Henüz genç bir kadınken tehlikeli bir meme kanserinden, yine tehlikeli ve radikal bir ameliyatla kurtulan Sontag, yaklaşık 30 yıl boyunca her an yeniden bu illete tutulma riskiyle yaşadı. Onca sene hastalığından, bedeninden, hastanelerden, doktorlardan öğrenmeye devam etti, çünkü öğrenmek onun için temel bir insan tecrübesiydi. Her tedavinin bir sonraki hastalığı hazırladığı uzun bir zaman… Pek çok insanı hayattan bezdirebilecek bu uzun mücadele sürecinin, Sontag’ı hayata bağlayan şeylerden biri olduğunu öğrenmek o kadar da şaşırtıcı değil.

Sontag’ın oğlu David Rieff, son aylarını anlattığı hatıratında annesinin hangi vesilelerle hayata bu kadar tutunabildiğini anlatıyor. Kitabın adı Ölüm Denizinde Yüzmek (Agora, çev: Pınar Savaş).

Annesinin ölmek istemediğini, ölüme bu kadar yaklaşmanın Sontag’ın “kendisinin özel olduğuna dair inancını” sekteye uğrattığını söylüyor Rieff. Hastanelerde, doktorların karşısında, internet sitelerinde, tıp kitaplarında onu hayatta tutabilecek tek bir umut için geçirdiği saatleri, ölümüne neden olan kan kanseriyle mücadele etmekten vazgeçmeyişini, onca bedensel acıya rağmen inatla yaşama tutunduğu için akli melekelerini kaybetmediğini öykülendiriyor. Sontag’ın ömrünü uzatabilecekleri umuduyla yeni projeler, yeni kitaplar tasarladığını aktarıyor…

Bir de bütün bunlar karşısında Sontag gibi bir annenin oğlu olarak kendi yaşadığı çaresizliği dillendiriyor. Sontag öylesine bir figür ki, oğul David’in çaresizliği onun hayatta kalma şevkinin gölgesinde kalıyor: “Dünyaya aşk duyan biriyle –annem… sadece var olmaktan bile mutluydu- duymayan biri arasında böyle bir sonuç ortaya çıkması uygundur. Annemin benim hiçbir şekilde yapamadığım ve yapamayacağım biçimde dünyanın tadını çıkardığı ve onu kullandığı apaçık ortada.”

David Rieff, hatıratında Sontag gibi biriyle karşı karşıya geldiklerinde karakterleri daha da belirginleşen tıbbı, hastaneleri, doktorları da sorguluyor doğal olarak. Doktorların sahip olduğu uzmanlık bilgisi ile Sontag’ın sahip olduğu türden hayat bilgisi arasındaki uçurumu varlığının her zerresi şüpheden ve çaresizlikten sızlayarak geçmek zorunda kaldığı çok açık:

“Belki de …kendi hesabıma annemin ölümünü biraz da olsa kendi kontrolünde giden bir şeye dönüştürme çabamın bir faydası yoktur… Olan biteni genlerindeki bozukluğa ya da ömrünü uzatmak için bedenine pompaladıkları zehrin ertelenmiş etkisine bağlamak, psişesindeki muhtemel bir bozukluğa bağlamaktan daha kolay… Oysa annemi kayıtsız genlerindeki bozukluğun kurbanı olarak görmektense, onun intihar ettiğini düşünmek daha rahatlatıcı olurdu.”

Sontag gibi var olma sorumluluğunu her cümlesinde size hatırlatan bir yazarın okuru olmak bile hiç kolay değilken, oğlu olmanın zorluğunu anlamak neredeyse imkânsız. Ama kim olursa olsun insanlar sevdiklerinin arzu edilmeyen ölümü karşısında benzer tepkiler gösteriyorlar. Rieff, yasını annesinin okurlarıyla paylaşarak ona karşı son görevini yerine getiriyor. Onun anılarında ölümle arasındaki mahrem ilişkisine tanıklık ettiğimiz Sontag, oğlunun cümleleri aracılığıyla bu defa hayata sahip çıkmayı öğretiyor…