Biraz soğuk bir gün. Aslında soğuk olmaması beklenen ama havaların tuhaflığıyla sonradan soğumuş bir hava. Bir baba ve kızı yürüyorlar. Kızın küçücük elleri babanın güven veren, kocaman, sıcak avuçlarının içinde. Kız üşümüş, baba sıcak. Sıcak da kalmak zorunda. Elleri kızının ellerini ısıtacak.
Ne zaman böyle bir manzara görsem, tuhaf olurum, aklıma gelir küçüklüğüm, babam. Bir park mesela. Küçük bir kız çocuğuyum. Hava soğuk yine. Evde sarıp sarmalamışlar beni. Babam da parka götürmüş. Kaydıraktan kayarken babam beni uzaktan izliyor, sonra salıncakta sallıyor beni. Ben yükseldikçe bağırıyoruz beraber. Bir çocuk bana ters bir hareket mi yaptı; babam hemen devreye giriyor. Ben de biliyorum, babam yanımdayken hiçbir çocuk ters yapamaz bana. Sonra bir banktayız, beraber oturmuşuz. Baba, kız denize doğru simit yiyoruz.
Alışveriş zamanları apayrı. Babamla sabahın köründe önce fırına gidiyoruz, sıcacık ekmek almaya. Parayı hep bana uzattırıyor babam. ‘Kendine güven’ diyor. Sonra kahvaltılık almaya gidiyoruz. Alınan her şeyden bana da tattırıyor. Ben küçük çocuk nazıyla, sürpriz yumurta, sakız, şeker istiyorum tabii. O da ne kadar dik durmaya çalışsa da dayanamıyor sonunda, alıyor. Ardından eve gidiyoruz. Ben babamın omuzlarındayım. Beraber hamur kızartıyoruz. O kadar yüksekte nasıl bu denli güvende hisseder küçücük bir kız, bilmiyorum; ama hiç korkmuyorum.
Bir kare daha var gözümün önünden hiç gitmeyen. Karanlık bir koridor, ışıklar kesilmiş. Ben babamın beline sarılmışım, kafamı onun sırtına gömmüş yürüyorum. Çok korkuyorum karanlıktan, titriyorum. Babam bakıyor ki korkmuşum dönüyor bana ve diyor ki ‘Berrak hayalet diye bir şey olamaz. Yani mümkün değil.’ ‘Neden?’ diye soruyorum, gözlerimi belertmiş; ‘Çünkü’ diyor ‘hayalet diye bir şey olsa biz mutlaka birkaç tanesini tanırdık. Yani bugüne kadar kaç milyar insan ölmüş, tüm ölenler hayatlet olsaydı, bu dünyaya sığmamız mümkün olmazdı, kişi başına bir sürü hayalet düşerdi, biz de en az 3, 5 tanesiyle ahbap olurduk.’ Duyduğum bu en tuhaf bilimsel açıklama, o zaman benim korkumu yenmeme yardımcı oluyor.
Büyüyorum sonra. Babam tüm erkeklere gıcık oluyor. Hepsi küçük kızı için büyük tehlike ne de olsa. Bana soruyor ‘Kızım bir erkek arkadaşın varsa söyle. Ben anlarım, benden saklama sakın’. ‘Var’ diyorum. Babam bayıldı bayılacak sinirden. Küçücük kızı büyümüş de sevgili bulmuş! Sonra uzuuun süre ‘o çocuk’ soruluyor. ‘Napıyor o çocuk?, Nerde şimdi o çocuk?’ Adını söylemiyor epeyce. Kıskandığı sadece o çocuk değil tabii. Herkes itinayla kıskanılıyor, en başta da annem. ‘Tabii annen geldi biz unutulduk yine! Neeeee! Yazı yazmayı sana anneannen mi öğretti? Bendim o benn!’
Bir gün evleniyorum ben. O misafirlerini ağırlıyor, gülümsüyor hep. Ama biliyorum ki buruk içi. Küçük kızı gidiyor evden. Nasıl olacak, ya mutsuz olursa, ya damat bir şey yaparsa onu üzecek? Sorular içini kemiriyor ama hep gülümsüyor, hep dik.
Bir akşam arıyorum babamı. Özlemiş beni. Bunu beni terslemesinden anlıyorum ‘En sonunda hatırladın mı babanı?’. ‘Baba’ diyorum ‘Ben hamileyim.’ Sessizlik… ‘Ulan bu yaşta beni dede mi yapıcaksın eşşo….’ Bu onun sevinmesi. Ben biraz daha güzel bir tepki beklediğimden biraz buruk kapatıyorum telefonu. Sonra günde üç kere beni arıyor, nasılım diye. Nitekim Asya hanım geliyor dünyaya. Babam atlayıp geliyor hemen. Başlıyor Asya’yı zıplatmaya. Uyuyor Asya dedesinin omzunda. Babam ‘dede’ oluyor. Çok da güzel bir dede oluyor hem de. Şimdi torununu parka götürüyor. Artık torunuyla marketlere gidiyor, kahvaltılık almaya. Her market yolculuğundan önce bana söz veriyor, sonra Asya hanım elinde bir sürpriz yumurtayla geliyor eve. ‘Dayanamadım’ diyor. Kasadaki ablasına parayı Asya uzatıyor bu defa. Şimdi Asya hanım dedesinin omuzlarında geziyor. Yaratıcı masallar ona anlatılıyor. Asya süperdedeye bakıyor parlayan gözlerle.
Soğuk bir günde Asya dedesiyle yürüyor. Dede yolda, Asya kaldırımda. Dede, torununun ellerini almış, sıcacık avuçlarının içine. Isıtıyor küçük kızın, minicik, pamuk ellerini. Ve bir kadın uzaktan onları seyrediyor, yüzünde bir gülümsemeyle, kendi süperbabasını düşünerek…