Utanmak nedir Bacaksız?

Kimse bana bakmasındır.  Sonra utanmak çok gizli bir şeydir, tüm hızınla annenin bacaklarına sarılıvermektir… Kimse seni görmezse utanmalar geçer sanırsın. Yanakların ısınır biraz, avuçların terler, nefes alamaz gibi olursun ama bacaklarına sarıldığın annen, tamam geçti dediğinde hepsi geçer. Ya da kabahat işlediğinde bir daha yapmayacağına söz verirsin yine geçer.

Peki insan neden utanır? Hımmm sanırım altıma kaçırırsam utanırım, bir de insanlar benim konuşmalarıma ve hareketlerime bakıp gülerse diye ekledi. Ara sıra kekeler çünkü. Bir başkası kardeşimle kavga ettikten sonra biri bizi gördüyse utanırım dedi, özelliklede kardeşime tükürürken ya da tekme atarken yakalandıysam. Herkesin içinde şarkı söylemekten utanıyorum diyen de oldu, ayakkabılarını bağlayamadığı için utananlar da. Kakasını yaparken gözetlenmekten utananların çoğu popolarını kendi başlarına temizleyebilenlerdi. Yalan söylediğimi anlarlarsa utanırım dedi bir başkası. Neden yalan söylüyorsun dediğimdeyse söylemiyorum ki dedi sinirle. Eskimiş paltosundan, oturduğu evden utananlar da vardı, ama onları utandıranların sesi hiç çıkmadı. Çünkü onların bu soruya verecek cevapları yoktu. Evet ne yazık ki, utanmanın ne olduğunu bilmeyenler vardı, birde utanmayı kötü bir şey sananlar.

Fazladan çikolataları gizlice ağızlarına atanlar, soğuk suyu bir çırpıda bitirenler, günde iki defa dondurma yiyenler , sokaktan içeri girmeyenler hiç utanmadı ya, sanırım bunları fazlasıyla yapan biri olarak ben mutlu oldum…

Utançların en büyüğü gizli kalanlar, söylenmeyenler, görmezden gelinenler oluyor Bacaksız. Nasıl diyim, mesela bir halt ettin, ki insanız hepimiz ara sıra bir haltlar ederiz. Sakın ha, hiç bir şey olmamış gibi yapma. Yaşanmamış gibi yapsan da bir şey değişmeyecek ne yazık ki…Hem sadece senin biliyor olman nasılsa kimse bilmiyor demek olmayacak küçüğüm. Bazen insanın kendi bildiği tüm dünyanın bilmesine eş değer yükler katıyor omuzlarına… Biliyorsun zamanı geri alma şansımız yok ama hâlâ şansın varken yediğin halt her neyse onu düzeltebilirsin, onarabilirsin belki. Büyükler bunu yapamasa da, devletler bunu görmese de sen görmelisin.

Bazen bir başkasının yediği halt utandıracak seni. İşte o var ya en fecisi. Bunu kendin yapsan yerin dibine girersin, telafi etmek için kendini paralarsın. Ama bir bakarsın karşındaki pişkin mi pişkin… Sustun mu sende ortak olursun yaşananlara Sen ona utanmayı hatırlatana kadar susmayacaksın, zaten istesende başkası gelmez elinden. . Bir kere utanmışsın çünkü. Elindeki o ter soğumadan yeniden nefes alamazsın.

On yaşındaydım, senden ne çok büyük ne de fazla küçüktüm. Kocaman bir yangının içinde gördüm O’nu. Aziz Dedemi. Merdivenlerden aşağıya iniyordu. Aşağıda herkes ona küfrederken, ölmesini dilerken, üstüne bir şeyler atarken o sadece pencereye uzatılan bir merdivenden inmeye çalışıyordu. İtfayeciden dayak yiyene kadar izledim, sonrasına dayanamadım. Onca yıl geçti hala izleyemedim o görüntünün devamını. Çok düşündüm, en sevmediğim hatta nefret ettiğim bütün insanların listesini yaptım. Onları teker teker Madımak Oteli’ne yerleştirdim zihnimde. Kibriti çaktım, küfrümü ettim, geberin ulan diye bağırdım bile. Ama ne zaman o ateş harlandı, ne zaman şehri kapkara bulutlar sardı, çığlıklar başladı, pişman oldum. Ya ben ne yaptım böyle dedim, söndürdüm tüm ateşi, zihinde yanan ateşi söndürmek çok kolay çünkü. Tüm o nefret ettiğim insanları çıkardım ateşin içinden, gidin benden uzak durun yeter dedim. Ödüm koptu düşümü benden başka gören olmuş mudur diye. Diri diri yakmaya çalıştığımı benden başka bilen olmuş mudur diye?

Böyle bir şeydi utanç. Zihnimde; ölmeyen ama öldürmeye çalştığım için nefesimi kesen bir duygu.  2 temmuz’da Sivas’ta yanan ateş bazılarını böyle utandırıyordu işte. Günler, aylar yıllar geçse de geçmiyordu utanç. Yetkililer konuştukça büyüyen utanç, onlar hatırlayana kadar susmayacak olan vicdanlar, ne olursa olsun geçmeyecek sızı. Çocuksanız zorunludur utanmak, büyüdüyseniz ise kendiniz seçersiniz utancınızı. Susmak utanmayı unutmaktır bence. Sahi siz ne zaman büyüdünüz? Sivas’ta mı, 19 Aralık operasyonlarında mı, Uludere’de mi yoksa 2 poğaça ve 2 meyve suyu için 12.5 yıl hapis kararında mı? Lütfen kimse daha fazla büyümesin artık.

2 temmuz 1993’te olaylar sırasınca hiç orada olamayan Rıfat Ilgaz, yeryüzündeki tüm Bacaksız’ların, Aliş’lerin, İnek Şaban’ların, Damat Ferit’lerin, Güdük Necmi’lerin, Domdom’ların babası, dedesi, öğretmeni Rıfat Ilgaz, yaşadığı utanç ve acı sonucu katliamdan sadece beş gün sonra 7 temmuz 1993’te Madımak’tan havalanan turnaların yanına göç eder ardında onca çocuğunu bırakarak…  Nasıl gitmesin ki Rıfat Ilgaz, nasıl dayansın ki bu acıya?

O yangında merdivenlerden inen yetmiş sekiz yaşındaki o mücadeleci adam, Aziz Nesin, hem dostlarını hem Rıfat Ilgaz’ı çok bekletmez. “Ey yüreğimin onmaz acıları / Ey beynimin dinmez sancıları / Suç ne bende ne de sende / Suç seni karanlıklara gömenlerde / Ne de olsa yurttaşımsın / Kapalı olsa da bütün vicdan kapıları yüzüne / Bilmelisin bir yerin var canevimde…” der Sivas katliamını anlattığı bir şiirinde. Çok geçmeden iki sene sonra yine bir temmuz günü dilindeki samimiyetle, içtenliğiyle, mizahtaki ustalığıyla, öyküleriyle, şiirleriyle, acılarıyla vedalaşır… 6 temmuz 1995 günü Nesin Vakfı’nın bahçesinde defne olmak üzere karışır evrene.

Aziz Nesin sayısız kitap yazdı, hâlâ eserleri yabancı dillere en çok çevrilen dördüncü yazarımız. Öldürmek istediğimiz yazarımız. Bir gün öyle bir şey yazdı ki; tüm nefretleri, tüm savaşları bitirebilecek kadar etkili tek silahtı; “Ben de Çocuktum” Belki sırf o yüden hiç sevmedi O’nu savaş seviciler. Her okuduğumda aklıma Rakel Dink’i getiriyor artık Ben de Çocuktum. “Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiç bir şey yapılamaz”

Çocukları çok seven Aziz Nesin, 20 Aralık 1915’te Heybeliada’da başlayan çocukluk döneminin ilk on altı yılındaki anılarını anlatıyor bu kitabında. İlki 1979 yılında basılan Ben de Çocuktum Adam yayınları tarafından 2005 yılında yeniden yayımlandı. Duygu yüklü bu anılar bir çok anlamda yokluk içinde geçirilen bir çocukluğun tüm izlerini taşıyor. Okurken kendinizden çok şeyler bulacağınıza inandığım bu kitap hem okullu Bacaksız’lara hem de anne babalarına hitap ediyor. Özelliklede bacaksızlar tıpkı benim gibi ilk Aziz Nesin okumalarını bu kitapla yapabilir.  Seveceklerinden kuşkunuz olmasın. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bu adamın toplam 36 öyküden oluşan Ben de Çocuktum adlı eseri toplam 104 sayfadan oluşuyor.

“Çoğunluğun yoksul olduğu ülkede, yoksulluğun değil, varlıklılığın daha utanılası olduğunu yazarlığa başlayınca anladım.” diyen usta, sürekli ders çalış baskısından, bayram günleri harçlık almanın ayıp olduğuna, yoksulluktan utanmaya, anne ve babasının hayatlarına yaptığı gözlemlere,sokakta oynayan çocukları pencere arkasından izlemesine,  yasaklanan çocukluğuna, küçücükken bile kendini koca bir adam sanan tavırlarına, annesinin hastalığı ve kız kardeşinin erken ölümü gibi hayatında derin izler bırakan anılarını her zaman ki içtenliğiyle dile getiriyor. Tüm bu zor şartları dahi kendine has üslûbuyla anlatırken güldürmekten de vazgeçmiyor. Hani, 78 yaşındayken bir yangının ortasında dostlarını, canlarını kaybeden kendiside ölüme terk edilmek istenen, sopa yiyen, hakaret edilen, küfür edilen Aziz Nesin, bir zamanlar çocuk olan ve çocuk olduğunu unutmayan, unutanlara hatırlatan Aziz Nesin, tüm bu anılarını paylaştıktan sonra şöyle diyor; kitabınının sonunda; “Bu yollardan geçip gelen benim gibi birisi için, önüne açılan iki yol vardır: ya sınıf değiştirecek, ya bir üst sınıfa geçecek, üst sınıfın nimetleri, rahatı içinde kendinden memnun olacak, uyuşacak; yada çektiği acıları, kendisinden sonrakilerin çekmemesi için savaşacak, yani toplumcu olacak. Benim toplumcu, solcu oluşumun nedeni işte budur; toplumculuğum yaşamımın bir sonucudur. İnanıyorum ki Türk halkı ancak ve ancak toplumculukla kalkınır”

Rıfat Ilgaz der ki; “Dal kırılır, yaprak dökülür / Ölür mü acılara katlanmasını bilenler, / Direnenler tüm kırımlara karşı… / Ölmez sevgiden yana olanlar / Defneler ölmez!”

Bir defne ağacının gölgesinde okuyup, başta Aziz ve Rıfat dede olmak üzere tüm defnelere selam etmeniz dileğiyle…

Hamiş: Uzunçorap’ın en sevdiğim köşelerinden biri olan Sinema Dobişko uzun süredir tatilde galiba, Emrah Dönmez nerelerdesin? Hayır yazmayacaksan, Babaolmak.com blogunun yazarı Özgür Poyrazoğlu’nu ebeliyeceğim, sobeleyeceğim ulu orta?