Hatırlatma
BİBOT’un açılımı, “Babalar İçin Bilimsel Olmayan Tavsiyeler”. Çocuklarının (Bade ve Barış) yetiştirilmesi sırasında bir babanın yaşadığı tecrübelerin aktarımı. Bu babanın tecrübesi 0-3 yaş çocuklarla sınırlı olduğu için şimdilik BİBOT’lar da 0-3 yaş babalara yönelik. (Annelik ayrı bir mevzuu. Kriterleri, kaygıları, duruşları, hormonları, duyguları, yetiştiriliş şekilleri ve hayata bakışları farklı. O yüzden BİBOT’lardan faydalanma özgürlükleri olmakla birlikte, BİBOT’lar, adı üzerinde babalara yönelik.)

BİBOT’ların bir özelliği de yine adı üzerinde tam bir “tecrübe paylaşımı” olması; yani uzmanlara danışılarak yazılmış değiller. Bu anlamıyla, iddiasız metinlerdir. Okuduklarınızı değerlendirirken bir adım geride durmanızda fayda var.

Tüm yazılarda, “sözü geçen minik insan”a SEMİ dedik. Kız olsun, erkek olsun yazılardaki çocuğun adı Semi.

İlk parti BİBOT’ta sekiz öneri sunmuştuk. İkinci bölümde de dört yeni BİBOT var. Bizim Semi’ler (Bade ve Barış) 17 Temmuz’da üçü bitiriyor. 0-3 yaş sona eriyor. Tecrübeler yaşandıkça, aktarımlar sürecek.

BİBOT 8
Ey güven, geldiysen üç defa masaya vur
Baba olmak zor zanaat. (Pek tabii anne olmak da.) Bir yanda özgüveni sağlam bireyler yetiştirme misyonu (isteği), diğer yanda koruma dürtüsü… Sarp kayalıklarda yürümeyi öğreteceğim derken uçuruma düşürmek riski de var, uçuruma düşmesin diye ağaca tırmanmaktan korkan bir Semi yaratmak da… Hay bin kuru köfte! Tabii bu arada özgüven aşılayacağım derken, asi bir Semi yaratmak kuşkusu da kuytuda beklemekte (bu iyi mi kötü mü tartışılır, o ayrı).

Sosyalleşsin ama yabancılarla arasındaki mesafeyi de güvenlik nedeniyle korusun. Şiddetten uzak dursun; ama şiddet karşısında da ışık görmüş tavşan gibi kalmasın. Hak yemesin, adil olsun ama salak durumuna düşüp hakkını da yedirmesin… Hepsini aynı anda sağlamak mümkün mü? 40’lara gelen bizler bu dengeyi tutturamamışken, tam da hakim olmadığımız bu konuda, üstelik hayata yeni başlamış Semi’ye nasıl anlatacağız vaziyeti? Hay bin sulu köfte!

Zor ama neden olmasın? En azından olduğu kadarıyla denemek lazım.

Gelin, örneklerle geçelim üzerinden. Cebine 100 TL koyup 3 yaşındaki Semi’yi alışverişe göndermeniz doğru olmayabilir ama mahalledeki fırına her yaklaştığınızda vereceğiniz 1 TL (hatta evden çıkarken, görev tanımını yapıp, parayı cebine koyabilirsiniz) ile açmasını ya da dondurmasını onun almasını sağlayabilirsiniz. Gider, derdini söyler, parasını verir, açmasını alır, teşekkür eder ve ayrılır. Ölçek farkı dışında market alışverişinden ne var bunun?

Bakkalınızın her defasında sarılıp, Semi’yi öpmesine izin vermemek sizin hakkınız ama her bakkala giriş ve çıkışta selamlaşmasını, kolay gelsin demesini ve teşekkür etmesini öğrenmeli Semi. (Bu arada, bakkal dahil, çevredeki esnafın ve yabancıların Semi’yle kurdukları ilişkide tüm söz hakkı sizde. Bu işin ayıbı yok. Kurallarınızı koyun. Bu işin nasıl olabileceğini de ayrı bir BİBOT maddesinde değerlendiririz.)

Yemek dolu sıcak tencereyi değil ama küçük boy salata tabağını yemek masasına taşımasını sağlayabilirsiniz. Dolu damacanayı mutfağa taşımak değil ama boş damacanayı kapıda bekleyen görevliye götürmek onun görevi olabilir pekala.

Salataya dökülecek tuzu (keşke tuzsuz yeseniz, o ayrı) ayarlayamayabilir ama limonu sıkmasında ya da sizin belirlediğiniz ölçüde sıkılmış limonu salataya dönmesinde ne sakınca var?

Mangal yakamayacağı ya da etleri, köfteleri pişiremeyeceği malum da sizin kontrolünüzde birkaç köfteyi çevirmesine niçin izin vermeyesiniz ki?

Ütü yaptıracak değilsiniz elbet ama ütülenmiş tişörtlerini, ütülerini bozma pahasına, odasına o götürmeli örneğin.

Banyonun kapısında, yerinden sökülmüş ve bir süredir ayağınıza takılan (Semi’nin de ayağına takılıyor) o fayans var ya… Niçin hazırladığınız alçı-çimento-yapıştırıcıyı Semi’nin de yardımıyla sürmüyorsunuz fayansın arkasına? Küçük bir malayı, düz bir yüzeye süremeyeceğini mi sanıyorsunuz?

Risk almayan kazanamaz
Hepsinde risk var, farkındayım. İyi de risk almayan başaramaz ki!

Sıcak tencere taşıtmak alınacak risk değil de salata devrilse ne olur? Ben alırım bu riski! Üstelik beraber temizleyip, birlikte yeni bir deneyim de yaşamış olursunuz. Mangalın başına oturtmanız kötü sonuçlar doğurabilir ama birkaç köfteyi çevirmesinin en büyük riski, birkaç köftenin heba olmasında öte ne olabilir ki? Üstelik köşedeki kedi de böyle bir şanssızlığın (şansın) hayalini kuruyor muhtemelen bir süredir.

Ay ay, yıl yıl dozunu artırdığınız bu deneyimler, ölçülü bir gelişimi; o da sağlıklı bir özgüveni getirecektir. En azından bu BİBOT’u özenle uygulayan ben (ve eşim) öyle umuyoruz.
Bazen inisiyatif kullanıp 1-2 saat geç uyuyabilir, bazen berbat bir seçimle kıyafetiyle alakasız renkte bir ayakkabı ya da  kışın ortasında güneş gözlüğüyle sokağa çıkmak isteyebilirler. Bir sınır belirleyin. Deneyimlerle kendi kendine oluşuyor zaten o sınır. İki taraf da o sınıra vakıf. Kural da basit: Sınır aşılırsa, baba kızar. (Baba da sınırı belirlerken acımasız olmamalı, o ayrı.)  Merkezde özgüven olan bu denklemde Semi’nin ekside kalıp “ürkek, güvensiz olması” ya da dozun aşırı kaçmasıyla “asileşmesi” riskinin belirdiği an da o koyacağınız sınır zaten. (Bu arada biraz asileşmekten kimseye zarar gelmez, değil mi?)

BİBOT 09
Ezberinizi bozun, ezberden uzak tutun
Okul biteli çok oldu, çocuklar da henüz okula başlamadı; diyeceğim o ki şu anki eğitim sistemi ile ilgili fikrim yok. Biz, ezberci eğitimden şikayet ederdik. Kafalarımız ilk okuldan üniversiteye kadar teorik bilgilerle dolduruldu. “Çay tabağında filizlenen fasulye”yi saymazsak, bu süreç içinde bahsi geçen mevzulara dair bir deneyim yaşamadık. (Lisede, kara tahtanın önüne sırayı çekip, sıranın üstünde namaz kıldıran din öğretmenimiz Yusuf Hoca’yı tenzih ederim. O da ayrı bir yazının konusu olmaya aday, acayip bir deneyimdi zaten.)

Oysa insan okuduğunu değil de gördüğünü, deneyimlediğini çok daha rahat öğreniyor; diğeri adı üzerinde ezber! Her ezber gibi de bir gün unutulup gitme riski büyük.
Semi henüz okula başlamamış olabilir, ama öğrenme sürecinin çoktan başladığı ortada. İşin kötüsü, bu “öğretme” sorumluluğunu paylaşacağınız öğretmenler henüz sahneye çıkmadığı için tüm sorumluluk sizin ve eşinizin omzunda.

Peki siz ne yapıyorsunuz? Bu eğitim-öğretim sürecinde hangi yöntemi uyguluyorsunuz? Ezber mi, deneyim mi? Ezberci eğitim, eğitimi veren için kolaydır. Bilgileri (kuralları) alt alta dizersin, karşındakinin de bunları ezberleyerek öğrenmesini (uygulamasını) beklersin. Uygulamalı, deneyimlere dayanan eğitim ise tam tersi, eğitimi veren için zor, alan içinse ilkine göre daha keyiflidir. Eğitimi veren daha fazla performans göstermeli, yaratıcılığını zorlamalıyken; eğitimi alan, aslında eğitim aldığını bile fark etmeyecektir çoğu zaman.

Örnek vaka 1:
Hedef:
Semi’ye sokağa çöp atmaması gerektiğini anlatmanız, öğretmeniz gerekiyor.

1.
Ezberci yol:
Caddede yürüyorsunuz. Semi, elindeki kağıt mendili yere attı. İster sert, ister yumuşak bir tonda bu yaptığının yanlış olduğunu söyleyip, çöpü yerden almasını ister; bir çöp kutusuna atmasını sağlarsınız.

Sonuç:
Tavrınız, kendi mizacı ve aranızdaki ilişkiyle bağlantılı olarak Semi sizi dinleyip, istediğinizi yapar ya da reddeder. Dediğinizi yapmış olduğunu var sayalım. Bir süre sonra benzer bir durumda, sahne birdaha tekrarlanır. Kimi Semi birkaç kerede, kimi ise çok kerede öğrenir ama sonuçta çoğu yere çöp atmaması gerektiğine ikna olur. Sonra bir gün, mesela siz yanında yokken yine yere çöp attığını öğrendiğinizde şaşırırsınız. “İyi ama ben ona öğretmiştim, niye böyle yaptı ki?”Öğrettiğiniz doğru ama didaktik bir yöntem seçtiniz. Semi, dediğinizi yaptı ama  “Çöpü niçin yere atmaması gerektiği’ konusunda kafasında soru işaretleri olması muhtemel. Sonuçta az önce bir adam Semi’nin gözü önünde sigara izmaritini yere attı; bakınköşede de bir mısır koçanı duruyor. Herkes bunu yaparken Semi niçin yapamasın ki?

2.
Uygulamacı yol:
Klasik yöntemle başlamanızda sakınca yok. Çöpleri yere atmamasını söyleyin, atarsa yerden almasını ve bir çöpe atmasını sağlayın. Fark, bu aşamadan sonra hissettirecek kendini. Bu eğitime başladıktan sonra, akşamüstü yürüyüşlerinizde çevrenize biraz daha dikkatle bakın. Elinde süpürgesi, üstünde iş elbisesiyle kaldırım temizliği yapan bir belediye işçisi arasın gözleriniz. İşte buldunuz! Sinirli, çok yorgun ya da mizacı itibariyle ters olmadığını hissettiğiniz biriyle karşılaştığınıza ikna olduğunuzda, Semi’yle birlikte kısa bir mola verin onun yanında. “Kolay gelsin”le başlayan sohbetinizde, Semi’ye onun kim olduğunu, ne iş yaptığını özetleyin. Büyük ihtimalle bu oyuna o işçi de katılacak, sokağa çöp atanlar yüzünden bugün ne kadar yorulduğunu anlatacaktır.

Sonuç:
Semi, o an itibariyle, belki de yaşam boyu, sokakları temizleyen o işçiyi hatırlayacak. Yere attığı çöpü temizleyen, bu yüzden yorulan o adamı… Artık, çöpünü yere niçin atmaması gerektiğinin fikri ve ahlaki bir temeli var. Ola ki bu yanlış yolu seçti ve elindeki çöpü yere attı… İnanın, vicdanen rahatsız olacak, o işçiye borçlu hissedecektir kendini.
Bir örnek vaka verdik. Çoğaltmak mümkün.

Semi, odanı topla çünkü aradığımızı bulmak için bu gerekli. (Siz de toplamayın iki gün, aradığı kıyafeti – oyuncağı bulamasın.)

Semi, sopayı yere vurma çünkü alt kattaki Yadigar Teyze rahatsız olacak. (Annesiyle birlikte alt kata yollayın, siz de yukarıdan aynı sopayı çok daha şiddetle yere vurun. Nasıl ses gittiğini görsün.)

Semi, arabanın kapısıyla oynama çünkü tehlikeli, parmağın sıkışabilir. (Küçük bir sopayı kapının arasına koyup, kapatın kapıyı. Sopanın halini gördüğünde….. Durun, bu psikopatça oldu galiba?! Ben uyguladım, o ayrı.)

Sözün özü: “Ezberletmeyin. Gösterin. Bırakın deneyimlesin, anlasın, özümsesin. Böylesi daha sağlıklı ve kalıcı olacaktır.

BİBOT 10
Karınca olun, ateş böceği değil
Semi’nin doğduğu gün, eşinizle birlikte hayatınızın en uzun vadeli anlaşmasını imzaladınız. Adil bir anlaşma olup olmadığı da tartışmalı. Sonuçta genellikle veren siz olacaksınız. Olsun. Adil olacağını kim söyledi ki? Biz memnunuz.

Bu girizgahın nedeni, Semi ile ilişkinizin ve babalığınızın uzun süreceğine dair bir hatırlatma ihtiyacıydı. Uzun vadeli her anlaşmanın(ilişkinin)dezavantajları bir yana, en önemli avantajı, uzun vadeli planlar yapabilme şansını tanımasıdır. Kirada oturduğunuz bir evin bahçesine dut ağacı dikmeyi düşünmezsiniz belki; oysa bahçe sizinse torunlarınızın o ağaca tırmandığı hayali eşliğinde, farklı duygularla verirsiniz ağacın ilk can suyunu…

Etkileri tüm yaşamı kapsasa da genellikle bugüne dair BİBOT’lar okudunuz şu ana kadar. Oysa Semi büyüdükçe yeni boyutlar kazanacak ilişkiniz. Dememiz odur ki sadece bugünü yaşamayın, yarını da düşünün. Yarın babalık rolünüzün hakkını vermek adına ihtiyacınız olabilecek hamlelere dair temelleri bugünden atın. “Bankaya her ay şu kadar para koyun”, “Bir kooperatif evine girin” falan demiyorum, yanlış anlamayın. (Hoş, eminim o da lazım da bu babadan öyle BİBOT çıkmaz, kusura bakmayın.)

Örnek vaka 1:
Bugün sokağa çöp atmaması gerektiğini öğretmeye çalışıyorsunuz ya, kısa süre sonra “geri dönüşüm” ve dolayısıyla “çöp ayrıştırması”ndan bahsedeceğiniz günler gelecek. O gün geldiğinde Semi’nin mevzuyu daha iyi ve kolayca anlamasını, daha da ötesi özümsemesini sağlamak elinizde.

İki yıl sonra hâlâ ulaşabileceğinize emin olduğunuz bir bahçe bulun. Köyünüz de olabilir, semtinizdeki parkın bir köşesi de. Seçeceğiniz “çöpleri”, not alacağınız defteri ve o anı belgeleyeceğiniz fotoğraf makinesi ya da kamerayı yanınıza alıp yola çıkın. Bugün tam olarak anlayamayacak olsa da “geri dönüşüm”den bahsedin ona. Sonra da operasyona başlayın. Tekrar gittiğinizde bulacağınıza emin olduğunuz bir yere pet şişe, cam şişe, meyve artığı, tahta ve bir metal (belki pil) gömün.
Şimdi bekleme zamanı.

Size söz, BİBOT devam ediyor olursa, altı ayda bir hatırlatacağız size. Zaman geçtikçe okul-çevre-aile yönlendirmeleriyle geri dönüşüm ve çöp ayrışması hakkında daha fazla fikri olan ama kafasında mevzuyu tam şekillendiremeyen Semi için çok önemli bir gün olacak. Operasyonun ilk gününe dair fotoğraf ya da görüntüleri saklamayı başarabildiyseniz önce onları hatırlayın, hatırlatın. Günün sonunda “bir zamanlar gömülen bir şeyin izini sürmek” gibi gizemli bir deneyimi birlikte yaşayacak olmanız bir yana, Semi geri dönüşüm kavramını tamamen çözmüş olacak. Kaybolan elmanın çöpü ya da kaybolmaya yüz tutan tahta mı şaşırtır onu yoksa orada mıh gibi duran şişeler ya da pil mi bize yazarsınız… Mutlaka bu son deneyimi de belgelemeyi unutmayın. Bu arada muhtemelen, artık büyümüş ve okula başlamış Semi için muhteşem bir proje-ödev faslını da atlatmış olacaksınız bu sayede.
Örnekleri çoğaltmak yine mümkün.

Diş fırçalarken açık bırakılan suyu bir kapta toplayıp ya da sifonun her çekilişinde giden suyu hesaplayıp ufak bir denklemle boşa harcanan su miktarını bulabilirsiniz. Tersinden hareketle, her diş fırçalamada “tasarruf ettiğiniz” su miktarını, banyoda tutacağınız bir not defterine kaydedin. Bir hafta, bir ay, bir yıl sonra gösterdiği özenle ne kadar su tasarrufu yaptığını görmek ona iyi gelecektir. Hatta bir ödülü hak etmiş olduğu da ortada.

BİBOT 11
Ayna ayna söyle bana
Hayalinizde bir Semi var. Kimi Semi’sini kolalı beyaz yakaları ve elinde James Bond çantasıyla (hala var mı o çantalardan?) düşlüyordur, kimi de kot tişört, sırtında gitarıyla… Bir de Semi üzerinden kurduğu hiçbir hayal olmadığını, onun seçimlerinde sınırsız özgür olduğunu söyleyen anne babalar var ki… En kibar şekliyle söyleyeyim: “Yemeyin beni!” Kendinizi de kimseyi de kandırmayın; bu mümkün değil. Unutmayın, önüne hiçbir seçenek koymamak ve onu sınırsız özgür bırakmak da aslında hayatına bir başka açıdan müdahale etmek değil mi? Demem o ki ne kadar çok isterseniz isteyin, Semi’nin olumlu ya da olumsuz anlamda sizden etkilenmemesi gibi bir ihtimal yok. Rio de Janeiro’daki Reedemer (Kurtarıcı İsa) Heykeli gibi hayatının ortasında dikilip de sizi “görmemesini” beklemek, safdillik değil de ne?

Uyandığınız andan itibaren bir rol model olarak performansa başlıyorsunuz aslında. Bunun için de ekstra bir çaba göstermenize gerek yok. Her sabah ilk karşılaşmanızda “Günaydın” deyip, onu öpüyorsanız kısa süre sonra o da bu alışkanlığı sürdürecektir. Suratsız bir halde kalkıp, sabahın köründe TV’yi açıyorsanız, ona da başka bir yol bırakmıyorsunuz demektir.
Örnekleri çoğaltmak mümkün…. Sürekli maç izleyen, bu sırada da uç tepkiler veren babaya bakan Semi (hele erkekse) iki yoldan birini seçecektir. Formayı sırtına geçirip, hırsla maç izleyen, üç dört yaşında bir takımın tüm kadrosunu sayabilen, rakip renklere dayanamayan biri olması bir seçenek… Babasının hali korkutucu düzeydeyse, futboldan soğuyup, bu oyunu (ve taraftarlığı) hayatından çıkarması da diğer seçenek. İmza: Baba. Evet, hangisi olduysa da sorumlusu zati alinizdir.

Üç, iki, bir… Semi kayıtta!
Mutfağa girip yemek yapan, yemek masasını toplayan baba ve Semi’yi düşünün (Ya da tam tersini)… Kitap, dergi, gazete okuyan baba ve Semi’yi düşünün (Ya da tam tersini)… Mahalledeki esnafla, taksideki şoförle, meyhanedeki garsonla adil, samimi ilişkiler kuran baba ve Semi’yi düşünün (Ya da tam tersini)… Akşam namazını kılıp, sonrasında Kuran okuyan ya da Pazar sabahları özenle hazırlanıp, kiliseye giden baba ve Semi’yi düşünün (Ya da tam tersini)… Uzadıkça uzar. Semi ya size benzemeye çalışacak ya da sizin tavrınızla bağlantılı olarak tepki gösterip tamamen tersiniz yönde ilerleyecek; kısacası, isteseniz de istemeseniz de önünde olumlu ya da olumsuz sonuçlar doğurmaya muktedir bir rol modelsiniz. Kendinizden memnunsanız, hayata doğru pencereden baktığınıza inanıyorsanız bildiğiniz gibi devam edin. Defolarınız varsa ve bu defolardan şikayetçiyseniz onları düzeltmeye, en azından azaltmaya; onu da beceremiyorsanız Semi’yle birlikteyken saklamaya çalışın.

Bu denklem içinde dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta var: Hayatta kendi başaramadığınız hedefleri, ikinci bir şans elde etiğiniz yanılgısına kapılıp, Semi üzerinden gerçekleştirmeye kalkmayın. İşin paradoksal ve ironik kısmı da cabası: Unutmayın, onun rol modeli sizsiniz ve DNA’larının önemli bir bölümü de sizden transfer. Sizin beceremediğiniz bir hedefi, (istememesi bir yana) onun da gerçekleştirememesi büyük ihtimal.