Ben çocukken de şimdiki gibi şehirden uzak, kırlık çayırlık bir yerde yaşıyorduk. Anneannemlere giderdik, onlar şehirde oturuyordu, ama anneanne ziyareti anneannenin evinde kalınmasından oluştuğu için şehre gittiğimizi fark etmiyordum.
Evi, bahçeyi hatırlıyorum, bahçede apartmanın kapıcısına ait çalı süpürgesi harika bir şeydi benim için. Bu olağanüstü icattan haberdar olduğum için seviniyor ve her seferinde o büyülü süpürgeye bir kere daha hayran olmaya gitmek istiyordum (ama onunla etrafı süpürmeme tabii ki izin yoktu).
Anneannemin evinin bir büyük şehirde olduğuna dair hatıram, sabahları ilk ben kalktığım için, kimseyi uyandırmayayım diye anneannemin evdekiler kalkana kadar pencerenin kenarındaki koltukta beni kucağına alması, beraber sokaktan geçen arabaları saymamız (saymak derken, turuncu araba, kırmızı araba, kahverengi vosvos şeklinde). Hava yeni aydınlanıyor olurdu uyandığımda, kendi evimizde olsak televizyonu açıp TRT’de güller ve askerler çıkana kadar gösterilen renkli çizgilere bakar, çizgilerin altında hızla değişen sayıları seyrederdim.
Neneme (babaanneme) gitmek ise başka bir şeydi, şehirlerarası bir yolculuk! Nenem İzmir’de oturuyor. Arabaya binip gidiyorsun, kocaman palmiyeler var orda yolların kenarında. Pencereden taaaaaa yukarıdaki palmiyelere baktığımı hatırlıyorum. Sonra yollar yükselip alçalıyor ama altlarında bir şey yok (bu bir köprülü kavşaktan geçme hatırası olsa gerek).
Bir de yolun öteki tarafından geçen arabalarla arada demirler var yolda giderken dalgalar gibi yükselip alçalıyorlar (her tarafta engeller olması güzel bir şey değil ama madem yolun ortasında parmaklıklar var, dümdüz değil de inişli çıkışlı olması hoş bir ayrıntıymış). “Körfez” çok pis koktuğu için pencereleri kapatmak lazım, hava çok sıcak halbuki, terleyip koltuklara yapışmışız. Pencereyi açıp nefesimizi tutsak olmaz mı?
Ali’cik 3 yaşına geldi. Annem bazen, acaba neleri hatırlayacaklar diye soruyor. Ali’nin hafıza devri başlamış olsa gerek. Bence bugünü unutmayabilir.
Bugün şehirde işim vardı. Ali’nin anneanne-dede günü, normalde babam alıp götürür onu. Bugün ben götüreyim dedim, babam da beni şehirde karşıladı ve Ali’yi anneanne mahallesinin dışına, şehrin merkezine götürdük bebekliğinden beri ilk defa. Hem de arabayla. Trafik ışıklarını biliyor. İlk defa bir çocuk kitabında görmüştü 2 yaşına doğru, kırmızı ışıkta bekleyen adam resmine bakıp bakıp “adamı bi daha anlat” derdi. Kalabalık kalabalık insanlarla beraber karşıdan karşıya geçtik. Işıklı otobüsler vardı, hatta tramvay ve çok çok yüksek bir vinç.
Ali bu gün ömründe ilk defa bir mağazaya girdi, ayakkabı alacaktım ona. Bir ton ayakkabı içinde şunu isterim demedi (ben de ona göre bir şey bulamadım). Arabalı tişörtlere baktı, beğenmedi. Kıyafetlerin arasında kayboldu, tuttu yeşil bir pantolon buldu. Sanıyorum o kadar fazla şey olunca hiçbirini algılayamıyor çocuk. Otopark da bu yüzden beklenen heyecanı yaratmadı galiba.
İki ay kadar önce babasıyla Adapazarı’na büyük teyzeyi ziyarete gitmişti. Dönüşte ilk söylediği, “ben yürüyen merdivene bindim!” Ne zamandır bundan bahsetmemişken daha dün şöyle dedi:
– Ben hani babayla halayla bir yere gitmiştim sen söyle bana orası neydi?
– Rüveyde teyzeye gitmiştin.
– O Rüveyde teyzeye giderken asansörün düğmesini çocukların yetişebileceği yere yapmışlardı ben ona basmıştım. Ama senin anneannenin evindeki asansörün düğmesini çocukların yetişeceği yere yapmamışlar. ben öyle olmasını istemiyorum.
Bugün gittiğimiz mağazada Ali parmağının ucuna kalkarak asansörü çağırma düğmesine kendisi bastı. Asansör camdandı üstelik! İçerideki düğmeye kendisi yetişemediği için benim kucağımda bastı, düğmenin etrafında kırmızı bir ışık yandı. Asansör yükselirken geçtiğimiz katlarda dolaşan insanları gördük, sonra yavaş yavaş, hem de kendiliğinden açıldı camdan kapılar.(yaşadığımız yerde hiç asansör yok!
Ben de hatırlıyorum asansöre ilk kez bindiğimde 9 yaşındaydım bir ramazan bayram tatilinde hiç gitmediğimiz bir yerde görmüştüm ve annemden izin koparıp bütün gün asansöre binmiştik kardeşimle).
Ali’nin yüzündeki mutluluk ifadesi, heyecanı olağanüstüydü! Tazeliğe bak! Düşündüm, ne olsaydı ben bu kadar hayranlıkla bakardım? Benim de Ali gibi sevinmem için, bir sabah uyanıp, artık bu dünyada olmayan çok sevdiğim bir insanı evimde görmek gibi bir şey gerek. Bir anda kanatlanıp uçsam, duvarların içinden geçsem casper gibi, suyun üstünde yürüsem, bir baksam ki istediğim müzik aletlerini çok güzel çalıyorum ve kadife gibi bir sesle nefis şarkı söylüyorum, herhalde o zaman ben de Ali’nin asansörden duyduğu heyecanı duyar, öyle mutlulukla hayret ederdim. Çocukluk ne harika bir şey!
Görseller, Pıtırcık kitaplarındaki resimleri yapan Sempé’den.
Bu yazı, yazarımız Zeynep’in blogunda daha önce yayımlanmıştır.