Çalışmak için çok sık geldiğim sahildeki kafedeyim. Gelenler genelde orta yaş ve üstü çiftler gruplar. Bir de benim gibi bilgisayarını kapıp gelenler. Yerel ahali yani.

İki yan masada orta yaşlı bir hanım ve onun annesi var. Arada kadın annesine “Anne! Gazeteni okusana!” “Anne, of anne!” demekte. Annenin ne dediğini hiç duymuyorum. Kadın bağırmıyor, hafif sesini yükseltiyor; çünkü anne muhtemelen duymuyor. Bir de cümlelerinden önce, bir bezmişlik nefesi çıkıyor seslice.

Onların yan masasında Rus bir kadın oturuyor. Bebeğini pusette uyutmuş, kahvesini içiyor. Kadının “Annee Rusmuş Rus!” sesiyle anlıyoruz ki anne muhabbet etmeye çalışıyor. Kadın, Rus kadından mahcup bir şekilde özür diliyor. “Kusura bakmayın, duymuyor, sorduğunu da hatırlamıyor; kırk kere soruyor siz bakmayın ona.” diye. Bu açıklamayı birkaç defa yapıp aralarda “anne!” diyor; çünkü anne, arada “Nerelisin sen?” diye tekrar tekrar sormakta. Rus kadın “Rica ederim, hiç önemli değil, onun yaşına gelince bizim ne olacağımız belli mi, işte gülüyor, konuşuyor ne güzel, olsun.” filan diyor. Kadın açıklama yapıyor “İşte, hep evde oturuyor. İnsan görmüyor, 90 yaşına geldi. Hava güzel diye çıkarttım ama sizi de daralttı.” Rus tekrarlıyor “Hiç mühim değil, ben cevaplarım” falan filan.

Hafıza sorunu yaşayan bir tanıdığınız olduysa yabancı sahneler değildir. Neler olup bittiğini anlamışsınızdır. Ben seyrederken önce kadının tahammülsüzlüğüne çok sinir oldum, Rus kadın cevap verdikçe içime su serpildi ama sonra birer yıl arayla 90 küsurlarında ölen babaannemle onun kız kardeşi ve onlara bakan halam geldi aklıma, onlarla bir gün geçirmenin bile ne kadar zor olduğu ve aynı soruları kaç kere cevapladığımı… Sonra kendimi düşündüm İlyas’la bir başımıza evde geçen zamanları ve aynı soruları kaç kere cevapladığımı… Bir keresinde çentik atmıştım, İlyas konuşmadan evvel günde 250 kere filan çeşitli şeyleri gösterip “Bu?” diye soruyordu.

Aynı şeyi tekrar tekrar ve tekrar yapmak, yarın da aynı olacağını bilmek asap bozucu, yıpratıcı bir şey. İnsan kendini daha uyanırken baştan yenik hissediyor, akşam olsa da yatsak diye kalkıyor.

Birine bakmak zor şey. Sabır, tahammül istiyor her şeyden önce. Bir de baktığımız bir saksı çiçek olmadığı için davranışlarımız ve etkileri ile ilgili daha ayrıntılı hesaplar gerekiyor. Kırmamak, rencide etmemek, kişiliğini, varlığını yok saymamak gerekiyor.

Tüm bunları kolaylaştıracak en basit ve gerekli şey yalnız olmamak. Biz şehirliler yalnızız. Birbirine çok yakın oturan, çok yakın bir aileniz yoksa ve evde bakımını üstlenmeniz gereken biri varsa dımdızlak kalacağınız aşikar ve bu çok zor, yıpratıcı bir durum.

Birden çok çözüm olmalı elbette bu durumlarda, sesli düşünüyorum ne olabilir diye…

Mesela size yarenlik edecek insanlar bulamıyorsanız, kendinizi dışarı atmak. Dışarıdan kastım asla AVM değil elbette. Sokak, park, bahçe, sergi, müze, çarşı… Karşılaştığınız insanlarla, esnafla muhabbet etmek, yaptığınız şeyleri yanınızdaki kişiyi bebek ya da hafıza sorunu var diye yok saymadan onunla sohbet ederek paylaşmak.

Hava çok soğuk, yağmurlu diye ya da bakmanız gereken kişi fiziken evden çıkmaya müsait olmadığı için çıkamıyorsanız da eve mahkum gibi davranmamak, duvarların varlığını hissetmemeye çalışmak.

Nasıl?

Yapmanız gereken işleri evdeki kişi ile onun kapasitesi dahilinde paylaşmak. Bazen hatta çoğunlukla iş sizin yapacağınız süreden daha uzun sürecek ama hiç olmazsa sadece sizin işiniz olmaktan çıkacak, diğer kişi işe yaramış hissedecek ya da bir şey öğrenecek ve üzerine konuşacak bir konu çıkacak.

Müzik dinlemek. Aynı sıkıcı radyo kanalını dinleyerek değil tabii. İnternet radyolarını, aplikasyonları kurcalayarak. (Mesela Spotify başlı başına bir derya) Yeni bir şeyleri beraber keşfederek, eşlik ederek, dans ederek.

Kendinize günün kelimesi, bilgisi, yeri, yemeği gibi keşfedecek bir konu bulmak. Üzerine konuşmak, hayal kurmak, denemeler/aktiviteler yapmak…

El becerinizi kullanarak beraber yapabileceğiniz bir şey bulmak. Seramik, resim, kolaj, örgü, dikiş, mekanik, çiçek yetiştirmek…

Hatta bir de ne seçtiyseniz bunu düzenli yapıp, konuyu ve deneyimlerinizi aktaran bir blog tutarsanız gündelik işler dışında tutunacak bir dalınız, benzer işler yapan arkadaşlarınız, yeni bir sosyal alanınız olacak. Metin hep der ki, “Düzenli ve sebat göstererek yapılmış ve üzerine çalışılmış bir şey sen farkına varmadan herkesin ciddiye aldığı bir iş haline gelir.”

Sanırım içinde bulunduğunuz duruma ve bu durumlarda tek yol gibi görünen hayata teslim olmamak yapılacak şeyler için en iyi özet olmalı.