Baba-oğul niçin delice çatışır da sonra babanın gidişiyle birlikte oğul babaya benzemeye başlar? Bu ne yaman çelişkidir? Bir formülü var mıdır acaba? Babalar Günü vesilesiyle gelin deneyelim formüle etmeyi.
Kimi film, yönetmeninin tercihine göre erkenden ele verir hikâyenin özünü; bazısı son ana kadar gizemini korur ve hatta yönetmeni özellikle finalde izleyiciyi şaşırtmayı sever. Az sonra anlatacağımız film, garip bir şekilde her iki özelliği de bünyesinde taşıyor. Bir yanıyla, sonu daha ilk sahneden belli; diğer yanıyla ise finalinde büyük bir sürpriz barındırıyor. Bu arada, filmin bir döngü içinde hiç bitmiyor oluşu nedeniyle, gerçek bir final de izleyemiyor izleyici; final sandığı her sahne aslında döngünün yeni bir kırılma noktası; yani yeni bir hikâyenin başlangıcı.
İlk bakışta paralel kurguyla anlatılmış iki ‘ayrı’ hikâyeden oluşuyor gibi görünse de aslında iki karakterin gözünden anlatılan tek bir hikâye var ortada. İşin garibi, bu iki karakterle de sınırlı değil kahramanlar. Bir karakter ayrılırken, yeni bir karakter katılıyor hikâyeye. Bu böyle devam ediyor.
A ve B karakterleriyle başlasın hikâye… A, baba olsun; B de oğul. Zaman geçiyor, A hikâyeden ayrılırken B, onun rolünü üstlenip baba oluyor. Bu sırada C giriyor hikâyeye. Yeni çatışma, dünün çocuğu-bugünün babası B ile yeni çocuk C arasında yaşanmaya başlıyor. Düne kadar A’nın her hareketine karşı olan B, gittikçe A’laşırken, yeni karakter C, B’ye tepki duyuyor. Aslında C’nin yaşamını daha önce deneyimlemiş olmasına karşın, B’nin tavrı onu anlamaktan ziyade, bir zamanlar karşı olduğu A’nın düşüncelerine yaklaşmak, gecikmeli de olsa ona hak vermekten yana… Çatışma tüm hızıyla sürüyor. Döngü de. B gidiyor ve C, B’nin yerine geçiyor. Derken sahneye D giriyor. C, B’leşirken; D, C’ye tepki geliştiriyor. C, D, E, F… Giden gidiyor, kalan gidenleşiyor, yeni gelen tepki geliştiriyor.
BU FİLM BİTMEZ
Film bir döngü içinde, hiç bitmiyor. Gariptir ki döngünün her sıfır noktasında, roller farklılaşırken babalığa adım atan karakter, dengeleri değiştirme iddiasıyla yola çıkıp, kısa süre içinde yeni kimliğinin büyüsüne kendini kaptırıyor.
“Her erkeğin ölümü, babasının ölümüyle başlar” diyen Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk travmatik bir başlangıca işaret etmiyor mu? Bu öyle bir başlangıç ki babanın ölümü, kendi ölümünü başlatıyor. Bir tür sonun başlangıcı… Düne kadar karşı olduğun, çatıştığın, kızdığın adam artık yok ama gidişiyle birlikte sana daha ‘anlaşılır’, ‘kabul edilebilir’, ‘haklı’ görünmeye başlamış. Sadece genlerle açıklanabilir mi bu durum? Ayırdına vardığın bu farkındalık, aynı zamanda gizli bir vicdan muhasebesinin başladığı an. “Onca çatışmaya ne gerek vardı peki? Meğer haklıymış…” Bu yüzden mi giderek ona benzemeye meyilli olması her erkek çocuğunun? Bir tür bedel ödeme, günah çıkarma, ödeşme hali mi? Kocaman bir aydınlanma, görme hali mi; yoksa “Sizin hiç babanız öldü mü / Benim bir kez öldü, kör oldum” diyen şair Cemal Süreya’nın söylediği gibi bir körleşme mi?
“Babanın ölümü”, bir körleşme ya da kendi ölümünün başladığı ansa eğer; çocuğunun olması da bir aydınlanma ya da ikinci doğumunun gerçekleştiği andır sanki. Değişmiş, babasızlığın ıssızlığında baba olmuş bir adamın yaşadığı his, en az baba kaybında yaşadığı his kadar tanımlanamaz, o kadar yabancı… Ah hele ki o geçiş çok yakın olmuşsa… Baban, baba oluşunu görememiş; erken gitmişse… Bir yanın eksik karşılarsın o büyük müjdeyi. Evde ayna önünde şarkı söyleyen çocuk gibi, eksik kalır babalığın sanki… Bütün dünya sana şahit olsa da asıl şahit olması gereken yoktur ortalarda. Oysa ona ne çok göstermek istemişsindir “babalığın nasıl olması gerektiğini”… Eh madem o yok, madem ona gösteremiyorsun doğrusunu; o zaman ona mı benzemeli acaba? Ne? Neler oluyor? Ne diyorum ben? Biri beni durdursun B’den çıkıp A’laşıyorum galiba.
Böylesi bir finali kimse tahmin edememişti! Şaşırtıcı.
Bu yaşananlardan habersiz C, uzaktan babası B’yi izler. Eleştirir. Çatışırlar. Zaman geçecek, bir gün B de gidecektir. İşte o gün, C de benzer bir hesap içine girip, sonuçta B’ye benzemeye başlayacaktır. C, D, E, F…
SENİ SEVİYORUM DESENE
Bu coğrafyanın havasından suyundan mıdır bilinmez, döngü sürüyor. En azından bugüne kadar sürdü durdu.
Bu film bitmez ve ne gariptir ki bunca harf arasında bir araya getirip de “Seni Seviyorum” demeyi başaramaz filmin hiçbir sahnesinde A’lar, B’ler, C’ler…
Babalar Günü bugün.
B olduğunuzu varsayarsak A’ya ve C’ye bir “Seni Seviyorum” armağan edin. Sevdiklerine kuşku yok da kim bilir, belki A ve C de insafa gelip, sizi sevdiklerini yüksek sesle söylerler.
Bu arada bizim A gideli çok oldu. Ne ben ona ona “Seni seviyorum” dedim, diyebildim; ne de o bana.
C’ye ise her fırsatta söyleyip duruyorum onu sevdiğimi de şimdi kolay zaten, adam 20 yaşına gelince neler yaşayacağız kim bilir… Mühim olan o zaman söyleyebilmek, duyabilmek bu iki sözcüğü.
(Bu yazıyı saklayayım bari de en azından annesi okutur zamanı gelince.)
çok güzel yazı.
ilişki denklemi müthiş 🙂