koruma açısından, önerilebilir.

Açlık

Bedenin ihtiyacı olan enerjiyi besinlerle dışarıdan alıyoruz. Yetiştiğimiz toplumun tercihleri sıklıkla damak tadımızı belirliyor. Beyin ön bölgemizin duyarlılığı ölçüsünde alınan besin miktarı ve çeşidi belli oluyor. Beslenme esnasında önce beyin ön bölgesi uyarılıyor. Bu nedenle yemekten keyf alıyoruz. İştahı azaltan ilaçlar ve amfetamin, kokain gibi maddeler beyin ön bölgesini uyararak etki gösteriyor.

Duyarlılığı artmış beyin ön bölgesi, kişiyi yemek bağımlısı haline getirerek kilo artışına neden olabiliyor. Beden ve beyin, beslenme sırası ve sonrası 2 saat süresince mide ve barsaklara konsantre olduklarından performanslarında düşüklük oluşuyor. Doyma ölçüsüne paralel olarak beyin işlevlerinde azalma gelişiyor. Oysa açlıkta tam tersi gelişmeler gözleniyor.

Gün içinde oruç tutmak gibi kısa süreli açlık durumlarında beyin, depo ettiği şeker ile birlikte laktik asiti kullanır. Şekersiz kaldığında ise ana yakıtını, yağlardan gelen keton cisimlerini kullanır48. Ketojenik diyetin beyne olan faydalarını beslenme bölümünde söz etmiştik.

Açlık durumunda mideden ve pankreastan iştah açıcı özelliği olan ghrelin hormonu salınır. Bu hormon beyinde, hipotalamustan da salınarak beyin hücrelerini koruyucu (nörotropik) etki gösterir (49). Hipotalamus’ta serbest radikallerin birikimini önler (50). Beyin ön bölge işlevleri güçlendirir, çevreye uyumu ve öğrenme gücünü arttırır (51). Ghrelin verilen deney hayvanlarının depresyon gibi beyinden kaynaklı kimi hastalıklara karşı direnç geliştiği bildirilmiştir (52) Mideden ve pankreastan salınan ghrelin hormonu, açlıkta beyine geçerek etkisini gösterir (53) Ve, açlık durumunda beyin hücrelerinin plastisite (hücreler arası yeni bağlantıların oluşması) özelliği artar (54).

Doğal olan nedir? diye düşünüldüğünde depo yağlarının zor dönemler için var olduğunu ancak yaşadığımız yüzyılda depo yağlarına ihtiyaç olmadığını, aç kalınarak deponun harcanması gerektiği sonucu ortaya çıkabiliyor. Karışık diyet programları yerine daha basit bir yöntemin çok işe yaradığı biliniyor: uzun süreli açlık…

Beyin duyarlılıklarını azaltmak amacıyla düzenli açlık hali günlük ve günaşırı uygulanabilir. 2-3 günlük açlık peryodlarından 21 günlük sadece su içilerek yapılan uzun süreli açlık dönemlerinden faydalanılabilir. Şartlanmamız nedeniyle 21 gün aç kalmak olanaksız ya da anlamsız geliyor olabilir. Ancak bilimsel bulgularda isteyerek uygulanan 21 günlük açlık döneminin zararlı olduğu yönünde bir bilgi bulunmamaktadır. Üstelik yıllar boyu yemeden ve içmeden yaşayabilen Hint fakirlerinin çok sağlıklı olduğu bilinen bir gerçektir.

Kısa süreli açlık dönemlerinin verdiği sıkıntı nedeniyle kendilerini yemek yemek zorunda hisseden insanlar, açlığa vücutlarının alışık olmadığını ve bu nedenle sıkıntı çektiklerini düşünmezler. İnsanlar keyif veren beslenme alışkanlıklarını değiştirmek istemezler. Ancak karşılığı verilmeden ya da sıkıntı çekilmeden kazanılamayacağını bilmek gerekir.

Fiziksel egzersiz

Düzenli yapılan fiziksel egzersiz “beyni parlatır”.

Doğal ortamda, doğanın kurallarına uygun olarak yaşayan hayvanlarda kronik hastalıkların görülmemesinin nedenlerinden biride besinlerini ve can güvenliklerini sağlamak için çoğunlukla hareket halinde olmalarıdır. Diğer bir değişle besin maddesine ulaşmadan önce enerji harcanmalıdır. Doğanın kanunu budur. Teknolojik gelişimle bir­lik­te ge­len ha­re­ket az­lı­ğı ve be­sin mad­de­le­ri­ne ko­lay ula­şım; in­san­la­rı do­ğal olan ya­şam bi­çi­min­den uzak­laş­tır­mış, has­ta­lık­la­rın ge­li­şi­mi­ne kat­kı sağ­la­mış­tır.

• 50 ya­şın­da olan bir hastam yıl­lar­dır çek­ti­ği mig­ren ağ­rı­la­rın­dan dü­zen­li spor ya­pa­rak kur­tul­du­ğu­nu söy­lü­yor­du.-2 gün yü­rü­yü­şe çık­ma­sam san­ki ağ­rı­lar tek­rar ge­le­cek­miş gi­bi ba­şım­da ha­fif bir ağır­lık olu­şu­yor he­men yü­rü­me­ye baş­la­dı­ğım­da san­ki ye­ni­den do­ğu­yo­rum, di­yor­du.

• 85 ya­şın­da, Par­kin­son has­ta­sı. İlk ya­kın­ma­la­rı 25 yıl ön­ce baş­la­mış. Ha­len yü­rü­ye­bi­li­yor ve geç­mi­şi iyi ha­tır­lı­yor. Vü­cut du­ru­şu 25 yı­lık Parkinson has­tasın­dan bek­len­me­ye­cek ka­dar iyi. Bu yaş­ta ol­ma­sı­na ve bun­ca yıl sü­ren has­ta­lı­ğı­na rağ­men çok dinç gö­rün­me­si­nin bir ne­de­ni var. Has­tam, ya­şa­mı­nın 40 yı­lı­nı spor ya­pa­rak ge­çir­miş.

Doğal olan yemekten önce enerji harcamaktır. Bu nedenle ideal spor zamanı her sabah ve her akşam yemekten önce (bir miktar meyve yedikten sonra) yapılandır. Sa­bah kal­ka­ma­mak, ak­şam yor­gun ol­mak ma­ze­ret­le­ri­ne sı­ğın­ma­dan dü­zen­li spor yap­ma­ya bir an ön­ce baş­la­mak ve ya­şam bo­yu sür­dür­mek ge­re­kir.

Her­kes için en ko­lay olan eg­zer­siz, yü­rü­yüş­tür. Baş­lan­gıç­ta zor ge­le­bi­lir. Ba­cak­la­rı­nız, be­li­niz ağ­rı­ya­bi­lir, mi­de­niz ya­na­bi­lir an­cak sa­bır­lı olun. İlk haf­ta­larda ken­di­ni­zi faz­la yor­ma­yın. Ayak bi­le­ği bur­kul­ma­la­rı­na dik­kat edin. Gün­ler geç­tik­çe tem­po­nu­zu ve yü­rü­dü­ğü­nüz me­sa­fe­yi art­tı­rın. Ağ­rı ol­ma­dan ra­hat yü­rü­ye­bi­lir duruma gel­di­ği­niz­de, ha­zır ol­du­ğu­nu­zu his­set­ti­ği­niz za­man koş­ma­ya baş­la­ya­bi­lir­si­niz. İlk aylarda yü­rü­yüş ar­ka­da­şı­nın ol­ma­sı mo­ti­vas­yon açı­sın­dan faydalıdır.

Günlük düzenli yürüyüşlere başalamaya karar verdikten sonra, aldığınız bu kararı bir daha sorgulamayın. Örneğin, akşam yemeğinden 2-3 saat sonra yürüyüşe çıkın. Her akşam TV’nin karşısına hiç düşünmeden oturmayı bilen, her akşam aynı saatte hiç düşünmeden yürüyüşe çıkmayı da bilmelidir.

İde­al spor, bey­ni ça­lış­tı­ran spor­dur. Ma­sa te­ni­si oy­nar­ken sü­rek­li dik­ka­ti ver­mek ge­re­kir. Be­yin-be­den uyu­mu­nu güç­len­di­rir. Ola­nak var­sa, dü­zen­li bir bi­çim­de ma­sa te­ni­si oy­na­yın.

Sağlık durumu ne olursa olsun herkes spor yapabilir. Yoğum bakımda koma halinde olan hastalara bile pasif egzersizler yaptırılarak hareketli olmaları sağlanır. Önemli olan fiziksel değişime karar verebilmek ve sabırla uygulamaktır.

Bilimsel veriler:

Düzenli egzersizin beyin ön bölge çalışma özelliklerine olumlu etkisi vardır. (55,56)

Düzenli fiziksel egzersiz beyin ön bölgesinin plastisite özelliğini arttırır. (57,58)

Düzenli egzersiz ile hipokampal plastisite özelliği artar. (59)

Egzersiz sırasında düzeyi artan laktik asit’in antioksidan ve ağır metalleri uzaklaştırıcı etkisi vardır.(60)

Kaynaklar

1. J Fo­od Pro­tec­ti­on 68: 966-72, 2005

2. Inf­lam­ma­tory Bo­wel Di­se­ase 11:116-25, 2005

3. Ne­uro­logy 64:1047-51, 2005

4. Pe­di­at­rics 1989;84(4):595-603

5. Is­ra­el Jo­ur­nal of Me­di­cal Sci­en­ces 1983;19(9):806-809

6. Ju­lie Klot­ter, Town­send Me­di­cal Let­ter, May, 1995

7. Na­tu­ral He­alth, July, 1994, Nat­ha­ni­el Me­ad

8. A Pros­pec­ti­ve Study of Hu­mo­ral Im­mu­ne Res­pon­se to Cow Milk An­ti­gens in the First Ye­ar of Li­fe Pe­di­at­ric-Al­lergy-Im­mu­no­logy, Au­gust, 1994, 5(3)

9. Epi­de­mi­olo­gi­cal and Im­mu­no­lo­gi­cal As­pects of Cow’s Milk Pro­te­in Al­lergy and In­to­le­ran­ce in In­fancy.” Pe­di­at­ric-Al­lergy-Im­mu­no­logy, Au­gust, 1994, 5(5 Suppl.)

10. Mag­ne­si­um Re­se­arch 14:257-62, 2001

11. Mag­ne­si­um Tra­ce Ele­ments 1991-92; 10(2-4):136-41

12. An­nals Emer­gency Me­di­ci­ne 1994 Jul; 24(1):61-4

13. Ame­ri­can Jo­ur­nal Car­di­ology 1986 Apr 15; 57(11):956-9

14. Bri­tish Me­di­cal Jo­ur­nal 1996, 312: 1101

15. Ame­ri­can Jo­ur­nal Cli­ni­cal Nut­ri­ti­on 75: 550-54, March 2002

16. The Lan­cet 359: 1877-90, Ju­ne 1, 2002

17. Mol Biotechnol. 2007 Sep;37(1):31-7 Bioenergetic and antioxidant properties of coenzyme Q10: recent developments. Littarru GP, Tiano L

18. Mitochondrion. 2007 Jun;7 Suppl:S154-67 Coenzyme Q10 in cardiovascular disease Pepe S et al.

19. Pons R, De Vivo DC. Mitochondrial Disease, 1092-8480. 2001 May;3(3):271-288

20. Adv Drug Deliv Rev. 2008 Oct-Nov;60(13-14):1463-70Lipoic acid as an anti-inflammatory and neuroprotective treatment for Alzheimer’s diseasemaczurek A

21. Alpha-lipoic acid as a new treatment option for Alzheimer’s disease–a 48 months follow-up analysisj Neural Transm Suppl. 2007;(72):189-93Hager K,et al

22. Acetyl-L-carnitine and alpha-lipoic acid: possible neurotherapeutic agents for mood disordersexpert Opin Investig Drugs. 2008 Jun;17(6):827-43Soczynska JK,et al

23. Behav Brain Res. 2008 Mar 5;187(2):387-95Memory impairment, oxidative damage and apoptosis induced by space radiation: ameliorative potential of alpha-lipoic acidmanda K

24.. Me­di­cal Hypot­he­ses, Dec. 2006

25. Pro­ce­edings Na­ti­onal Aca­demy Sci­en­ces 97: 841-46, 2000

26. Mo­le­cu­lar Cel­lu­lar Bi­oc­he­mistry 285: 143-47, 2006

27. Arz­ne­imit­tel­fors­chung 56: 535-40, 2006

28. Pro­ce­edings Na­ti­onal Aca­demy Sci­en­ce,Vo­lu­me 103: pa­ge 10479 July 5, 2006

29. Molecular mechanisms of cardioprotection by a novel grape seed proanthocyanidin extract Mutat Res. 2003 Feb-Mar;523-524:87-97 Bagchi D et al

30. Grape seed and skin extracts inhibit platelet function and release of reactive oxygen intermediates Vitseva O J Cardiovasc Pharmacol. 2005 Oct;46(4):445-51

31. Grape seed extract proanthocyanidins downregulate HIV-1 entry coreceptors, CCR2b, CCR3 and CCR5 gene expression by normal peripheral blood mononuclear cells. Nair MP et al Biol Res. 2002;35(3-4):421-31

32. Neuroprotection by resveratrol against traumatic brain injury in ratsates omol Cell Biochem. 2007 Jan;294(1-2):137-44

33. Grape seed extract given three hours after injury suppresses lipid 230*peroxidation and reduces hypoxic-ischemic brain injury in neonatal ratspediatr Res. 2007 Mar;61(3):295-300Feng Y

34. Red wine antioxidants protect hippocampal neurons against ethanol-induced damage: a biochemical, morphological and behavioral studyneuroscience. 2007 Jun 8;146(4):1581-92Assunção M

35. Age-related oxidative protein damages in central nervous system of rats: modulatory role of grape seed extractbalu mınt J Dev Neurosci. 2005 Oct;23(6):501-7

36. Cell Corpse Engulfment Mediated by C. elegans Phosphatidylserine Receptor Through CED-5 and CED-12 Xiaochen Wang, et al. Science 28 November 2003: Vol. 302. no. 5650, pp. 1563 – 1566Reports

37.Phosphatidylserine reverses reserpine-induced amnesia. Alves CS et al. Eur J Pharmacol. 2000 Sep 15;404(1-2):161-7.

38. Oral administration of soybean lecithin transphosphatidylated phosphatidylserine improves memory impairment in aged rats. Suzuki S J Nutr. 2001 Nov;131(11):2951-6.

39. Olszewer E, Sabbag FC, Carter JP. A pilot double-blind study of sodium-magnesium EDTA in peripheral vascular disease. J Natl Med Assn. 1990;82(3):174-177.

40. Feldman EB: EDTA and angina pectoris. Drug Therapy. 1975 Mar:62.

41. Moel DI, Kuman K. Reversible nephrotoxic reactions to a combined 2, 3-dimercapto-1-propanol and calcium disodium ethylenediaminetetraacetic acid regimen in asymptomatic children with elevated blood levels. Pediatrics. 1982;70(2):259-262.

42. Cranton EM. Kidney effects of ethylene diamine tetraacetic acid (EDTA): a literature review. Journal of Advancement in Medicine. 1989;2(1&2):227-233.

43. Kitchell JR, Palmon F, Aytan N, et al. The treatment of coronary artery disease with disodium EDTA, a reappraisal. Am J Cardiol. 1963;11:501-506.

44. Cranton EM, Frackelton JP. Current status of EDTA chelation therapy in occlusive arterial disease. Journal of Advancement in Medicine. 1989;2(1&2):107-119.

45. Wissler RW: Principles of the pathogenesis of atherosclerosis. In: Braunwald E, ed. Heart Disease. Philadelphia, Pa: W. B. Saunders Co; 1980:1221-1236.

46. Guldager B, Jelnes R, Jorgensen SJ, et al. EDTA treatment of intermittent claudication–a double-blind, placebo-controlled study. Journal of Internal Medicine. 1992;231:261-267.

47. Chappell LT. Disputes author’s conclusions on effectiveness of EDTA chelation therapy. Alternative Therapies. Sep 1996;2(5):16-17

48. Ketone bodies as a fuel for the brain during starvation Oliver E. Owen Biochemistry and Molecular Biology Education Volume 33 Issue 4, Pages 246 – 251 2006

49. Mondal, M.S.,(2005). Identification of ghrelin and its receptor in neurons of the rat arcuate nucet al. Regul. Pept 126: 55–59

50. UCP2 mediates ghrelin’s action on NPY/agrp neurons by lowering free radicals Zane B. Andrews et al Nature 454, 846-851 2008

51. Hunger hormone tied to learning. The Scientist 2007

52. Lutter M, et al “The orexigenic hormone ghrelin defends against depressive symptoms of chronic stress”. J Nat Neurosci. 11: 752. 2007

53. Effects of triglycerides, obesity, and starvation on ghrelin transport across the blood-brain barrierpeptides. 2008 Jul 17Banks WA

54. Horm Behav. 2006 Nov;50(4):572-8Understanding eating disorderssödersten P, Bergh C, Zandian M.

55. Enhancing brain and cognitive function of older adults through fitness training. J Mol Neurosci. 2003;20(3):213-21 Kramer AF et al

56. fect of acute and chronic exercise on oxidant-antioxidant equilibrium in rat hippocampus, prefrontal cortex and striatum. Ilkay Aksu, Ayca Topcu, Ulas Mehmet Camsari, and Osman Acikgoz Neurosci Lett, September 18, 2008

57. Exercise Enhances Learning and Hippocampal Neurogenesis in Aged Mice The Journal of Neuroscience, September 21, 2005, 25(38):8680-8685 Henriette van Praag

58. Trends in Neurosciences Volume 25, Issue 6, 1 June 2002, Pages 295-301 Exercise: a behavioral intervention to enhance brain health and plasticity Carl W. Cotman, a and Nicole C. Berchtold

59. Capitalizing on cortical plasticity: influence of physical activity on Cognition and brain function Arthur F. Kramer and Kirk I. Erickson TRENDS in Cognitive Sciences Vol.11 No.8 2007

60. Bjorksten J. Possibilities and limitations of chelation as a means for life extension. Journal of Advancement in Medicine. 1989;2(1&2):77-88