Orhan Kemal Cengiz / Radikal

Nikâhsız yaşamayı fuhuşla eş tutmak, Yargıtay’ın toplumu algılama noktasında ne kadar geri bir yerde durduğunu gösteriyor.

Geçenlerde arkadaşım Akif’in arabasında seyahat ediyoruz, “Müziğe dikkat ettin mi Orhan?” diye sordu aniden.

Açıkçası o soruncaya kadar, sadece arka planda güzel bir müzik çaldığının farkındaydım, hepsi o kadar. Sonra dikkat kesildim ama ne demek istediğini anlayamadım. Fark ettiğim tek şey, bir erkeğin İtalyanca opera söylediğiydi.

Sonra Akif başladı anlatmaya; meğer enfes sesiyle ‘Bel canto’ söyleyen bu bey, Ankaralı bir pratisyen hekimmiş.

Müzik konusundaki yeteneği de tamamen bir tesadüf sonucu keşfedilmiş. Doktor bey bir gün arkadaşlarıyla baraja balık tutmaya gidiyor fakat bir tane bile balık tutamıyorlar. Bunun üzerine operacı arkadaşları “Balık tutamadık, hadi şarkı söyleyelim bari” diyor ve o esnada bizim doktorun kendisinin de pek farkında olmadığı yeteneği çıkıyor ortaya. 40 yaşından sonra şan dersleri alıyor, konserler veriyor ve dinlediğimiz o enfes aryaları söylüyor.

Erich Fromm, ‘insanların çoğunun tam olarak doğmadan önce öldüğünü’ söyler. Fromm’a göre, çoğu insan tam olarak kendi potansiyelini keşfedemeden, hatta kendini anıyamadan bu dünyadan göçüp gider. 40’ından sonra yeteneğini keşfeden Dr. Zafer Mutlu’nun hikâyesi Türkiye toplumu için çok ciddi bir istisna oluşturuyor. Bizim insanlarımızın ezici bir çoğunluğu tam olarak doğmadan çok önce ölüp gidiyor.

Yaratıcılığı, sanatçılığı çok küçük bir azınlığın tekeline bırakıp kendi içimizdeki yazarın, ressamın, heykeltıraşın, bestecinin farkına bile varamadan bu dünyadan göçüp gidiyoruz. Türkiye’de entelektüel ve sanatsal yaratıcılığın iğdiş edilmesi için her türlü koşul mevcut ama en önemli faktörlerden birisi de bizim tek boyutlu insan yetiştirme merakımız gibi geliyor bana.

Dün bu yazının başına oturduğumda The Globe and Mail gazetesinde keyifli ve zihin açıcı bir yazı okudum. Yazı ‘Cerrahınız duvarına güzel sanatlar diploması astığında’ başlığını taşıyordu. Kanada’nın en başarılı cerrahlarından birisinin, tıp profesörü John Semple’ın hikâyesi anlatılıyordu bu yazıda. Semple, tıptan önce güzel sanatlar fakültesini bitirmiş ve sanatın işine olan katkısını şöyle anlatıyor: “Sanat eğitimi bir gözlem eğitimidir. Bu eğitim

size nasıl farkına varacağınızı ve nasıl göreceğinizi öğretir. Ve bu kesinlikle tıpta çok faydalanacağınız bir şeydir.”

Dr. Semple gibi hem sanat hem tıp eğitimi alan birisinin, içindeki yetenekleri keşfetmek için bizim Dr. Mutlu gibi kırk yıl beklemesi gerekmezdi şüphesiz. Bizim tek boyutlu insan yetiştirme merakımız, bence sadece insanların kendi potansiyellerini keşfedememelerine değil ama aynı zamanda işlerini de doğru düzgün yapamamalarına yol açıyor.

Hele hele hukuk gibi, çok boyutlu düşünmeyi, olaylara ve meselelere çok farklı perspektiflerden bakabilmeyi gerektiren alanlarda, tek boyutlu insanları devreye soktuğunuzda ortaya bir fecaat çıkıyor. Vatan gazetesinden Kemal Göktaş’ın ‘Nikâhsız yaşamakla fuhuş aynıymış!’ başlıklı haberi bizim Yargıtay üyelerinin dünyayı, toplumu

ve sosyal meseleleri algılama noktasında ne kadar geri bir yerde durduklarını gösteriyor. Nikâhsız yaşayan bir çiftin, birbirlerine verdikleri hediyeleri geri almak için dava açmaları üzerine Yargıtay, gayri ahlaki bir amaç için verilen hediyenin geri alınamayacağına, nikâhsız birlikte yaşamanın fuhuş gibi ‘gayri ahlaki’ olduğuna, bu nedenle de hediye iadesine gerek olmadığına karar vermiş.

Biliyorsunuz aynı Yargıtay 20’den fazla adamın tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki N.Ç.’nin, tecavüzcüleriyle kendi rızasıyla birlikte olduğuna karar vermişti. 13 yaşındaki zavallı bir kızı koruyamayan Yargıtayımız, severek, karşılıklı rızayla birlikte yaşayan insanları ahlaksız ilan edebiliyor. Bütün bunları yaparken dünyadaki hangi evrensel normu, insanlığın benimsediği hangi etik değerleri kendisine temel alıyor, anlayamıyorsunuz.

Belki de bizim hukukçuların, hukuktan önce epey bir edebiyat, felsefe okuması, güzel sanatlar eğitimi falan alması gerekiyor. Sadece kendi potansiyellerini keşfetmeleri için değil ama aynı zamanda olayları ve durumları tam olarak, olduğu gibi görebilmeleri için…