Çalışmaya başlayacağımızı söyledikten sonra bir kaç özel okula gittik Ayşe ile. Kapıda başımı seven insanlar tarafından karşılandık, müdür odalarında ağırlandık, bana su ve bisküvi ikram edildi. Kocaman sahnesi olan salonlarda çocuklarla eğlendik, hatıra fotoğrafları çektik. Bu durumdan çok hoşlanan Ayşe bizim ilçenin kaymakamına gitti, uzun saatler geçirerek ikna turlarını tamamladı. Ve bir gün artık resmȋ iznimizin olduğunu, her hafta 2 devlet okuluna gideceğimizi müjdeledi…
Farkı bilmiyorum ki… Ne güzel, dedim, haftada iki gün bisküvi ikramı, kocaman salonlarda eğitim, keyifli…
İzin yazısının ilçedeki tüm okullara gittiğini öğrendikten sonra beni kuaföre götürdü. Şampuanla köpük köpük yıkandım, tarandım, kokular sıkıldı, karnem hazırlandı, fularlı tasmalar alındı. Hazırdım..
Okul sabahı erkenden kalkıp hazırlığa başladı. Okulu aradı, ders saatlerini onaylattı. Giyindi hazırlandı ve beni aç bıraktı! Kahvaltı etmemem gerektiğini, sanatçıların performans öncesi yemek yemediğini çok kesin şekilde belirtti ve yola koyulduk. Büyük bir demir kapının arkasındaki okulun bahcesine park ettik ve giriş kapısındaki görevliden ilk azarı işittik.
“Aaaaa köpek, hoşt hoşt! Okula köpekle giremezsiniz, siz kimsiniz?’’
“Okul yönetiminin haberi var, bizi bekliyorlar, eğitim için geldik. Buyrun bu da kaymakamlıktan gelen yazı”
“Ne eğitimi bu, köpek arabada beklesin!”
“Bekleyemez, çünkü bu eğitimi birlikte veriyoruz.”
“Hasbinallah!”
“Müdür Bey’e haber verir misiniz lütfen, burada bekliyoruz biz.”
“Sakın içeri girmeyin, başımı belaya sokmayın benim, hoşt hoşt!”
Ayşe’nin sinirlendiğini kızaran yüzünden ve yaydığı enerjiden anladım. En büyük numaramı yapıp patilerimi sıra ile uzattım, kuyruğumu salladım, ellerini yaladım, yok, geçmedi siniri… Uzunca bekledik. Nihayet kızgın bir müdür, daha da kızgın bir müdür yardımcısı ve dehşetten gözleri ve ağızları açılmış iki öğretmen geldi. Ayşe kibar kibar açıklamaya başladı. Beni tanıştırdı. İzin yazısının 2 hafta önce okula geldiğini, bu sabah da arayıp dersi yapacaklarına dair okuldan birisi ile görüştüğünü anlatırken yağmur bastırdı. Kızgın müdür hep birlikte ıslandığımız için içeri girmemize razı oldu ve kızmaya içerde de devam etti. Ayşe’nin söylediklerini dinlemedi bile, sekreterin bu işten sorumlu olduğunu anlayıp hışımla onu çağırttı. O sırada çocuklar etrafımıza toplandı ve her kafadan değişik sesler çıkmaya başladı.
Kızgın müdür, öğrenciler, öğretmenler, Ayşe ve ben… Her kafadan bir ses çıkıyor, tam bir curcuna. Bazı çocuklar sevinç çığlıkları atıyor, bazıları tut tut diye arkadaşını önüme atıyor. Kızgın müdür çocukları azarlıyor. Bazıları beni sevmeye çalışıyor, öğretmenler çığlık atıp “ısırır bu” diyor. Ayşe daha da kızgın. Müdür yardımcısına laf anlatıyor. Ben patilerimi uzatmaya ve ortamı yumuşatmaya çalışıyorum. Ama kimin ne dediği, ne yaptığı belli değil, tam bir kaos…
O sırada sekreter, izin yazısı ile alı al moru mor geliyor. Kızgın müdür kâğıdı hızlıca okuyor, okudukça kızarıyor, anlıyor ki kaçış yok… “Nereden çıktı bu? Bir bu eksikti?” diye söylenirken birden iyice kızarmış suratı ile gürlüyor: “Bizim salonumuz yok, girin sınıflarda yapın ama köpeğe kimse dokunmayacak.”
Ayşe daha da kırmızı bir suratla sinirine hakim olmaya çalışarak “tamam” derken, bir veli giriyor kapıdan… Bana bakıyor ve durumu anlamak için sorular sormaya başlıyor… Ayşe ne yapacağımızı anlatırken kadın haykırarak “4-B’ye giremezsiniz” diyor… “Neden?” diye soruyor Ayşe. “Benim çocuğum o sınıfta ve ben izin vermiyorum” diye bağırmaya başlıyor..
Gene her kafadan bir ses çıkmaya başlıyor, meraklı çocuklar, kızgın öğretmen ve müdürler, veli herkes aynı anda bağırışıyor… Ayşe sabırla veliyi ikna etmeye çalışıyor, kadın Nuh diyor peygamber demiyor… Kadın koşarak 4-B sınıfına gidiyor ve kolundan sürüklediği bir kız çocuğu ile geliyor. Müdüre dönerek sizi şikâyet edeceğim, çocuğumun bir köpekle aynı sınıfta olmasına izin vermiyorum diyor. Sürüklenen kız çocuğu ağlayarak bana bakıyor, Ayşe’ye bakıyor, “anne ellemeyeceğim söz, uzaktan bakarım” diye yalvarırken, annesi bağırıp çekiştirerek kızı dışarıya çıkartıyor.
Ayşe ağlamak üzere. Ben şaşkınım. İlk defa böyle bir şey görüyorum. Acaba bize saldıracaklar mı? Isırır mı beni bu öğretmenler, müdür? Kafam karışıyor… Bizi hep gülerek neşeyle karşılamışlardı. Burada ne oluyor böyle? Ne yapmam lazım, anlayamıyorum.
Kızgın müdür, “Sadece öğlene kadar kalabilirsiniz, programımız çok dolu, öğlen tenefüsünden önce işinizi bitirip çıkın” deyip gidiyor. Bir anda ortalık sakinleşiyor ve 4-B sınıfına giriyoruz…
Kapıyı açınca dehşet içinde bize bakan çocuklarla gözgöze geliyoruz. Sanki ben bir ejderhayım ve ağzımdan alevler çıkartacağım. Tüm çocukların gözleri kocaman açılmış, hepsi sıralarına yapışmış vaziyette. Mucize gene gerçekleşiyor. Zil çalınca hiçbir çocuk teneffüse çıkmıyor. İkinci dersi de alıyoruz… Dersin bitmesine yakın sınıf öğretmeni geliyor ve beni çocukların kucağında kahkahalar eşliğinde fotoğraf çektirirken görünce donup kalıyor. Ayşe, öğretmeni rahatlatmak için aşılarımın tam olduğunu ve her öğrencinin elini ıslak mendille temizlediğini söylüyor.
Kapıya birikmiş sevinç çığlıkları atan, meraklı çocuk ordusunun arasından geçip, 4-A sınıfına da giriyoruz.Aynı manzara orada da var. Çocuklar hem korku hem merak içinde. O sınıfta da 2 ders yapıyoruz. Hiç bir çocuk teneffüse çıkmıyor! Ayşe projeksiyondan resimleri gösteriyor, oyun oynatıyor. Gülüyorlar, konuşuyorlar, beni seviyorlar, binlerce soru soruyorlar. Ama en çok şaşırıyorlar.
Öğlen teneffüsünden önce kapıdaki görevlinin kızgın bakışları arasında kaçar gibi okuldan çıkıyoruz. Ortada ne öğretmen ne de müdür var. Ders yaptığımız sınıfların pencerelerinden çocuklar el sallayarak, çığlık çığlığa “Güllü Güllü” diye bağırıyorlar. Ayşe arabaya biner binmez ağlamaya başlıyor. Burnumu uzatıyorum, pati veriyorum. ğlamasın üzülmesin istiyorum. Dönüp bana sarılıyor, “sen çok önemli bir iş yapıyorsun, keşke o kız da derse girebilseydi, keşke, keşke” diyor…
Hak veriyorum, keşke o küçük kızın üzüntüsünü, utancını yok edebilseydim. Çocuk heyecanına ve çocuk merakına sevinçle cevap verebilseydim. Keşke…
Arka koltuğa uzanıyorum, yorulmuşum….