Geçen gün bir haber okudum; öğretmenler doğuyu terk ediyormuş diye. Sonra aklıma benim de bir zamanlar gördüğüm “oralar” geldi. Palu’da okumuştum ben de bir zamanlar. O zamana kadar ismini hiç duymadığım Palu’da. O kadar ki babamlar bile bu küçük ilçenin nerede olduğunu öğrenmek için haritaya bakmak zorunda kalmışlardı. Hani doğuda bir göreve gidileceği biliniyordu kaç zamandır, dualar ediliyor, aman deniliyordu, inşallah iyi bir yer çıkar atamalardan. Mesele küçüklük ya da uzaklık değildi, korku vardı, basbayağı korkuyorduk. Henüz 1990’lardı. Hani şimdilerde çokça 1990’larda çocuk olmak diye paylaştığımız, tebessümle andığımız o “naif”, “güzel” yıllar.
Geçmiş geçtiğinde, bugünden o zamanlara baktığımızda hep içimizde güzellikleriyle kalıyor nedense. Biliyoruz kötü şeyler de yaşanmıştı, yaşanmaya devam da ediliyor aslında ama şimdilerde duyamayacağımız, göremeyeceğimiz, bir konu ya da olay üzerinde çokça kafa yoramayacağımız kadar hızlandı ya hayat, o yüzden pek de idrak edemeden ve de fark edemeden oluyor olanlar. Ama o zamanlar daha bir yavaştı sanki hayat, daha bir kanlı canlı. İşte bundan sebep biz de tek kelimeyle korkuyorduk. Oralara giderken ve hatta gidip yerleştikten sonra dahi kimliklerimizi saklayacak, babamın mesleğini bir soran olursa “dişçi”, “terzi” falan diyecek kadar hem de… Hatta aileyi bölüp sadece evin reisinin o bilinmez diyara gitmesi düşünülecek kadar… Neden sonra, belki annemin “sen nereye biz oraya” demesinden, belki başka hesaplardan biz de gittik Palu’ya.
Ben henüz ilkokul 5’e geçmiştim. Çalışan bir annenin çocuğu olarak okulla tanışmam da çok erken olmuştu. Şimdilerde çok tartışılan yaşta; 5,5 yaşında başlamıştım okula. Ondan önce daha kundaktayken kreşe, sonrasında da anaokuluna gitmiştim. Ve 5’inci sınıfa kadar öğretmenlerim hep kadın olmuştu. Şimdiyse erkek olacak demişlerdi. Küçücük aklımda erkek öğretmen olayını o kadar büyütmüştüm ki, dünyam daralmış, dudaklarımda uçuklar çıkmıştı. Ben bildiğin bunalıma girmiştim. Kim bilir neden bu kadar korkmuştum? Şimdilerde buna dair hiçbir sebep hatırlayamıyorum. Dedim ya geçmiş hep güzellikleriyle hatırlanıyor. Ama çok sevdim sonradan o öğretmenimi, o ki bana ilk “idealimi” veren olmuştu. Yıllar boyunca da vazgeçmedim o idealden, ama sonra ideallere ulaşmak için çok istemenin yetmediği bir dönem başladı ne yazık ki.
Nihayet 5 bittiğinde büyümüştüm ben de. Hani artık çocukluktan çıktığımızı sandığımız zamanlar. Artık öyle saklambaçtı, istoptu, seksekti, ip atlamaydı oynamayacağımızı sandığımız, yavaştan yavaştan “karşı cins”e ilgi alakanın duyulduğu zamanlar. Ama bu ilgi alaka bile o kadar saf ve masumcaydı ki ya da küçük ilçede, oralarda öyleydi, bilemiyorum. İşte tam o kanımızın yeni yeni ısınmaya başladığı dönemlerde benim içime edebiyat öğretmenim öyle güzel bir tohum ekiyordu ki, farkında değildim. Edebiyat derslerinin en sıkıcı konularından biri olan kompozisyon yazma işini bize sevdirebilmek için işin içine ödülü katmıştı. Ve ben de ilk ödülümü böylelikle kazanmıştım; bir kitap. O andan sonra da okudum, çok okudum. Şimdilerin zamane hastalığı olan yalnızlığın yegâne ilacının kitaplar olacağına, onların bizleri mutlu edebileceğine inanacak, onları her daim dost edinecek ve hatta aşkla sevecek kadar…
O unutulmuş diyarlara genç, idealist, bilgileri taptaze öğretmenler gelirdi. Kadın öğretmenler şehrin dışındaki okulun bahçesindeki lojmanda birlikte kalırlardı. Ayrılmaya korkarlar, şehrin içine fazla giremezlerdi. Zaten o zamanlar şehrin tek ana caddesinden bir kadının geçmesi kolay değildi, alışık değildi oraların ahalisi. Ama bizim gibi başka diyarların kadınları, kız çocuklarıyla onlar da yavaş yavaş alışıyor, o yüksek sesli homurtuları gitgide duyulmaz oluyordu sanki. Ya da bana şimdi buradan bakınca öyle geliyor.
Zordu, uzaktı, bilinmeyendi, kimsenin kimseye güvenemediği zamanlardı. Ama oralarda o öğretmenler belki bilinçli belki bilinçsiz bir şeyler ekiyorlardı işte. İngilizce’yi mesela orada sevdim ben. Amacı kitabı ya da dönem içindeki konuları bitirmek olmayan, bir dilin temellerini atan genç bir öğretmenden.
Sözün özü, en güzel dostluklarımı orada edindim, geleceğim için en güzel tohumlar oradaki bıkmamış, öğretmeye ve eğitmeye aç öğretmenlerim tarafından atıldı. Şimdi oralar terk ediliyormuş, edilmesin, korkulacak bir şey yok; gerçek var, samimiyet var, dostluk var… Zorluksa… Hayat her yerde zor be ya…